BÖLGESEL COĞRAFYA

Nazmiye ÖZGÜÇ views3938

Coğrafyanın, yeryüzünün bölge niteliği taşıyan alanlarının incelenerek diğer bölgelerle olan benzerliklerini, farklılıklarını, ilişkilerini ve dağılış özelliklerini sebep-sonuç ilişkilerine dayalı olarak inceleyen dalıdır.

Coğrafyanın birbiriyle karşılıklı ilişkili ama birbirine karşıtmış gibi görünen dallara ayrıldığı bilinir; örneğin “Fiziki coğrafya” ve bunun karşısında “Beşerî coğrafya” ya da “Genel coğrafya” ve bunun karşısında da “Bölgesel coğrafya” gibi. Ancak Fiziki ve Beşerî coğrafyalarda alt dallar hâlinde de çeşitli konular (jeomorfoloji, klimatoloji, nüfus coğrafyası, yerleşme coğrafyası vb.) şeklinde ayrımlar sürüp gider. Araştırma ya da bakış açısı bakımından asla unutulmaması gereken husus ise bilim dalındaki her bir konunun her coğrafyacı için aynı önemi taşımadığı ve “yeryüzündeki olguların karşılıklı ilişkilerinin incelenmesi olan” coğrafyada yalnızca iki yolun, iki bakış açısının var olduğudur. Bunlar, coğrafi olguları genel olarak inceleyen, teori ve kurallar geliştiren sistematik ya da genel coğrafya (başka bir deyişle de konusal coğrafya) ile coğrafi olguları, adına “bölge” denilen, belirli mekân birimlerinde ayrıntılarıyla inceleyen özel coğrafya, yani bölgesel coğrafyadır.

İkinci yaklaşım ele alındığında, en sık rastlanan, fiziki ve beşerî çeşitli elemanları birlikte ele alan ya da bunları belirli mekân parçalarında birbirleriyle yoğuran yaklaşım olan “bölgesel” yaklaşım, uzun zamandan beri genelde “monografya” olarak da anılmaktadır.

Bu yaklaşım için ikinci özellik olarak söylenebilecek husus, bölgesel coğrafya araştırma ya da incelemesinin belirli bir alanda beşerî ya da fiziki coğrafya konularının ağırlıklı olarak yapılmasının da mümkün olduğudur. Hatta günümüzde artık bu yaklaşım daha da dikkat çekmektedir. Bu durumda, yapılan çalışma ya da araştırma bir “bölgesel fiziki coğrafya” (örn. “İç Anadolu’nun jeomorfolojik özellikleri” vb. gibi) ya da “bölgesel beşerî coğrafya” (İç Anadolu’da tarım faaliyetlerinin özellikleri vb. gibi) çalışması olacaktır. Bu iki bakış açısı coğrafyanın alt kollarını değil, coğrafyada yapılacak inceleme ve araştırmalara birer yaklaşım biçimini oluşturur.

Bölgesel bakış açısının öteden beri coğrafyada büyük önem taşıdığı görülür. Esasen 1648’de Bernard Varenius tarafından “özel coğrafya” olarak tanıtılan bölgesel coğrafya, çok daha sonra, özellikle Fransız coğrafyacı Vidal de la Blache ile birlikte ağırlık kazanmıştır. Vidal, coğrafyanın odak noktası olarak “içinde kültürel ve doğal olguların birlikte incelenebilecekleri” bölgeyi alıyor ve her bir bölgeyi “insan ile fiziksel çevresi arasındaki karşılıklı etkilenmenin biricik açıklaması olarak” kabul ediyordu.

Avrupa’da 19. yüzyıl sonlarında, “bir inceleme tarzı” olarak bölgesel coğrafya gelenek hâline gelmiş ve coğrafyanın bütünleşmesinde önemli rol oynamıştı. Fransa’da Vidal de la Blache ile özdeşleşen bölgesel coğrafyanın temelleri Almanya’da A.von Richthofen tarafından atılmış ve bu temeller sıkı bir şekilde A.von Humboldt tarafından kurulmuş bir metodolojik çerçeveye oturtulmuştu.

