Kelime anlamı “karşılık vermek, itaat etmek, âdet, hayat tarzı ve yol”dur. Terim olarak, tanrı veya tabiatüstü güç ve değerlere inanma ve bağlanma esasına ve kutsal düşüncesine dayalı kurum, kurallar, uygulamalar ve semboller düzeni ve bağlılarına bir hayat tarzı öngören sistem demektir. İslâmî literatürde genellikle “akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren ilâhî bir kanun” şeklinde terim olarak anlam verilen dinin bu tanımında ise kelimenin genellikle Kur’ân’daki kullanımlarının dikkate alındığı ve bu tanımlamanın Kur’ân’da bütün inanç sistemlerine din adı verilse de (bkz. En’âm 6/137, Yûsuf 12/76) daha çok İslâm dini için yapılmış olduğu görülmektedir. Bu tanımda dinin ilahî/vahiy kaynaklı, akıl ve irade ile ilişkili, bilgi ve tercih konusu ve bir davranış/ahlâk alanı olduğu ortak noktaları vurgulanmaktadır.
Batı dillerinde din karşılığında kullanılan "religion" kelimesine ise Latince kökenleri itibarıyla, “tekrar okumak, iyice düşünüp taşınmak, yükümlülük, bir şeyi vazife edinmek, kaybedilmiş bir şeyi tekrar bulmak, dikkatli olmak, tutmak, hürmet etmek, bağlanmak, insanın gerçeklikle yeniden bağlantı kurması” şeklinde anlamlar verilmektedir. Batılı bilim insanları tarafından yapılan din tariflerinde, büyük ölçüde bireysel tecrübe, bilişsel, duygusal, davranışsal ve toplumsal unsurlardan biri veya birkaçı öne çıkmaktadır. Dinlerde tabiatüstü/insanüstü varlık veya varlıklara inanç, bunlarla irtibat, kutsal düşüncesi, ibadet, ayin ve törenler, yazılı veya sözlü gelenek, inanılan varlık veya kutsalla ilgili duygular, bir insan, hayat, tarih, tabiat, dünya ve ölüm ötesi görüşü, toplumsal bir oluşum ve buna aidiyet gibi ortak konular bulunmaktadır.
Din olgusunun tarihî süreçte genelde iki şekilde anlaşıldığı görülmektedir. İlki, kişinin kendi dışındaki çevrenin alışkanlıklarından veya nesilden nesile aktarılan ölümsüz eserlerden etkilenmiş olarak yaşayabileceği nesnel/objektif bir gerçeklik ve bir milletin veya grubun tam anlamıyla bağlandığı inanç ve hareket metodu içeren ilke ve semboller bütünü; ikincisi ise objektif dindeki inanç ve davranışlara tekabül eden bireysel düşünüş, duyuş ve davranış tarzı, zihniyet, yani dindarlık denilen öznel/sübjektif hâl. Çoğu insanın din tecrübesine bizzat sahip olması, dinin mahiyeti, çok boyutlu ve çok yönlü olması, din tanımı yapanların amacı, alanı, bakış açısı, kişiliği, düşünce ve hayat tarzları, din tanımının yapıldığı dönemin genel havası ve o dönemde geçerli olan eğilim ve akımlar, dinlerin çeşitliliği, dinlerdeki değer problemi ve dinlerin orijinal kaynağı ile ilgili tartışmalar, bütün dinleri kapsayacak şekilde genel bir din tanımına ulaşma yönündeki girişimleri güçleştirmektedir.
Sosyal bilimlerdeki din tanımları dinin aslî unsurlarından ve işlevlerinden hareketle yapılmaya çalışılmıştır. Aslî tariflerde din, sahip olduğu kutsal, müteâl/aşkın, ilahî ve insanüstü gibi anlam ve öze/içeriğe bağlı olarak, işlevsel tanımlarda ise birey ve toplum hayatında icra ettiği faaliyete göre tanımlanır. Dinin aslî olarak tanımlanmasının odağında insanın inançlar, duygular, pratikler/uygulamalar, aşkın bir güç veya varlıkla ilişkisi vardır. Bu tür tanımların merkezinde kutsal bulunmaktadır. İşlevsel tanımlara göre ise din, toplumda son derece önemli bir role sahiptir, en temel ve belirleyici olgulardan biridir. Anlam verir, kimlik ve kişilik kazandırır, yapısal ve kültürel işlevleri yerine getirir. İnsana bir dünya görüşü temin eder, bulunduğu çevreden göç eden insanlar için bir kimlik kaynağı olur, dinî grup üyeliğiyle insanlara önemli bir aidiyet duygusu kazandırır. Ayrıca değer yargılarını ve tutumları belirleyerek birey ve toplum hayatı için önemli bir özellik olan devamlılık ve istikrara büyük katkı sağlar.
İslâm inancına göre dinin kaynağı Allah’tır. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar bütün peygamberlere gönderilen dinin ortak adı İslâm’dır. İslâm’ın temeli tevhid (Allah’ın birliği) inancı olup insanların Allah’ın razı olduğu doğru yolu bulması ve böylece dünya ve âhiret mutluluğuna ermesi için çeşitli inanç, ibadet, muâmelât (sosyal ilişkiler) ve ahlâk ilkelerine sahiptir. Kur’ân-ı Kerim’de “Allah katında din şüphesiz İslâm’dır” (Âl-i İmrân 3/19), “Kim İslâm’dan başka bir dine yönelirse onun dini kabul edilmeyecektir; o âhirette de kaybedenlerdendir” (Âl-i İmrân 3/85) ve “Bugün dininizi kemâle erdirdim; üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim” (Mâide 5/3) meâlindeki âyetlerle kaynağının ilâhî olması ve orijinalitesini koruması sebebiyle Allah katında geçerli dinin İslâm olduğu vurgulanmaktadır. Diğer dinlerden ilâhî vahye dayanmayanlara “bâtıl dinler”, ilâhî vahye dayanmakla beraber aslî şeklini koruyamamış olanlara da (Hristiyanlık ve Yahudilik) “muharref dinler” denilmiştir. Ayrıca vahye dayanan dinler veya kısaca ilâhî dinlere mecazi adlandırma ile “semavî dinler” de denilmektedir.
Din, tarihî ve evrensel bir olgudur. Özellikle ruh ve bedenden oluşan insanın manevî ihtiyaçlarını karşılayan, varlık ve hayata dair temel sorularını cevaplayarak anlamlandıran, insanı bütün yönleriyle kuşatıp yaşayışına, düşünce ve davranışlarına yön veren bir özelliğe sahiptir. İnsanın yüce bir kudrete bağlanıp sığınması, fıtratında var olan sığınma, güvenme ve bağlanma duygularına karşılık gelir. Allah’a iman insanın hayatta karşılaştığı yalnızlık, çaresizlik, korku, üzüntü, hastalık, felaket ve musibetler karşısında ona ümit, teselli ve güven sağlar. Ruhi sıkıntı ve bunalımlardan korur. Din insanın sadece Allah’a karşı değil, kendisine, ailesine, çevresine, diğer varlık ve canlılara karşı sorumluluk duygusuna sahip olmasını da beraberinde getirir. Dindeki âhiret inancı insanın bu dünyada yaptıklarından âhirette sorumlu tutulacağı bilinciyle ahlakî gelişmesine katkıda bulunurken ölüm korkusunun insan psikolojisi üzerindeki tahrip edici etkisini de önler ve sonsuzluk duygusunu karşılar.
Toplum hayatının ürettiği değerlerde de dinin etkisi büyüktür. Mimari, sanat ve edebiyat, örf, adet ve gelenekler, hukukî, siyasî, ekonomik ve sosyo-kültürel unsurlarda dinin belirgin bir yeri vardır. Din toplumda birlik ve beraberliğin, dirlik ve düzenin sağlanması, karşılıklı hak ve sorumluluklara riayet edilmesi, sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın gerçekleştirilmesi gibi açılardan da önemli rol oynar.
Ali Ulvi Mehmetoğlu