Uluslararası İlişkiler disiplininde 1950’lerden itibaren etkin olmaya başlayan bir metodolojik akımdır. Davranışsalcılık Uluslararası İlişkiler disiplinin konusunun gözlemlenebilir ve sayısal verilere dökülebilir olgularla sınırlı olması gerektiğini savunur. Bu konuların araştırılması ve doğru ve geçerli bilgiye ulaşılması da ancak tarihsel ve felsefi metodoloji yerine sistematik ve bilimsel metodolojinin benimsenmesi ile mümkün olabilir. Psikoloji alanında başlayarak diğer sosyal bilim alanlarında da etkisini gösteren davranışsalcılık, Uluslararası İlişkiler alanında Amerika Birleşik Devletleri üniversitelerinde oldukça etkili olmuş ve ABD’de 1950 ve 1960’larda yetişen bu alandaki davranışçı akademisyenlerin etkisiyle 1970’ten itibaren Uluslararası İlişkiler metodolojisine egemen olmuştur. Chicago Üniversitesi’nin başını çektiği Amerikan üniversiteleri sosyal bilimler metodolojisinde davranışçı devrimi başlatmışlar ve Uluslararası İlişkilerin geleneksel köklerden arınıp modern bir sosyal bilim alanına dönüşmesinde önemli bir rol oynamışlardır.
Davranışsalcılık geleneksel siyaset bilimine bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Geleneksel metodları fazla betimsel bulan ve analitik teori inşa etme ve ilerleme kapasitesinden yoksun gören davranışsalcılar gelenek yerine bilimsel ilerlemenin tercih edilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Buna göre sosyal bilimlerin temel sorunu tarihe ve felsefeye bağımlı olarak gelişmesi ve bağımsız bir disiplin hâline gelememiş olmasıdır. Bu bağımsızlık için bilimsel metodolojinin benimsenmesi gereklidir. Davranışsalcılığa göre sosyal bilimlerin amacı, siyasal davranışta gözlemlenebilir ve genellenebilir benzerlikler ve düzenlilikler bulmaktır. Bu genellemeler test edilebilir ve doğrulanabilir olmalıdır. Bu genellemelere ulaşılırken kullanılan veriler geçerli ve güvenilir yöntemlerle toplanmış olmalıdır. Bu veriler kantitatif olarak ifade edilebilir veriler olmalıdır ve verilerin yorumlanması araştırmacının değer yargılarını ya da kişisel tercihlerini yansıtmamalıdır. Yapılan araştırmanın sonuçları sistematik hâle getirilebilir ve bir teoriye dönüştürülebilir standartlarda olmalıdır. Diğer sosyal bilim disiplinlerinin verileri ve teorileri siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler disiplinlerindeki araştırmalar için de kullanılabilir, zira sosyal bilimler bilimsellik ve metodoloji açısından bir bütündür. Ancak en önemlisi, davranışçılığa göre, araştırma sonucunda edinilen bilginin gerçek hayattaki gerçek sorunlara çözüm getirebilmesi gerekir. Başka bir deyişle, pratiğe dökülemeyen ya da uygulamada bir sorun çözmeyen bilginin bilimsel değeri yoktur.
Davranışsalcılık insan doğası, güç, akıl gibi sosyal bilimlerin odağı olmuş kavramlar yerine insan davranışını konu olarak almıştır. Davranışsalcılara göre sosyal bilimlerin bilimselleşmesi ve modernleşmesi için tarihsel araştırmalar ile felsefi ve etik söylemler üzerine inşa edilen çalışmaların yerini konusu gözlemlenebilir, ölçülebilir, test edilebilir, tekrarlanabilir ve formüle edilebilir çalışmaların alması gereklidir. Davranışsalcılığın en temel metodolojik kaygısı, bilimsel verilerin ve teorilerin değer yargılarından arındırılması olmasıdır; yani bir bilimsel çalışmanın güvenilirliğinin standardının o çalışmanın araştırmacının kişisel değer yargılarından ya da mensubu olduğu topluluğun tercih ve değerlerinden etkilenmemiş olmasıdır. Ancak bu durum davranışsalcılığın kişisel değerlerin ve araştırmacının özelliklerinin etkisini reddettiği anlamına gelmez. Burada amaçlanan, araştırmacının değer yargıları ve ön yargıları konusunda farkındalığını artırmak ve araştırma sürecinde bu yargıların etkisinin kontrol edilip süreçten ayrıştırılmasını sağlayarak araştırmanın bilimselliğini ve elde edilen verilerin güvenilirliğini güvence altına almaktır.
Davranışsalcılığın Uluslararası İlişkilerde etkinliğinin artması alanın ilk büyük tartışması olan realizm-idealizm tartışmasının realizmin üstünlüğü ile sonuçlanması ile aynı döneme denk gelmektedir. Uluslararası sisteme bakış açısı itibarı ile bilimsel metodolojiyi benimsemeye açık olan realistler için davranışsalcılık, sistem-aktör ilişkisinin açıklanması için gereken kavramsal ve yöntemsel araçları sağlamıştır. Uluslararası İlişkiler alanında tarihsel metodoloji yerine bilimsel metodolojinin benimsenmesi gerektiğine dair ilk çağrı Hans Morgenthau ve Kenneth Thompson’ın 1950’de yayınlanan Principles and Problems of International Politics (Uluslararası Politikanın İlkeleri ve Sorunları) isimli çalışmasında yapılmıştır. Özellikle dış politika analizi kuramlarının gelişmesinde büyük rol oynayan davranışçı çalışmaların diğer önemli örnekleri Morton Kaplan’ın (1957) System and Process in International Politics (Uluslararası Siyasette Sistem ve Süreç) ve Karl Deutsch vd’nin (1957) Political Community and the North Atlantic Area (Siyasal Toplum ve Kuzey Atlantik Sahası) isimli çalışmalarıdır.
Kantitatif veri analizleri ve sistem yaklaşımına dayanan davranışsalcı çalışmalar Uluslararası İlişkilerin ikinci büyük tartışmasını başlatmış ve Uluslararası İlişkiler için en uygun metodolojinin ne olması gerektiği, dönemin temel akademik tartışması olmuştur. 1970’lerin başı çeken paradigması olan davranışsalcılık, araştırma sürecinin değer yargılarından arındırılması ile ilgili öz-disiplin yaratmak suretiyle Uluslararası İlişkiler bilim dalına yadsınamaz bir katkıda bulunmuştur.
Ayşe Aslıhan Çelenk