Etnografik analizi daha iyi anlamak için Amerikalı dil bilimci ve antropolog Kenneth Pike tarafından 1954 yılında geliştirilen kavramlardır. 1960 ve 1970’lerde yapılan etnografik çalışmalarda sıklıkla kullanılsalar da sonraki yıllarda antropologlar tarafından genelleme ve basitleştirme eleştirilerine maruz kalmışlardır. Emik kavramı antropologların veya diğer sosyal bilimcilerin çalıştığı toplumlara “içerden” bakan, onların kendi kültürel kategorilerini ve anlamlarını yansıtan bakış açısını kapsarken, etik kavramı ise sosyal bilimcilerin “dışarıdan” bakan, kendi görüşlerini ve düşüncelerini yansıtan bakış açısını kapsar.
Burada içeriden ve dışarıdan kavramları antropoloğun çalıştığı toplumun içerisinden veya dışarısından olmasına karşılık gelmez. Uzun soluklu etnografik çalışmalar yapan antropologlar araştırdıkları toplumla birkaç yıl iç içe yaşayarak, aynı meslekleri yaparak, aynı dili konuşarak ve aynı toplumsal etkinliklere katılarak “içeriden” bir bakış açısı kazanabilir. Buna karşın, bir toplumun içinden bir sosyal bilimci de analitik ve eleştirel bir mesafe alarak kendi toplumuna “dışarıdan” bakabilir. Kendi toplumundan toplumsal cinsiyet kimliği, ırkı veya etnik aidiyeti ve sınıf veya statüsü açısından dışlanmış azınlıklardan çıkan sosyal bilimciler ise bu eleştirel mesafeyi kurmaya daha yatkın görünür. Buna örnek olarak Almanya’dan Amerika’ya göçen Musevi bir ailenin çocuğu olan Franz Boas verilebilir. Etik perspektif, araştırmacının kendi kültürel bağlamında şekillenmiş düşüncelerinin etkisiyle başka bir toplumun kültürel özelliklerine bakarken, bunları “yanlış” diye yargılayıp etnosantrizm tehlikesi içerirken, emik perspektifte de araştırılan toplumun kültürel dinamiklerini fazlasıyla içselleştirme ve eleştirel ilkelerden uzaklaşma riski bulunur.
1980’lerden itibaren toplumların kendi kendilerini temsil etmesi önem kazanınca emik ve etik bakış açılarının birbirleriyle diyalog hâlinde kullanılmasına vurgu yapıldı. Örneğin, Death Without Weeping (Ağlamaksız Ölüm) eserinde Kuzeydoğu Brezilya’da “favela” ismi verilen gecekondulardaki üç kuşak kadının hayatlarını inceleyen Amerikalı antropolog Nancy Scheper-Hughes, uzun yıllar bu mahallelerde yaşadıktan sonra bu kadınların annelik konusundaki görüşlerinin tipik Batılı bakış açısına göre çok farklı olduğunu göstermiştir. Aynı kitapta, annelik konusunda kendi bakış açısını da sorgulayan Scheper-Hughes etik ve emik bakış açısının etkileşimini de kendisinin Brezilyalı kadınlarla diyaloglarından alıntılar yaparak başarıyla göstermiştir.
Ayşecan Terzioğlu