Bir kurum olarak ailenin yapısını, tarihî süreç içinde kurumsal işlevlerindeki değişimi, ekonomi, siyaset, devlet, eğitim, din gibi diğer toplumsal kurumlar ve modernleşme, küreselleşme gibi değişme süreçleri ile ilişkisini ve bir etkileşim ağı olarak ailede aile bireylerinin rollerinde, statülerinde, akrabalık ilişkilerindeki değişimleri inceleyen bir sosyoloji alt dalıdır. Sosyoloji on dokuzuncu yüzyılda bir sosyal bilim olarak kurulurken aile, sosyolojinin en önemli alt dallarından biri olarak gelişmiştir. Batı Avrupa toplumlarında başlayan ve batı-dışı toplumları da etkisi altına alan sanayileşme-kentleşme-modernleşme ve ardından bu sürecin devamı olan küreselleşmenin neden olduğu yoğun ve hızlı değişim, aile sosyolojisinin öneminin giderek artmasına neden olmuştur.
Aile; insanın temel biyolojik, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak üzere, kan, soy veya evlilik/hukukî birliktelik ya da evlat edinme bağları ile birbirine bağlı yakın insan ilişkilerinden oluşan ve nesiller/kuşaklar boyu görece değişerek devam eden bir sosyal kurum ve aynı zamanda bir sosyal etkileşim ağı olarak değerlendirilir. Toplumsal kurum ve sosyal etkileşim ağı olarak aile; ekonomi, siyaset, devlet, hukuk, eğitim, din, bilim ve sanat gibi toplum hayatını oluşturan temel kurumlardan biridir. Her kurum, kendi alanı ile ilgili beşerî ihtiyaçlara ilişkin anlam kodları ve bu ihtiyaçların nasıl karşılanacağına dair davranış normlarından oluşur. Olması gerekeni gösteren kurum, sosyal etkileşim ağı ile gerçekleşir.. Bu yüzden ailenin kurum ve sosyal etkileşim ağı olma özelliği birbirini tamamlar.
Aile tipleri genel olarak üç ana başlık altında sınıflandırılmaktadır: birey sayısı ve kuşaklar arası ilişkilere göre (geniş aile, çekirdek aile, çekirdek aile ağı, dağılmış aile, karma aile); aile-içi otorite ilişkilerine göre (ataerkil aile, anaerkil aile, demokratik aile, değişken aile, çocukerkil aile) ve yerleşim yerine (metropol ailesi, büyük kent ailesi, kasaba ailesi, gecekondu ailesi, köy ailesi, göçebe ailesi) göre. Yerli kültürler dikkate alınarak yapılan sınıflandırmanın kriterlerine göre aileler çeşitlenir. Hangi tip olursa olsun aileler aynı yaşam döngüsüne sahiptirler. Her aile yaşam döngüsünü kendine özgü yaşar. Aile yaşam döngüsü bir kuşak boyunca aile bireylerinin aile hayatına katılması ve ayrılması ile yaşadığı çeşitli dönemleri gösterir. Çekirdek aile analizlerinde yaşam döngüsü adı verilen bu dönemler şunlardır: evliliğe hazırlık, evlilik, küçük çocuklu aile, ergen çocuklu aile, çocuğu evden ayrılan aile, yaşlılık ve emeklilik. Şüphesiz, hayat doğrusal ilerlemez. Yaşam döngüsü içinde ayrılık, boşanma, ölüm gibi olaylar da yer alır.
Çekirdek aile ağı, çekirdek aile ve geleneksel geniş aile dikotomisini aşan bir kavramdır. Bilindiği üzere her dikotomi, gerçekliği siyah-beyaz olmak üzere karşıtlık olarak kabul ettiği için gerçeklikteki diğer oluşların üzerini örter. Bu nedenle çekirdek aile ağı kavramı büyük önem taşır. Türkiye’de günümüzde aile yapısı “çekirdek aile ağı”dır. Literatürde çekirdek aile, ana baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan, ekonomisinde ve kararlarında bağımsız, akraba ilişkilerinden yalıtılmış/atomize bir ailedir. Sanayileşmiş Batı toplumları esas alarak yapılan ve pozitivist bilim paradigmasının evrensellik ilkesi gereğince diğer tüm toplumlar için de geçerli sayılan bu tanım kısmen ABD ve Batı dışı toplumlar için geçerli değildir. ABD’de megapoller ve metropoller dışında yoğun yakın akraba ilişkilerini sürdüren çekirdek ailelere “çekirdek aileler konfederasyonu” adı verilmiştir. Türkiye için ise “çekirdek aile ağı” terimi daha uygundur.
