Güven kelime anlamıyla bir şeyin nitelik bakımından iyi olduğuna kanaat getirmek anlamını taşımaktadır. Bu kavram ekonomik güven ile birlikte düşünüldüğünde ekonomik gidişatın iyi olduğu, kırılganlıkların olmadığı ya da ekonomiyi etkilemediğine inanmak anlamında kullanılmıştır. Bu doğrultuda ekonomik güven ölçütleri geliştirilmiştir.
Genel ekonomik gidişatın ölçüsü olarak kullanılabilecek makroekonomik göstergeler ve finansal piyasalar hakkında genel durumu gösterebilecek finansal göstergelerin yanı sıra davranışsal ekonomi ve davranışsal finans bakış açısı ile incelendiğinde genel gidişatta beklentilerin rolü önem kazanmıştır. Bu görüş ile ekonomide karar alıcıların, yalnız kâr ya da gelir maksimizasyonu ya da risk ve getiri gibi faktörler üzerinden değil aynı zamanda beklentiler gibi psikolojik faktörlerin de alınan kararlarda önemli olduğu ortaya konulmuştur.
Ekonomik güvenin azalması hâlinde konunun iki tarafı ayrı incelenebilir. Bu iki taraf, üretici ve tüketici ya da üretim ve tüketim olarak ifade edilebilir. Her iki taraf için de sonuç benzerlik arz etmektedir. Ekonomik güvenin azaldığı dönemlerde ve benzer şekilde ekonomideki gidişata ilişkin belirsizlik hâkim olduğu dönemlerde, üretimde gelecekte yapılması planlanan yatırım kararlarından vazgeçilmesi ya da ertelenmesi söz konusu olacaktır. Tüketici bakımından incelendiğinde ise günümüzdeki ve gelecekteki tüketimde azalma olması beklenmektedir. Ancak istisna fiyat artışı yönünde bir beklenti oluşması hâlinde ekonomik güvende azalma yaşanırken bu durumun şimdiki tüketimi artırma ihtimali karşımıza çıkmaktadır. Sıralanan her durumda ekonomik güvende azalma ya da ekonomiye dair bir belirsizlik gerek reel gerekse finansal kesimde durgunluğa ve/veya dengesizliğe yol açmaktadır.
Ekonomik güvenin takibi için oluşturulan ekonomik güven endeksi, tüketici ve üreticilerin genel ekonomik duruma ilişkin değerlendirme, beklenti ve eğilimlerini özetleyen bir bileşik endekstir. Bileşenleri; tüketici güven endeksi, reel kesim, hizmet, perakende ticaret ve inşaat sektörleri güven endekslerinin alt endeksleridir ve bu alt endekslerin ağırlıklandırılarak birleştirilmesinden oluşmaktadır. Ekonomik güven endeksinin 100’den büyük olması genel ekonomik duruma ilişkin iyimserliği, 100’den küçük olması ise genel ekonomik duruma ilişkin kötümserliği göstermektedir.
TÜİK tarafından hesaplanan bu gösterge, toplumdaki birçok farklı kesimin ekonomiye olan etkisini ve bakış açısını göstermektedir. Ekonomik güven endeksi genel olarak ekonomik duruma ilişkin iyimserliğin veya kötümserliğin bir ölçüsüdür. Çok sayıda ekonomik gösterge değerlendirilerek oluşan bu ölçek yine çok sayıda ekonomik göstergeyi ve ekonomideki aktörlerin davranışlarını etkilemektedir.
Ekonomideki aktörlerin güveni ile reel sektör ve finansal sektör ilişkisi bu alanda en sık araştırılan konudur ve yakın ilişkinin varlığı ve hatta nedensellik ilişkilerinin ortaya koyduğu çalışmalar literatürde çoğunluğu teşkil etmektedir.
Ekonomik güvenden hareketle tartışılan ve ilişkilendirilen kavramlara “kurumların güvenilirliği” ve “piyasalara ve piyasaların işleyişine güven” örnek olarak verilebilir.
Kurumlara olan güven; bir ekonomide belirleyici faktörlerden olan kurumlara güven aslında kurumların sadece kurumsal yapılarının sağlam olmasına değil aynı zamanda kurumların işleyişine olan güven anlamında kullanılmaktadır. Kurumsal yapının doğru ve şeffaf işleyişi kamu politikalarının doğru ve eksiksiz uygulanmasını, oluşabilecek anlaşmazlıklar ya da aksaklıkların hukukî süreç içinde çözümlenebileceğinin teminatıdır. Bu durumda hem ulusal hem de uluslararası ekonomik faaliyetlerin işleyişinde güven temelinde olumlu bir etken olmaktadır. Bu konuda ekonomi literatüründe önemli bir araştırma konusu merkez bankasının güvenilirliği üzerinedir. Önemli olmasının nedeni sadece bir kurum olarak bağımsızlığı ve dolayısıyla güvenilirliği alakalı değil aynı zamanda bu kuruma olan güvenin başlı başına bir politika aracı olarak kullanılabilmesi ile alakalıdır.
Piyasalara ya da piyasaların işleyişine olan güven; kısa ve uzun vadede farklı etkilere sahip olmakla beraber, piyasaların kendi iç işleyişi ve diğer piyasalar ile olan uyumlu işleyişi vasıtasıyla meydana gelebilecek aksaklıkların zamanla çözümleneceği, istihdam ve katma değer yaratma kabiliyetinde aksaklığa mahal vermeyeceği anlamına gelmektedir.
Ekonomik güven ile ekonomik beklenti kavramları birbiri ile ilişkili kavramlardır. Ekonomik beklentilere dayalı olarak karar alma konusunda incelenmesi gereken literatür ve tartışmada Fisher’in Faiz Teorisi (1930), Keynes’in İstihdam Faiz ve Paranın Genel Teorisi (1936), Cagan’ın Adaptif Beklentiler (1956) ile Muth’un Rasyonel Beklentiler (1961) çalışmaları, tartışmanın öğeleri olmuştur. Bu çalışmalar beklentilerin rolüne dair birincil çerçeveyi çizmektedir.
Elçin Aykaç Alp