İslâm dünyasında hastaneler için kullanılan terimdir. Şifa evi, sağlık evi anlamlarına gelir. Bu adın yanı sıra kaynaklarda bimarhane (hasta evi), dârülâfiye (âfiyet/sağlık evi), dârüssıhha (sağlık evi), şifahane (şifa evi), bimaristan, maristan (hasta yurdu) terimleri de aynı manada geçer.
İslâm toplumlarında ilk hastanenin 707 yılında, Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik (ö. 715) tarafından kurulduğu belirtilmektedir. Büveyhî Emîri Adudüddevle’nin (ö. 983) 981 yılında Bağdat’ta yaptırdığı, “Bîmâristân-ı Adudî”de, Moğolların Bağdat’ı zapt ettiği 1258’e kadar bir yandan hasta tedavi edilmiş bir yandan da hekim yetiştirilmiştir. Büyük Selçuklu Devleti zamanında önem kazanan dârüşşifaların en ünlüleri Nureddin Mahmud (Şam, 1066), Nizâmülmülk (Bağdat, 1072), Necmeddin Gazi (Mardin, 1122) ve Gökböri (Musul, 1156) Dârüşşifalarıdır. Anadolu dışındakiler arasında, Kaymeri (Şam, 1248), Kalavun (Kahire, 1284), Argun Kâmili (Halep, 1352) Dârüşşifaları önemlidir. Şam’da Atabeg Nureddin Zengî’nin 1154’te kurduğu, kendi adıyla anılan bimâristanda tıp öğrencilerine Hipokrat, Galenos, Râzî ve İbn Sînâ’nın eserleri okutuluyor, pratik eğitimleri hasta yatağı başında yapılıyordu.
Anadolu’daki Selçuklu Dârüşşifaları, ticaret yolları üzerindeki şehirlerde yaptırılan müstakil binalarda faaliyet gösteriyordu. Bunlardan Gevher Nesibe Dârüşşifâsı ve Gıyâseddin Keyhüsrev Tıp Medresesi (Kayseri, 1206), Keykâvus Dârüşşifâsı (Sivas, 1217), Behram Şah’ın kızı Turan Melik Dârüşşifası (Divriği, 1228), Pervâne Bey Dârüşşifâsı/Gökmedrese (Tokat, 1275), Atabey Ferruh Dârüşşifası (Çankırı, 1235), Ali b. Pervâne Dârüşşifası (Kastamonu, 1272) ve Amasya Dârüşşifası (1309) binaları günümüzde mevcuttur. Amasya Dârüşşifası’nda çalışan cerrah-hekim Şerefeddin Sabuncuoğlu’nun 1465 yılında kaleme almış olduğu Cerrâhiyye-i İlhâniyye adlı eserinde bulunan, hekim ve hasta pozisyonlarını gösteren minyatür tarzındaki resimler ile cerrahi aletlerin çizimleri tıp tarihi açısından önemlidir.
Selçuklu dârüşşifaları Osmanlı Devleti tarafından da kullanmış, ayrıca Padişahlar ve hanedan mensupları hayır amacıyla sekiz dârüşşifa yaptırmıştır. Bânileri, dârüşşifaların yıllık masraflarını karşılamak üzere pek çok mal, mülk ve gelir vakf etmişlerdir. İslâmî vakıf geleneğini yaşatan birer hayır eseri olan dârüşşifalara kimsesizler, yoksullar, yolcular ve tüccarlar kabul ediliyor ve ücret alınmıyordu. Osmanlı dârüşşifaları büyük şehirlerde yaptırılan külliyelerin içinde yer alıyordu. Külliyelerde cami ve çevresinde medrese, kütüphane, imaret, mektep, hamam, han, çeşme, bedesten (kapalıçarşı), dârüşşifa, tabhane gibi sosyal hizmet, eğitim ve kültür birimleri bulunuyordu.
Osmanlı Dârüşşifaları dikdörtgen biçiminde, iç avlulu medrese planından geliştirilmiştir. Kubbeli hasta odaları revaklarla iç bahçeye açıldığı için hizmetler az sayıda personelle yürütülebiliyordu. Dârüşşifalarda bir hamam, ilaçların hazırlandığı ocaklı bir ilaç hazırlama odası/eczane ile eczanın saklandığı bir kiler bulunuyordu. Haftanın iki günü poliklinik yapılıyor muayene edilenlerin ilaçları ücretsiz olarak veriliyordu. Vakfiyelerinde dârüşşifalarda çalışacak idari personelin ve sağlık görevlilerinin sayıları, maaşları yer alır, ayrıca bu görevlere tayin edileceklerde aranacak ahlaki nitelikler belirtilirdi. İslâmî tıp geleneğinin sürdürüldüğü Osmanlı Dârüşşifalarında hasta tedavi edilmenin yanı sıra usta-çırak örgütlenmesiyle hekim de yetiştiriliyordu. Sadece Süleymaniye Külliyesi’nde dârüşşifanın hemen yanında ayrı bir tıp medresesi (tıp okulu) vardı. Süleymaniye Tıp Medresesi’nde teorik, dârüşşifada ise hasta başında uygulamalı eğitim yapılıyordu.
Osmanlı Devleti toprak kaybettikçe dârüşşifaların gelirlerini sağlayan vakıf mülklerinin bir bölümü sınır dışında kalmış, bir kısmı da türlü sebeplerle başkalarının eline geçmiştir. Mevcutların gelirleri düzenli olarak takip edilemediğinden, “Bimarhane” adını alan dârüşşifalar akıl hastalarına mekân olmuştur. Bimarhane sözcüğü de anlam değiştirerek “akıl hastanesi” karşılığında kullanılmıştır. 18. yüzyıldan itibaren ihtişamını kaybeden dârüşşifalarda bulunan akıl hastaları, kimi zaman zor şartlarda yaşamış olsalar da aynı yıllarda Avrupa’da işkence gören akıl hastalarından daha şanslıydılar.
İlk Osmanlı Dârüşşifası, 1391-1395 yıllarında Yıldırım Bayezid’in (ö. 1403) Bursa’da yaptırdığı külliyede faaliyete geçmiştir. II. Bayezid’in (ö. 1512) 1488’de Edirne’de yaptırdığı külliyenin içinde yer alan dârüşşifa, merkezi sistem olarak tanımlanan planın uygulandığı ilk hastanelerden biri olması bakımından dünya hastane tarihinde önemli bir yere sahiptir. Az sayıda çalışanla çok sayıda hastaya hizmet vermeyi sağlayan altıgen mimari yapısı, 19. yüzyılda Avrupa ve Amerika’daki bazı hastaneler tarafından örnek alınmıştır. Dârüşşifa açıldığında normal hastalar yanı sıra akıl hastalarını da kabul ediyordu. Akıl hastaları haftada üç gün gelen hanende ve sazendelerin icra ettiği müzikle tedavi ediliyordu. Dârüşşifada, “şuruphane” adıyla faaliyet gösteren eczane dünyadaki ilk hastane eczanesiydi.
Devrin en değerli hekimlerinin çalıştığı Fatih Dârüşşifası 1470’te hizmete girmiştir. Hasta tedavisi yanında hekim de yetiştiriyordu. 14 Eylül 1509’da İstanbul’da meydana gelen şiddetli depremde hasar gördükten sonra onarılmış fakat İstanbul’da kısa aralıklarla, 1747, 1754, 1766 yıllarında yaşanan depremler dârüşşifayı harap bir hâle getirince zamanla yıkılıp yok olmuştur.
Kanunî Sultan Süleyman’ın (ö. 1566) annesi Hafsa Sultan adına Manisa’da 1539’da yaptırmış olduğu Hafsa Sultan Dârüşşifası muhtemelen 19. yüzyılda akıl hastalarına tahsis edildi. Bu dönemde Ege bölgesine hitap eden Manisa Bimarhanesi, bir akıl hastanesine ihtiyaç olduğuna işaret etmektedir. Kanunî Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan (ö. 1558) adına Mimar Sinan’a (ö. 1588) İstanbul’da yaptırdığı külliyenin içinde bulunan Haseki Dârüşşifası, 1550’de hizmete girdikten sonra uzun yıllar hizmet vermiştir. Ancak bir kadın hastanesine ihtiyaç duyulunca, hastalar yanındaki Taş Konağa taşınmış ve “Haseki Nisa (Kadınlar) Hastanesi” adını almıştır (1884). Bakımsız kalan dârüşşifa, hasta ve yaşlı kadınlara ayrıldıktan sonra, 1894 depreminde kullanılamaz hâle gelmiştir. II. Meşrutiyetin ardından tamir edilip, “Haseki Mecânîn Müşahedehanesi” adıyla akıl hastalarına tahsis edilmiş, birkaç yıl sonra çıkan yangınla harabeye dönmüştür.
Süleymaniye Dârüşşifası ve Tıp Medresesi, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Süleymaniye Külliyesi’nin içindedir (1556). Tıp medresesinde haftada dört gün teorik dersler veriliyor, dârüşşifada ise hasta başında klinik eğitim yapılıyordu. Vakfiyesinde, “Mâristan” adı ile anılan Süleymaniye Dârüşşifası diğerlerine göre en üst dereceye sahipti. Burada diğer dârüşşifalarda tecrübe kazanan hekimler çalışabiliyordu. Ayrı bir bölümde yatan akıl hastaları müzikle tedavi ediliyordu. Hastaların ilaçları, “Dârü’l-akâkîr” adındaki, dârüşşifanın kendi eczanesinde yapılır ayrıca İstanbul’daki diğer dârüşşifaların ilaçları da buradan gönderilirdi. Bezmiâlem Valide Sultan Gureba-yı Müslimîn Hastanesi açılınca, erkek hastalar buraya nakledildi (1847). Bundan sonra Süleymaniye Bimarhanesi, Osmanlı Devleti’nin resmî akıl hastanesi olmuştur.
Toptaşı veya Atik Valide Dârüşşifası (1570-1579), III. Murad’ın (ö. 1595) annesi Nurbanu Sultan (ö. 1583) tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış olan Üsküdar’daki Atik Valide Külliyesi’ndedir. III. Selim döneminde süvari kışlası olmuş, daha sonra askeri hastane, askeri depo olarak kullanılmıştır. 1873’te Süleymaniye Bimarhanesi’nde bulunan akıl hastaları buraya taşındıktan sonra Toptaşı Bimarhanesi adını almıştır. Sultanahmet Dârüşşifası (1617), I. Ahmed (ö. 1617) tarafından yaptırılan Sultanahmet Camii’nin de içinde bulunduğu külliyedeydi; bugün mevcut değildir.
Nuran Yıldırım