Çekirdek aile ağı, yakın veya bazen uzak akraba ile çekirdek aileler arasındaki psikolojik destek, mal, hizmet ve para alışverişi ile oluşur. Çekirdek aileler ayrı çatı altında kendi konutlarında yaşarlar, ekonomilerinde ve kararlarında bağımsızdırlar; ancak birbirleriyle yakın ilişkilerini sürdürürler. Boş zamanlar çoğunlukla birlikte geçirilir. Birinci kuşak torun bakar, gerektiğinde eğitimi için parasal destek sağlar, hastalık hâlinde ikinci ve üçüncü kuşak onunla ilgilenir, ev taşıma vb. işlere yardım edilir, özel günlerde mutlaka bir araya gelinir, kuzenler birlikte büyür, akrabalar ve çevre iş bulmada veya başka sorunları çözmede en büyük sosyal sermaye desteğidir.
Türkiye’de çekirdek aile ağı gerçeği, yaşam tarzı, meslek ve gelir düzeyi, siyasî tercih, etnik köken, mezhep benzeri tüm farklılıklar için geçerlidir. Bu farklılıkların ardındaki işleyiş aynıdır. Çekirdek ağındaki aileler ve bireyler arasında dayanışma ve iş birliği kadar rekabet, çatışma, uzlaşma, uyarlama, benzeştirme vb. tüm etkileşim tipleri görülür. Etkileşim tiplerindeki çeşitlenme sağlıklı aile ve güçlü aile kavramlarının netleştirilmesini zorunlu kılar.
Sağlıklı aile, aile bireyleri arasında “biz-ben” dengesinin “görece” kurulmuş olduğu ailedir. Sağlıklı aile; sevgi, saygı, şefkat, güven, sadakat ve paylaşma gibi soyut değerlerin paylaşımından iş bölümü ile ilgili somut yapıp etmelere kadar aile hayatının tüm görünümlerinde aile üyeleri arasında hak-görev, özgürlük-sorumluluk dengesinin kurulmuş olduğu ve bu dengeyi koruyan ödül-müeyyide mekanizmasının kendiliğinden işlediği ailedir. Bu denge, insan ilişkilerinin doğası gereği zaman zaman bozulan hassas ve dinamik bir dengedir.
Güçlü aile kavramı ise ailenin sorunlar karşısındaki dayanıklılığı ve sorun çözme becerisi ile ilgilidir. İster dış faktörlerden ister aile bireylerinden bir veya birkaçı yüzünden kaynaklanmış olsun, kaynağına bakılmaksızın aileyi ilgilendiren sorunları çözmek için, tümü katılmasa bile aile bireyleri sorunu çözmeye çalışıyorsa güçlü aileden söz ediliyor demektir. Sorun çözme sürecinde işbirliği ve uzlaşma kadar gerginlik ve çatışmaların yaşanması doğaldır.
Türkiye’de aile sosyoloji araştırmalarında teorik yaklaşıma nadiren rastlanılmaktadır. Araştırmaların çoğu, teorilere dayanmaksızın üretilen hipotezler veya araştırma sorularından yola çıkan nicel ve nitel yöntem uygulamalarıdır. Oysa aile sosyolojisinde aile teorileri büyük önem taşır. Çok sayıdaki aile teorileri, sosyoloji teorilerinin yansımasıdır. Aile sosyolojisinde; sosyal alışveriş teorisi, sembolik etkileşimcilik, sistemler teorisi, işlevselci teori, çatışma teorisi ve feminist teoriler yaygın kabul görmektedir.
Rasyonel bireyi esas alan davranışçı sosyal alışveriş (mübadele) kuramına göre sosyal etkileşimde insanlar, verdikleri ve aldıkları arasında bir denge beklentisi taşırlar. Bu beklenti adil bir şekilde karşılandığında ilişki tatmin edicidir; dengesizlik devam ederse ilişki kesilir. Dengenin kurulmasında ödül-cezaya dayalı “karşılılık” ilkesi işler. Sosyal alışveriş ekonomik alışverişe benzese de ödüller sadece para, mal ve hizmet değildir. Sevgi, saygı, güven, güzellik ve statü arayışı gibi maddi olmayan ödüller büyük önem taşır. Ödülün yokluğu ceza demektir. Beklentileri karşılayacak biçimde işleyen ödül-ceza mekanizması, aile hayatının sürdürülmesini sağlar.
Sembolik etkileşimcilik ise aile bireylerinin birbirlerinin davranışlarını anlamlandırma ve yorumlama süreçleri ile sembolik anlamlara ağırlık verir. Birincisi, insanlar, özne ve nesnelerin kendileri için taşıdıkları anlamlara göre tepki verirler. İkincisi, o şey farklı kişilere göre farklı anlamlar taşıyabilir. Üçüncü ilke ise yüklenilen anlamın kalıcı olmadığını ifade eder. Aynı şeye verilen anlam zaman içinde değişir.