İngiliz bölgesel coğrafyası başka bir dizi etkiyi yansıtan ama merkezinde yine aynı kaygının yani hem fiziksel hem de beşerî unsurları birleştiren, yalnızca coğrafya bilimine ait görülebilecek bir inceleme konusu olarak ayırt edilme kaygısının yattığı bir bölgesel coğrafyaydı. Bu nedenle H. J. Mackinder, sistematik yaklaşımdan çok bölgesel yaklaşımı kullanmanın daha uygun olacağını ve “bölgelere göre incelemenin coğrafi tezleri, argümanları sınamak için olaylara göre incelemeden daha mantıklı bir yol olduğu”nu belirtiyordu.

Bölgesel coğrafya üzerine metodolojik ve teorik tartışmalar ABD’ye ise biraz geç ulaştı. 1939’da Richard Hartshorne Alman coğrafi literatürünü derinlemesine tarayarak meydana getirdiği dev eserinde şunu ileri sürüyordu: “Coğrafyanın biricik rolü herhangi bir zamanda, genelde ise şimdiki zamanda, farklı kısımları arasındaki farklılıkları tasvir etmeyi, yorumlamayı bekleyen dünyayı incelemekti; bu da en iyi bir şekilde bölgesel coğrafyada yansır”.

Fiziki olsun beşerî olsun genel ya da sistematik coğrafyada, coğrafyanın doğası gereği birçok konunun mekâna dayandırılacağı zaten ortada olduğuna göre bölgesel bir temelinin mutlaka olması gerekmektedir. Nüfusun, yer şekillerinin, iklimin, toplumsal ya da ekonomik olaylar ve benzerlerinin incelenmesi bir mekâna dayandırılacaktır. Bölgesel ve genel coğrafyalar aslında birbirlerini tamamlayıcıdır ve coğrafyanın bu iki kısmı arasındaki dengeyi korumak önemlidir.

Bölgesel coğrafya çeşitli alanları ayrıntılı olarak inceleyip örnek olayları ele alırken çok sayıda konu arasında da bağıntılar kurmak zorundadır fakat genel kurallar geliştiremez. Genel (sistematik) coğrafya ise belirli bir zamanda bir özelliği daha geniş bir bakış açısıyla inceler ve belirli bir zamanda bir konuyu etkileyen faktörler üzerinde durur; böylece genel kurallar geliştirebilir. Bölgesel ve sistematik coğrafyaların birbirlerini “tamamlayıcılığı” şöyledir: Bölgesel coğrafya çok miktarda bilgi sağlayarak her bölgeye ayrı ayrı gidemeyecek olan genel coğrafyacıya katkıda bulunur. Buna karşılık genel coğrafyacı da bölgesel coğrafyacının çalışmalarına anlam katacak kural ve ilkeleri bir çerçeve hâlinde sunarak ona katkı sağlar. Amerikalı coğrafyacı Schaefer, eleştiriyle karşılanmış olsa da “bölgesel coğrafya, temelde, teorik olan konunun (coğrafyanın) laboratuvar yanı hâline gelmelidir” önerisinde bile bulunmuştur.

1960’lı yıllarda coğrafyada teori arayışlarının hızlanmasıyla, “klasik” olarak nitelenen, belirli bir mekân parçasının (yöre, bölge, ülke vb.) “monografya” tarzında incelenmesi olan bölge çalışmalarına eleştiriler getirilmişse de coğrafyanın “bölgesel” odak noktası, bölgesel bakış açısı asla yok olmamıştır. Bölgeler coğrafyada en merkezi konumu işgal etmişlerdir ve coğrafi literatürde de artık “klasik” olarak nitelenen çalışmaların çoğunu bölgesel monografyalar oluşturmuştur.

Ülkemizde de ilk bölgesel çalışma ve yayınların sözü edilen monografya tarzında olduğunu belirtmek gerekir. Türkiye’den belirli mekân birimleri seçip her yönüyle (beşerî ve fiziki) bu birimleri inceleyen bölgesel çalışmalar çokça yapılmıştır. Konusal (sanayi, tarım, ulaşım, turizm, iklim, jeomorfoloji vb.) uygulamalara göre bölgesel çalışmalar çok daha yakın sayılabilecek zamanlarda gelişmiştir.

Bir bölge ayrımına gidildiğinde, önce her bir bölgenin içinde insan faaliyetinin gerçekleştirildiği bir çevre olduğu göz önüne alınır. Bölge olarak kabul edilen bir mekân parçasında yaşayan insanlar yalnızca oranın özelliklerini değiştirmekle kalmazlar. Aynı zamanda doğal çevre tarafından kabul ettirilmiş sınırlar içinde orada işleyen ekonomik, toplumsal ve siyasal sistemlere göre yaşar ve çalışır, karşılığında da bölgeye kendi karakterini kazandırırlar. Böylece “iki yönlü bir süreç işlemekte”dir. Bölgelerin ayırt edici özelliklerini yaratmada insanlar başlıca gücü oluştururken, kendileri de başka unsurlar tarafından yaratılmış bölgesel özelliklerden etkilenirler. Böyle bir alan ya da bir iç türdeşliğe sahip herhangi bir alan bir “bölge” olarak ayırt edilebilir.

Yeryüzü de teorik olarak tek bir bölge, “dünya” olarak alınabildiği gibi sonsuz sayıda bölgesel kalıba da ayrılabilir. Hatta “daha küçük bölgelere ayrılamayacak hiçbir mekân parçası yoktur” fikrinin ağırlık kazandığı da görülmektedir. Bir “oda”dan başlayıp bir ülke-devlete, hatta yerküreye kadar uzanan her yer artık bir bölge olarak kabul edilebilmektedir.

Coğrafyacıların dünyayı küresel bölgelere ayırırken izledikleri, genelde birbirine benzeyen özelde ise bazı farklılıklar gösteren bölge ayrımları vardır. Örneğin, en yakın zamanlı bölgesel coğrafya kitaplarından “Dünya Bölgesel Coğrafyası”sında H. de Blij ve P. Muller 12 “dünya kültür bölgesi” almaktadırlar. Bunlar: (1) Güneybatı Asya-Kuzey Afrika, (2) Avrupa, (3) Hindistan ve çevresi, (4) Çin Dünyası, (5) Güneydoğu Asya, (6) Kara Afrika, (7) Orta ve Güney Amerika, (8) Kuzey Amerika, (9) Avustralya, (10) Rusya ve Orta Asya ülkeleri, (11) Japonya ve (12) Pasifik Dünyasıdır. Ayrıca, tarihsel, fizyografik ve kültürel faktörler göz önüne alınarak alt bölümler de ayrılmıştır. Örneğin, Güneybatı Asya-Kuzey Afrika’da “Araplar”, “Arap olmayanlar”, Avrupa kültür bölgesi içinde Kuzey Amerika, Avustralya-Yeni Zelanda gibi. Kültürel coğrafya incelemelerinde, kendi özellikleri olan binlerce kültür grubu varolduğu için bu kadar genelleştirmelere gidilemeyeceği gibi bundan doğru bir sonuç çıkarılamaz da ama genelleştirmelere duyulan ihtiyaç da ortadadır.

Sonuç olarak, bölgesel coğrafya çalışmalarında önemli katkısı olmakla birlikte bölgeye özelliğini veren unsurların sistematik incelenmesine karşı çıkmış ve çalışmalarında daima bölgesel bakış açısı ağır basmış olan Vidal de la Blache’ın sözleriyle, “bölgesel coğrafya, coğrafi araştırmanın başlangıcı değil, vardığı zirve olmalıdır”.

Nazmiye Özgüç

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi