Tabiat üstü güçlerden yararlandığını iddia eden kişilerin gizli metotlar uygulayarak olağanüstü sonuçlar elde etmek, olayları gerçeğe aykırı bir biçimde göstermek için kullandıkları teknikler ve yürüttükleri faaliyetlerin adıdır. Günümüzde bir nevi gösteri sanatı sayılan illüzyon ve göz boyayıcılık gibi faaliyetler de halk tarafından büyü olarak isimlendirilmektedir. ‘Büyü’ karşılığı olarak Arapçada, “bir şeyi olduğundan başka türlü göstermek, göz boyama, aldatma, hile” anlamlarına gelen ‘sihir’ kelimesi kullanılır. Çünkü sihirbaz birtakım araç ve gereçlerle gerçekte olanı, başka bir hâlde göstermektedir.
Tarihi çok eskilere dayanan büyü, Mısır, Babil, İran, Hint, Çin ve Grek kültürlerinde ve Eski Türk kavimlerinde yaygın biçimde kullanılmış, dinen yasak olmasına rağmen Yahudi ve Hristiyan geleneklerinde de yer etmiştir. Büyücüler dinî inanç, manevi duygu ve kutsal metinleri tarih boyunca hedeflerine ulaşmak için kullanmışlardır. Câhiliye dönemi Arap kültüründe de kehanet, fal okları, yıldızlara bakmak, küçük kareler çizip içlerine harf veya sayı yazmak, düğüm atmak ve üflemek gibi yollarla büyü yapmak son derece yaygındı. Araplar büyücülerden çekinir ve onlara saygı duyarlardı. Günümüzde de en gelişmiş toplumlarda dahi büyü, fal ve kehanet gibi uğraşılar çok sayıda kişinin ilgi alanına girmekte, hayatlarını yönlendirmektedir.
19. yüzyılın sonlarına doğru din üzerine çalışma yapan Batılı araştırmacıların çoğu, dinin kaynağının büyüye dayanan animizm, naturalizm veya totemizm olduğunu iddia etmişlerdir. Bu iddiaya göre din, evrim yoluyla muhtelif safhalardan geçmiştir ve en son safha tanrıların içinden en üstününün seçildiği monoteist dinlerdir. Bu teori karşısında “dinin başlangıcında bir yüce Tanrı inancı bulunduğu” görüşüne dayanan ‘ilkel monoteizm’ teorisi yer almaktadır. Bu teoriye göre başlangıçta insan, yaratıcı ve güçlü bir tek Tanrı’ya inanıyordu. Daha sonra tarihî şartlar neticesinde bu tek tanrıyı ihmal etmiş ve unutmuş, kendisini sayısız tanrılara, tanrıçalara, ruhlara ve mitolojik atalara dayanan gittikçe karmaşık hâle gelen inançlara terk etmiştir. Bu son teori özellikle teist ve monoteist dinlerin öngördüğü inanç manzumesi ile büyük ölçüde örtüşüyor görünmektedir. Buna göre dinlerde tekâmül değil dejenerasyon söz konusudur. Aslında ‘ilkel’ diye nitelenen dinlerdeki büyü seremonileri, ilk dinî model olan monoteist dinlerdeki birtakım ritüellerin bozulmuş şekli veya üretilmiş alternatifleridir. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de büyüyle uğraşanların bunu Hz. Süleyman’a dayandırma çabaları şiddetle reddedilmiş, ‘şeytan’ diye nitelenen kimselerin hem Hz. Süleyman’dan hem de Hârût ve Mârût adlı iki melekten öğrendiklerini tahrif ederek büyü şeklinde kullandıklarına işaret edilmiştir (Bakara 2/102).
İslâm alimlerinin bir kısmı büyünün gerçekliği bulunmayan, aldatma ve hilelere dayalı bir uğraş olduğu, insanlar ve diğer varlıklar üzerinde gerçekçi hiçbir etkisinin bulunmadığı ve olağanüstülük taşımadığı kanaatindedir. Yine bazıları sihirbazlık adı altında yapılan işlerin önemli bir kısmının cinlerle irtibat kurma ve onlardan yardım alma (cincilik) kabilinden olduğunu söylerler. Ancak alimlerin çoğunluğu göz boyama ve illüzyon kabilinden türleri bulunmakla birlikte tabiattaki bazı açıklanamayan etkileşimlere dayalı teknikleri kullanarak gerçek sonuçlar ortaya koyan uygulamalar şeklinde de türlerinin olduğunu söylemiş ve büyünün gerçekliğini kabul etmişlerdir.
İnsanların büyüye başvurması genellikle psikolojik sebeplere ve pratik ihtiyaçlara dayanmakla birlikte ona eşlik eden metafizik inanç ve kanaatler de önemlidir. Olaylara ve nesnelere hükmetmek, geleceği bilmek ve onu belirlemek, kendisini koruma altına almak, ağır bir sıkıntı veya hastalıktan kurtulmak, zenginlik, iktidar, intikam gibi arzularına ulaşmak insanları büyü ve benzeri uygulamalara sevk eden psikolojik sebepler ve pratik ihtiyaçlardır. Büyüye başvurmanın gerisinde çoğu kere varlığa ve varlığın yaratıcısına dahi bir cehalet, tahrif edilmiş bir metafizik ve kâinat anlayışı, Allah’a şirk koşmayı içeren yozlaşmış bir dinî düşünce yatar. Büyünün bazı çeşitlerinin olağanüstü bilgi ve güç ile Allah’ın irade ve kudreti üstünde işlerin başarılabileceği iddiasını barındırması tevhit inancına aykırı olup bu inanç büyücülere peygamberden hatta Allah’tan da daha büyük değer vermeyi beraberinde getirmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de büyücülerin felâh bulmayacakları bildirilmekte (Yûnus 10/77), firavunun Hz. Mûsâ’nın karşısına çıkardığı meşhur sihirbazların yaptıkları gösterilerin bir aldatmacadan ibaret olduğu ve bu sihirbazların onun gösterdiği mucizeler karşısında hakikati görüp iman ettikleri haber verilmekte (A’râf 7/106-122; Tâhâ 20/66), Hz. Süleyman’ın hükümranlığının sihir sayesinde olduğuna dair Yahudilerin iddiaları reddedilmekte (Bakara 2/102), düğümlere üfleyerek büyü yapanların şerrinden Allah’a sığınılması istenmektedir (Felak 113/4). Ayrıca birçok âyette Hz. Peygamber’in ve geçmiş peygamberlerin büyü yaptıkları ya da büyülenmiş olduklarına dair iddialar şiddetle reddedilmekte (Mâide 5/110; En’âm 6/7; İsrâ 17/47; Neml 27/13), Allah’ın izni ve yaratması olmadıkça büyünün herhangi bir etkisinin olamayacağı belirtilmektedir (Bakara 2/102).
Büyü kişilerin ve toplumların istismarına ve zarar görmelerine yol açan menfaat kökenli bir disiplindir. Bu nedenle İslâm dini başlangıçtan itibaren büyücülüğe şiddetle karşı çıkmış, büyü yapmak ve yaptırmak her türüyle haram kılınmış, Hz. Peygamber tarafından büyü, iman ve ahlâk açısından ferdî ve toplumsal hayatta doğuracağı sonuçlar dolayısıyla helâk edici yedi büyük günahtan biri sayılmış, fal ve kehanetle birlikte şiddetle yasaklanmış (Buhârî, “Vesâyâ”, 23; “Tıb”, 48; Müslim, “Îmân”, 145) hatta Hz. Ömer büyücülük yapanların cezalandırılacağını ilân etmiştir. Meseleyi kamu düzeni açısından ele alan fıkıh âlimleri, büyüyü toplum düzenini bozan eylemler arasında saymışlar ve bozgunculuk özelliği dolayısıyla yapana cezai yaptırım uygulanması yönünde görüş belirtmişlerdir.
Cağfer Karadaş