Sistemler teorisi aileyi canlı açık bir sistem olarak kabul eder. Tüm canlı sistemler gibi aile de, üyeleri arasındaki karşılıklı ilişkilerle oluşur ve varlığını sürdürür. Tüm açık sistemler gibi dağılmaya yatkın bir yapıdır; aynı zamanda varlığını korumak amacı ile kendini yeniden üretir. Karı-koca, baba-çocuk, anne-çocuk, kardeş-kardeş vb. olmak üzere farklı aile üyeleri arasındaki ilişkilerin her biri bir alt sistemdir. Bu alt sistemler iç içe geçmiş bir hâlde aileyi oluşturur. Aile, üyeleri arasında karşılıklı etkileşimlerle oluşan bir sistemler örüntüsüdür. Aile kapalı bir sistem değildir; dış ve iç etkileşimlere oluşan aile bireylerinin isteklerinde ve amaçlarındaki değişimler ailede var olan kalıplarla uyuşmazsa çatışma ortaya çıkar. Ancak her sistem gibi aile de, denge hâlini bulmaya çalışır. Aile sistemi içinde rekabet, işbirliği, kaçma, uyma, çatışma, uzlaşma, uyarlama, benzeştirme gibi çeşitli etkileşim tipleri yaşanır.
Pozitivist sosyolojinin egemen teorisi, işlevselci teori, aile sosyolojisindeki etkisini uzun süre devam ettirmiştir. Toplumsal sistemlerin dengeyi nasıl koruduğu ve nasıl yeniden kurduğu sorularına odaklanan işlevselci teori aileyi, toplumun temelini oluşturan bir sosyal kurum olarak ele alır. Sanayileşme-kentleşme-modernleşme sürecinde kurumsal işlevler, dolayısıyla aile içi rolleri değişmiş ve geleneksel ailenin yerini yakın akraba ilişkilerinden “yalıtılmış” çekirdek aile almıştır.
İşlevselci teoriye tepki olarak ortaya çıkan çatışma teorisi, Marksist teoriye dayanmaktadır. İşlevselci teori ortak normlar ve uyum üzerinde odaklanmış iken çatışma teorisi uzlaşmazlıklar, çatışmalar ve güç ilişkileri üzerinden biçimlenmiştir. Otorite, iktidar, güç, güç ilişkileri, çatışma, çıkar kavramları teorinin kavramsal çerçevesini oluşturur. Aile içi ilişkiler de bu kavramlar ile analiz edilir. Çatışma teorisi daha sonra feminist teorilere kaynak olmuştur.
Yaklaşık son elli yıldan beri aile sosyolojisinde feminist yaklaşımın etkisi giderek artmaktadır. Çatışma teorisinden beslenen ve 1970’ler ve 1980’lerde aile ile ilgilenmeye başlayan feminist yaklaşımın odak noktası toplumsal cinsiyet olmuştur. Aile, tüm bireyleri ile değil daha çok kadın-erkek karşıtlığı üzerinden analiz edilmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği teriminin farklı kavramlaştırılması nedeniyle farklı feminist teoriler ortaya çıkmıştır. Türkiye’de çatışmacı olmayan, kadının aile içindeki ve kamusal alandaki konumunun iyileştirilmesi gerektiğini savunan yaklaşımlar ise “toplumsal cinsiyet eşitsizliği” kavramı yerine “toplumsal cinsiyet adaleti” kavramını kullanmaktadır.
On dokuzuncu yüzyılda başlayan sanayileşme-modernleşme ile tüm dünyayı saran ve giderek hızlanan yoğun değişim sürecinde ailenin geleceği aile sosyolojisinde önem kazanan bir konu olmuştur. Modern anlayışın bireycilik, akılcılık, özgürlük, dünyevilik gibi yatay sosyal dünyaya ait olan temel değerleri modernleşme-sanayileşme-kentleşme süreci içinde pekişmeye başlamış ve 1990’larda SSCB’nin dağılması ile başlayan küreselleşme aracılığı ile tüm toplumları kuşatan yeni formlara ve yeni kavramlara ulaşmıştır. Yirmi birinci yüzyılda aile, çok farklı bir dönüştürme eylemi ile karşı karşıyadır. Çeşitli feminist teoriler içinde “radikal” feminist teoriler aileye karşı bir konumda yer alırken, 1990’larda başlayan “queer (kuir) teorisi” ailenin dönüştürülmesi amacını taşımaktadır. “Toplumsal cinsiyet eşitsizliği” yerine “çoklu cinsiyet kimliği” kavramına dayanan kuir hareketi, kadın-erkek şeklindeki heteroseksüel, ikili cinsiyet sistemini reddeder. Bilimsel bilgi birikiminden yararlanan ve bilim terminolojisini kullanan bu tür akımlar bilimsel teori olmaktan ziyade ideolojik-aktivist yönelimlerdir.
Aile yapısındaki değişimleri ve ailenin maruz kaldığı sorunları sadece modernizme bağlamak indirgemecilik olur. Batı dışı toplumlar modernizmin kuşatıcılığı karşısında, kendi çekirdek kültürel değerlerini hayata geçiren mekanizmaları kuramadıkları ve besleyemedikleri için kendilerine özgü bir çözüm üretememişlerdir.
F. Beylü Dikeçligil