FAAL AKIL

Muhittin MACİT views4377

Klasik dönem akıl tasavvurlarına bağlı olarak üretilmiş olan faal akıl kavramı, suretleri kabul etme potansiyelinin bilfiil hâle gelmesi veya getirilmesi anlamına gelir. Akıl sözlükte engellemek, alıkoymak ve bağlamak anlamlarına gelir. Terim olarak ise klasik felsefede insan ruhunu veya nefsini yanıltıcı bilgiden koruyan, algıları düzenleyen ve bilinçli düşünme işlevinin kaynağı olan yeti anlamına gelir. Sokrates, Platon ve Aristoteles’te akıl, aldatıcı bilgiye karşı, tutarlı ve doğru düşünce işlevi anlamına gelir. İlk sistematik felsefi teorilerin kurucusu olan Aristoteles (ö. MÖ 322) felsefesinde “psükhe”nin yani nefsin bir parçası olan ve düşünme işlevi olan, insani meleke ve yetenek anlamına gelir. Buna göre bitkiler, hayvanlar ve insanlar nefs veya ruh sahibi varlıklar olarak kabul edilmiş ve aralarında ayrıştırıcı bir niteliğin veya işlevselliğin bulunması, potansiyel olarak insan nefsinin ayırt edici özelliği olan nâtık olmayı öne çıkarmıştır. Nâtık olma aynı zamanda pek çok anlama işaret etmektedir ki bunların her biri sadece insan türüne özgü anlamlardır. Konuşma, düşünme ve düşünebilmenin kurallarını üretebilme, bu anlamların en temel olanlarıdır. Bu yüzden nâtık olma aynı zamanda akıllı varlık olma anlamını taşımaktadır.

Felsefe tarihi boyunca en çok etkili olan akıl anlayışlarından biri Aritoteles’in akıl teorisidir. Nefsi incelediği “peri psükhe” yani nefs/ruh üzerine isimli kitabında, kendi sisteminin temel kavramları olan kuvve ve fiil kavramlarına bağlı olarak insan aklını kuvve hâlinde olan ve fiil hâlinde olan diye iki kısma ayırmıştır. Buna göre kuvve hâlindeki akıl kabul ediciliği özellikle de suretleri ve biçimleri kabul ediciliği açısından fiil hâline gelebilme imkânına sahip olan akıl diye tarif edilebilir. Fiil hâline gelmiş olan akıl ise “Faal Akıl” veya “Active İntellect” adını alır. “Faal akıl düşünmenin fail sebebi olarak nasıl bir mahiyete sahiptir?” şeklindeki bir soru asırlar boyunca değişik şekillerde faal akıl anlayışının ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Orta Çağ boyunca felsefi tartışmaların önemli meselelerinden olan akıl meselesi faal akıl tartışmalarıyla sistemik formülasyonların üretilmesine sebebiyet vermiştir. Bu anlamda Fârâbî (ö. 950), İbn Sînâ (ö. 1037) ve İbn Rüşd (ö. 1198) gibi düşünürler faal aklı ve bilkuvve insan aklını daha geniş varlık şemalarının bir parçası hâline getirmişlerdir. Her birinin anlayışına göre faal akıl, insan aklını, düşünme kuvvesine sahip olduğu hâlden fiilen düşünür olduğu hâle ulaştırır. Her bir filozof faal aklın bu vazifeyi nasıl ifa ettiğini kendince açıklamıştır. Bu filozoflara göre, mücerret akıllar hiyerarşisi Tanrı’dan sadır olan İlk Akıl’dan başlayarak varlık hiyerarşisiyle simetrik bir düzen oluştururlar. Faal akıl bu akıllar dizisinin bizim varlık evrenimize kadar uzanan zincirin en son halkasıdır. En temel işlevi ay-altı alemin tamamının veya bir kısmının aşkın sebebi olarak varlığı ve bilgiyi bizim evrenimizi zihinsel olarak aydınlatan bir Güneş gibi etkinleştirip mükemmelleştirmektir.

Muhittin Macit

Kaynakça

Averroes (İbn Rushd). Long Commentary on the De Anima of Aristotle. Çev. Richard C. Taylor. New Haven: Yale University Press, 2009. 

Herbert A. Davidson. Alfarabi, Avicenna and Averroes on İntellect. New York, 1992.

İbn Sînâ. Şifâ, Kitâbu’n-nefs. (G. C. Anawati, Said Zayid) Kahire, 1975.

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi