DOĞA FELSEFESİ

Tuncay SAYGIN views2884

Doğanın temelini, ana elementini/elementlerini, işleyişini, yasalarını bir bütünlükte ve akıl sınırları içinde açıklamaya çalışan felsefe alanıdır.

Doğa filozofları olarak da anılan Sokrates öncesi düşünürler, her şeyin kaynağı olduğunu düşündükleri bir veya birkaç ana ilkeden (arkhe) hareketle doğanın akıl sınırları içinde bütünsel bir açıklamasını yapmaya çalışmışlardır. İlk filozof olarak kabul edilen Miletli Thales’ten (ö. MÖ 546) önce şairler ve düşünürler (Hesiodos’un Theogoni’sinde olduğu gibi) tanrıların kökenini ve ortaya çıkışlarını konu edinirlerken, filozoflar “Doğa Üzerine” adlı eserlerle, doğanın ve içindekilerin nereden, nasıl meydana geldiğini araştırmışlardır.

Doğa felsefeleri, mitolojiye ve dinlere başvurmadan, evreni fizikî sınırlar dâhilinde açıklamaya çalıştıkları için bilimsel düşüncenin de başlangıcı olarak değerlendirilmişlerdir. Bu nedenle doğa felsefesi ifadesi sıklıkla doğa bilimi anlamında da kullanılmıştır.

Rönesans’la başlayıp modern bilim kavrayışlarıyla devam eden (Bruno, Kepler, Galileo, Newton gibi bilim insanlarının) evren tasarımları da yine doğa felsefesi olarak adlandırılmıştır. Felsefede hem bu tarihsel açıklamalar hem de benzeri evren tartışmaları daha sonraki süreçlerde ya Bilim Tarihine ya da Bilim Felsefesine dâhil edilmiştir.

Doğa’nın özünün anlaşılması hususunda Kepler’le başlayan süreçte matematiksel kavrayışın öne çıktığı ve Galileo’nun (ö. 1642) “Doğa kitabı, Matematik diliyle yazılmıştır” anlayışıyla devamlığını yaygın olarak günümüze kadar koruduğu ifade edilebilir. Bu tutum bazı filozoflara ve uzmanlara göre Descartesçı düalist tutumla desteklenmiş, pekiştirilmiştir.

Alman İdealistlerinden F. W. Schelling’in (ö. 1854) öncülüğünü yapmış olduğu ve Romantikler (Schlegel, Novalis, Goethe) arasında da yaygınlık kazanan doğa felsefesi (Naturphilosophie) akımı ise Kartezyen ikici düşünceye karşı zihinsel ve bedensel tözün (Schelling’in “doğa görülebilir tin, zihin görünmeyen doğadır” ifadesinde görüleceği üzere) özdeşliğinin, mekanik kavrayışlarının aksine de organik-evrimci doğa anlayışının bir savunusu olarak değerlendirilebilir. Schelling’in evrimci doğa felsefesinin aksine G. W. F. Hegel (ö. 1831) doğayı tinin fenomenolojisinin diyalektik bir aşaması olarak görür.

Felsefe tarihinde insan ve doğa arasında ayırıma giden düşünce geleneğinin aksine farklı kaynaklardan beslenerek farklı şekillerde bu ayrımı aşmaya yönelen, insanın doğa karşısında üstünlüğünü ve ilerlemeci öğretiyi reddeden anlayışlar da birer doğa felsefesi olarak değerlendirilebilir. Derin Ekoloji, Eko-Anarşizm, Ekofeminizm ve Eko-Fenomenoloji, bunlardan bazılarıdır.

Tuncay Saygın

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi