Varlığın olduğu gibi anlatılması yerine, sanatkârın iç dünyasının dışa vurumunu öne çıkaran, 1910’da Almanya’da ortaya çıkan, I. Dünya Savaşı yıllarında gelişen ve 1920’lerin ortalarına kadar etkisini gösteren bir akımdır.
Akımın özünde, savaştan duyulan bunaltı ve bezginlik, huzursuzluk ve tedirginlik, bunun meydana getirdiği “yeni bir insan” arayışı yatar. Bu arayış, yeni bir gerçeklik ve sanat arayışını, yeni bir toplumsal yapıyı, kısaca yeni bir hayat beklentisini ve bu hayatı oluşturma özlemini de getirir.
Aslında ekspresyonizmi, Batı aydınının içinde yaşadığı çağa ve o çağın değerlerine karşı bir başkaldırma çıkışı olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Ekspresyonistler, toplumsal değerlerin tamamına, yerleşik toplumsal ahlâk anlayışına, törelere, Batı’yı Batı yapan değerlerden birisi olarak Hristiyanlığın ilkelerine, aristokrasiye ve burjuvalara kökten karşıdırlar. Onların düşüncesinde ve söylemlerinde öne çıkan, sürekli olarak kendilerine atıfta (göndermede) bulundukları Hz. İsa, Charles Darwin (ö. 1882), Frederich Nietzche (ö. 1900), Karl Marx (ö. 1883) ve Sigmund Freud (ö. 1939) gibi belli isimler vardır.
Hz. İsa, yaşadığı çağın oturmuş değer yargılarına başkaldırmış, insanlık için yeni bir sevgi, barış, kardeşlik ve hoşgörü çağı istemiş ve gerçekleştirmeye çalışmıştır. Fakat sonraki yüzyıllarda Batılı insan, onun bu özlemlerini ve gerçekleştirmek istediği hayatın ilkelerini kendi çıkarları doğrultusunda bozmuş, değiştirmiş ve çarpıtmıştır.
Darwin’in evrim anlayışı, ekspresyonistlere sıcak gelmiştir. Çünkü şikâyet ettikleri Batı hayatı ve insanının, ileride değişeceğine inanmak istemişlerdir. İç dünyalarındaki değişim inancı onları, insanı tahakküm etmekten, sömürmekten, savaşmaktan vazgeçeceği bir insana dönüşme noktasına yönlendirmiştir.
Akımın bazı mensuplarında Freud’u benimseyen bir tutum görülür. Onlara göre insanların ve toplumun ortaya çıkardığı kötülüklerin temel etkeni, onların bilinçaltlarını da oluşturan hayat kodlarıydı. Bu kodlar ise Batılı için ahlâk, din, toplumsal dayatmalar ve töre tarafından belirleniyordu. Freud, insanın bilinçaltına inen çalışmaları ile bu akımın kimi mensuplarına etki etmiştir. Marx, Avrupa’nın Kapitalist ahlâkını ve üretim biçimlerini değiştirmek istemesi ile Nietzche ise yerleşik değer yargılarının dışına çıkan ve dışlayan felsefesi ile ekspresyonistlerin okuduğu ve etkilendiği düşünürlerdendir.
Ekspresyonizm, resim ve heykeltıraşlık gibi diğer sanat alanlarında da etkili olmuştur.
Ekspresyonistlere göre, dış gerçek, asıl gerçeğe ulaşmanın önünde bir settir, asıl gerçek insanın içinde gizlidir. Gerçek objektif (nesnel) değil, subjektiftir (öznel). İnsanın içindeki gerçeklik idrâki esastır. Sanatkarın görevi de bu iç gerçekliği yaratmak ve onda derinleşmektir. Nesnenin anlamı onun görüntüsüne bizim yükleyeceğimiz anlamdır. Sanatın amacı iç gözlemdir. “Ekspresyonist, dış dünyada bulamadığı mutluluğu kendi iç dünyasında arayan ve bulduklarıyla dış dünyayı değiştirmeye çalışan insandır.” İç gözlemin ikinci aşaması, bunun dışa yansıtılmasıdır. Bunu da sanat yapacaktır.
Akım toplumsal olanı, toplumun değer yargılarını, toplumsal paylaşımı değil, bireyin iç dünyasını, onun gerçekliğini önemsemiştir. Bireyin bu kadar öne çıkması, insanı içinde yaşadığı toplumdan hatta kendinden bile soyutlamayı birlikte getirir. Sanat eserinde gerçekliğin idrâki için geriye yalnızca iç ben veya ruh kalır. Bu iç gözlem ve soyutlama tutumu, ekspresyonizmi aslında bir kaçış akımına dönüştürmüştür. Ekspresyonizm dış dünyanın olumsuzluklarından sanatkârın iç dünyasına, o dünyada oluşturduğu hayallere, kişisel gerçeklik algısına ve hatta soyut ideallere bir kaçıştır.
Ekspresyonistler, Avrupa’da I. Dünya Savaşı kuşağı yazarlarıdır. Ancak onlar bu savaşın getirdiği acıları ve sorunları çözme, bu uğurda yeni bir insanı oluşturma ve yeni bir estetik anlayışı kalıcı kılma noktalarında çok da başarılı olamamışlardır. Bunalımın, içine doğdukları hayattan ve toplumsal şartlardan memnuniyetsizliğin, hayatın açmazlarının bir çığlığı olarak kalmışlardır.
M. Fatih Andı