AHİRET

Cağfer KARADAŞ views43219

Dünya hayatından sonraki ölümsüz hayatı, sonsuzluk âlemine ait farklı aşama ve durumları ifade etmek için kullanılan bir kavramdır. Ahirete iman, “Âmentü” olarak ifade edilen ve “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve hayrıyla şerriyle birlikte kadere inanma” şeklinde altı ilkeden oluşan İslâm’ın inanç esaslarından biridir. Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a imanla yan yana zikredilmesi ahiret inancının iman esasları arasında çok önemli bir yeri olduğunu göstermektedir.

Ölüm sonrasına ilişkin görüşler, dünyanın bir başlangıcı ve sonunun bulunup bulunmadığı düşüncesiyle yakından ilişkilidir. Maddenin kadim olduğunu, başlangıç ve sonunun bulunmadığını iddia eden materyalistlere göre insan, tıpkı şuursuz canlılar gibi doğan, yaşayan ve yerine hemcinslerini bırakarak ölüp giden bir varlıktır. Böylece hayat sonsuza kadar sürüp gitmektedir. Dolayısıyla bu görüşte olanlara göre ölüm sonrası bir hayat söz konusu değildir.

Ahiret hayatının akli olarak temellendirilmesi, Tanrı inancıyla doğrudan ilişkilidir. Buna göre bir Tanrı’nın varlığını kabul etmek, doğrudan ölümden sonraki bir hayatın varlığını kabul etmeyi beraberinde getirir. Bir kere Allah’a inanıp, kendisi de dâhil bütün evreni O’nun yarattığını kabul eden kimse, Tanrı’nın bütün bunları tekrar yaratmaya muktedir olduğuna da inanır. Bir başka deyişle mümin, dünya hayatının gerçekleştiğini kabul ettiği gibi, ahiret âleminin gerçekleşeceğini de kabul eder.

Tarihi tecrübe olarak tanrının varlığını kabul eden hemen bütün din ve düşünce sistemlerinde günümüzde de başta Yahudilik ve Hristiyanlık olmak üzere yaşayan dinlerin hepsinde bir nevi âhiret inancının mevcut olduğu görülmektedir. Bununla birlikte, ölümden sonraki bu hayatın ne şekilde olacağı hakkında birbirinden farklı görüşler benimsenmiştir.

Kur’ân-ı Kerim ahirete inanmayanların sadece zanna uyduklarını, inkârcı, kibirli, maddi hazlara düşkün ve merhametsiz olduklarını, bu sebeple onlara itibar edilmemesi gerektiğini bildirir; kişinin dünyadan nasibini almayı unutmadan ahiret yurdunu aramasını öğütler. İnsanın boş yere yaratılmadığını, başıboş bırakılmadığını, öldükten sonra diriltilip huzûr-ı ilahîye çıkarılacağını haber verir. Böylece dünyada sorumluluk duygusuna sahip tek canlı varlık olan insanın hayatını anlamlı kılan âmillerin de bu duygulardan ibaret bulunduğunu, böylelerinin dünyevî yaptırımlardan kurtulsalar bile kıyamet gününde Allah’ın huzurunda hesap vermekten kurtulamayacaklarına vurgu yapar.

Ahiret hayatının mahiyeti ve ahiretteki durumlar, duyular ötesine ait konular olduğu için, gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerle ve akılla açıklanamaz. Bu konuda Kur’ân-ı Kerim’de ve sahih hadislerde haber verilenlerle yetinmek gerekir. Ahiretteki durumlar dünyadakilerden farklıdır. Onların gerçek şeklini ve iç yüzünü ancak Allah bilir. Onların varlığına inanmak, mahiyetleri konusunda ise yorum yapmamak gerekir.

Kur’ân-ı Kerim’de ahiret düşüncesine, kimi zaman apaçık delillerle, kimi zaman da örnekler verilerek değinilir. İnsanın sahip olduğu adalet, sorumluluk, sonsuzluk duygusu ile amaçsız yaratılmadığı düşüncesi ahiret hayatının varlığına işaret etmektedir. Dünya hayatında suç işleyen herkes cezasını tam anlamıyla çekmemekte, birtakım haksızlıklar meydana gelmektedir. Ahirette ise hiçbir şey gizli kalmayacak, hak yerini bulacak, Allah mutlak adaleti ile kötüleri cezalandıracak, iyileri de ödüllendirecektir.

İnsandaki sorumluluk duygusu da ahirete inanmayı zorunlu kılar. İnsan, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı ayırt eden ve seçen bir varlık olarak yaratılmış, bu seçiminden sorumlu tutulmuştur. İnsanın belli davranışlarından sorumlu olması bu sorumluluğunun karşılığını göreceği bir hayatı gerekli kılmaktadır.

Ahirete inanmayı gerekli kılan hususlardan bir diğeri de insandaki sonsuzluk duygusudur. Bu dünya hayatındaki ayrılıkların, giderilmemiş özlemlerin beka âleminde karşılanacağı inancı, kişiyi büyük çapta rahatlatmakta ve ileriye yönelik ümitler telkin etmektedir.

İnsanın amaçsız yaratılmamış olması da ahirete inanmayı gerektirir. O, yaratılış gayesini gerçekleştirmek, Allah’a kulluk etmek için yaratılmıştır. Bu görevleri yerine getirirse ahirette karşılığını da görecektir. Bir ayette şöyle buyurulur: “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak hâkim ve hak olan Allah çok yücedir. O’ndan başka Tanrı yoktur. O, yüce Arş’ın sahibidir.” (Mü’minûn 23/115-116)

Öte yandan ruh ve beden bütünlüğü şeklindeki donanımı dikkate alındığında insanı dünya hayatı ile sınırlı görmek isabetli gözükmemektedir. Duyguları, düşünceleri, eylemleri ve hedefleriyle insan, mükemmele ulaşma arayışı içerisindedir. Onu dünyayla sınırlandırmak, arayışlarına set çekmek ve arzularına karşı duvar örmektir. Çünkü insanın mutlak hayra ulaşacağı yer Allah’ın iyi kullarına vaat ettiği ahiret âlemindeki cennettir.

Ahiret; kabir (berzah) hayatı, kıyamet, ba’s (yeniden dirilme), haşir ve mahşer, defterlerin dağıtılması, hesap, mizan, sırat, şefaat, cennet ve cehennem gibi devreleri kapsamaktadır. İnsan öldüğünde ruh bedenden ayrılır, ancak kabir hayatıyla birlikte ruhun tekrar bedenle irtibatı kurulur. Diğer bir deyişle ruh, bedene tekrar iade edilir. Ancak burada temsilî bir ruh-beden bütünlüğü söz konusudur çünkü kabir hayatı, bir ara dönemdir. Kıyametin kopmasına kadar sürecek olan bu dönem berzah hayatı şeklinde isimlendirilir. Sûr’a ilk üflemeyle birlikte kıyamet kopacak ve dünya hayatı tamamen sona erecektir. İkinci defa sûr’un üflenmesiyle ruhlar bedenlerine iade edilecek ve yeniden diriliş gerçekleşecektir. Hem bedenin aslî unsurlardan yaratılması hem de ruhun aslî ruh olması tenasüh (reenkarnasyon) ihtimalini de ortadan kaldırmaktadır. Daha sonra insanlar Arasat denilen toplanma yerinde bir araya gelecektir. İslâm inancına göre kıyamet gününde insanların hesaba çekilmesi (ceza veya mükâfatı gerektiren amellerinin nicelik açısından değerlendirilmesi, mizan) belli kayıtlara bağlı olarak yapılacaktır. Bunlara Kur’ân-ı Kerim’de kitâb (yazılı belge) adı verilmekte Türkçede ise “amel defteri” olarak bilinmektedir. Ahiret gününde kulun tâbi tutulacağı hesabın sonucu, Kur’ân-ı Kerim’de, “terazilerin (tartıların) ağır yahut hafif gelmesi” şeklinde ifade edilmiştir. Hesap sonunda sevapları ağır gelenler cennete, hafif gelenler cehenneme gideceklerdir. Mizanda amelleri denk gelenler ise Allah’ın engin rahmetiyle bağışlanacaklardır. Cennet ve cehenneme gidiş, sırat denilen bir köprü üzerinden gerçekleşecek, dünyada Allah’a inanıp hayırlı ameller yapanlar köprüyü geçip cennete ulaşırken inkâr, isyan ve kötülüklerle uğraşanlar köprüyü geçemeyecekler ve adalet gereği cezalarını çekmek üzere cehenneme gideceklerdir. Cennete gidenlere Yüce Allah akıl ve hayallerine gelmeyecek nimetler verecek, hatta zaman ve mekân şartları söz konusu olmaksızın kendisini görmeleri (ru’yetullah) nimeti ile onları ödüllendirecektir. Hem cennet hem de cehennem hayatı Yüce Allah’ın iradesine bağlı olarak ebedî sürüp gidecektir.

Ahirete iman, insan davranışları için bir yön ve hedef belirler. İnsan ancak nereden geldiğinin ve sonuçta nereye gideceğinin bilgisine sahip olduğu ölçüde kendisine bir gaye ve hedef belirleyebilir. Ahiret inancı, henüz ulaşılmamış, ancak ulaşılmak istenen yüce amaçlara işaret ederek ve insanı bu amaçlar üzerinde düşünmeye ve onları gerçekleştirme yolunda etkin olmaya yönlendirerek sağlam bir kimlik duygusunun gelişimine yardımcı olur.

Ahirete inanan insanın ümidi ve yaşama sevinci her zaman yenilenir. Her türlü musibetin, dert ve acının, mahrumiyetin geçici olduğu, ayrıca bunların anlamdan yoksun olmayıp, ilahi plânın birer parçası olduğu, sabır ve rıza ile bunlara katlanıldığı takdirde ahirette bunların karşılığının Allah tarafından verileceğini kabul etmek insanı rahatlatır ve insanın olaylarla başa çıkma gücünü artırır. Kişiyi belirsizliğin doğuracağı boşluk duygusundan kurtarmakla kalmayıp, onun felaketlerin neden olduğu kayıplara ve acılara göğüs germe sürecine de katkıda bulunmaktadır.

Nihai ve mutlak adaletin ancak ahirette gerçekleşebileceği, bu dünyanın bir “imtihan dünyası” olduğu, herkesin sahip olduğu nimetlerden sorguya çekileceği bir hesap günü anlayışı, bireysel ve toplumsal sorumlulukların yerine getirilmesi, huzur ve barışın sağlanması açısından büyük bir manevi destek sağlamaktadır. Bu inanç, bir yandan insanın yeryüzünde “adalete dayalı ahlaki bir düzen kurma” görevini hatırlatırken, öte yandan asıl mutlak adaletin ancak Allah tarafından ve öteki dünyada gerçekleştirilebileceği gerçeğini dile getirmektedir.

Ölümü ve sonrasını da içine alan bir bakış açısı, inanan insanları, hedefleri ve görevleri belli bir yaşam tarzına sahip kılmakla, hayatla barışık ve uyumlu hâle getirmektedir. Ahiret inancı; hastalık, bir yakının ölümü, doğal felaketler, sakatlık, yaşlılık gibi dramatik olayların yol açtığı acı ve sıkıntılarla başa çıkmada güçlü bir telafi ve teselli vasıtası işlevi görmektedir. Her davranışının hesabını Allah’ın huzurunda vereceği bilgi ve inancına sahip kimse üzerinde bunun etkisi, davranışlarını içsel bir kontrole tabi tutma ve derin bir sorumluluk duygusu içerisinde hareket etme şeklindedir. Bu dünyada gerçekleşmesi imkânsız gözüken mutlak adaletin öteki dünyada yerini bulacağına dair inanç, hayatı katlanılır kılmakta, insanın erdemli olma çabalarının boşa çıkmayacağı ümidini canlı tutmaktadır.

İnsanın içindeki ebediyet duygusuna cevap vermek bakımından da önem taşıyan ahiret inancı, bir yandan uhrevi sorumluluk şuuruyla kişinin ahlaki gelişmesine katkıda bulunurken öte yandan ölüm korkusunun insan psikolojisi üzerindeki tahrip edici etkisini ve intihar gibi menfi davranışları önlemektedir.

Cağfer Karadaş

Kaynakça

Abdülcebbâr, Kâdî. el-Usûlü’l-hamse, Yay. Haz. Faysal b. Avn. Kuveyt: Meclisü’n-Neşri’l-İlmi, 1998.

Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed. ed-Dürretü’l-fâhire fî keşfi ulûmi’l-âhire. Beyrut: Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, 1987.

Hökelekli, Hayati. “Dini Hayatın Bütünlüğü Açısından Âhiret Hayatının Psikolojik Temelleri.” İlahiyat Fakülteleri Koordinasyon Toplantısında Sunulan Bildiri. Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 2007.

İbn Ebi’l-İz, Sadreddin Ali b. Ali. Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye, Yay. Haz. Şuayb el-Arnaût. Dımaşk: Mektebetu Dâri’l-Beyân, 1981.

İbn Hazm, Muhammed b. Ali. el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehvâi ve’n-nihal. Beyrut: Daru’l-Ma’rife, 1986.

Karadaş, Cağfer. İslâm Düşüncesinde Ahiret. Bursa: Emin Yayınları, 2008.

Kurtubî, et-Tezkire fî ahvâli’l-mevtâ ve umûri’l-âhire, Yay. Haz. Mahmud Bestavîsî. Medine: Daru’l-Buhârî, 1417/1997.

Üsmendî, Alaeddîn. Lübâbü’l-kelâm, Yay. Haz. M. Said Özervarlı. İstanbul: İSAM Yayınları, 2005.

Toprak, Süleyman. Ahirete İman. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2014.

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi