Fikri haklar, ilim-edebiyat eserleri, musiki eserleri, güzel sanat eserleri ve sinema eserlerinden doğan haklar ile bunlara bağlı komşu hakları kapsar. Sınai haklar ise marka, coğrafi işaret ve geleneksel ürün adları, tasarım, patent ve faydalı modeller ve benzer modellere ilişkin hakları ifade eder. Önemleri dolayısıyla bu haklara ilişkin hususlar, fikri haklar (=eser) hukuku, sınai haklar hukuku ve ayırt edici adlar hukuku gibi alt dalları içeren ve ‘Fikrî Mülkiyet Hukuku’ diye de adlandırılan Fikri ve Sınai Haklar Hukuku kapsamında düzenlenmiştir. İçinde bulunduğumuz bilgi çağında, fikri ve sınai haklar hukuku, bilginin ve bilgi ürünü eser ve hakların korunması ve kollanması ile ilgili, uygulaması en yoğun olan alanlardan biridir.
Fikri ve sınai haklar yönetimi, bir işletmenin fikri ve sınai hakları ile ayırt edici ad, unvan ve işaretlerinin korunması, ticari olarak en etkili ve verimli şekilde değerlendirmesi/kullanması ile ilgili strateji ve politikaların belirlenmesi ve ilgili işlerin yönetilmesini ifade eder. Fikri ve sınai hakların ve yönetiminin artan önemine bağlı olarak, birçok kuruluş ve işletmede özel birimler oluşturulmakta, üniversitelerde teknoloji transfer merkezleri teşekkül ettirilmektedir. Fikrî ve sınai haklara ilişkin stratejiler, münferit olarak her hakkın kendisine özgü niteliklerine ve yönetime konu hakkın işletmeye ait olması/işletme bünyesinde ortaya çıkması ile işletme dışında bir üçüncü kişiye ait olmasına karşın, bir hukukî ilişki gereğince işletme tarafından kullanılmasına göre farklılık arz edecektir.
Türk hukukunda esas olarak 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nda düzenlenen fikri haklar, eser sahibinin tescile tabi olmayan, eserin meydana getirilmesiyle üzerinde doğan ve sınırlı sayı ilkesine tabi olan haklarını ifade eder. Eser sahipliğinden doğan malî ve manevi haklar olarak tasnif edilen hakların kendine has özellikleri bulunmaktadır. Örneğin malî haklar süreye tabi iken manevi haklar ebediyen korunmakta ya da manevi hakların kendisi/özü devre konu olmazken malî hakları devredilebilmektedir. İşletmenin hak sahibi olduğu bir eserin yönetimine ilişkin olarak dikkate değer birtakım hususlar bulunmaktadır. Öncelikle sahip olunan hakların sınırları kesin olarak tespit edilmelidir; zira bu suretle, hakların ihlale uğraması durumunda gerekli tedbirler alınabilecek, davalar açılabilecektir. Yine söz konusu durum, hakların bir üçüncü kişiye devredilmesi ya da kullandırılması hâlinde de önem kazanmaktadır. Malî hakların bir üçüncü kişiye devredilmesinde veya ruhsat verilmesi suretiyle kullandırılması durumunda, buna esas sözleşme ve tasarrufların yazılı olması ve işleme konu hakların ayrı ayrı gösterilmesi gerekmektedir.
Bir işletmede, işletme çalışanı tarafından bir eser meydana getirilmesi hâlinde çalışan ile çalıştıran arasındaki sözleşmeden veya işin mahiyetinden aksi anlaşılmadıkça; eser üzerindeki malî hakların kullanım yetkisi çalıştırana ait olmaktadır. Öğretide, söz konusu yetkinin malî haklarla sınırlı olmadığı ve çalıştıranın kullanım yetkisine değil de bizatihi hakkın kendisine sahip olacağı da savunulmaktadır.
İşletmenin başkasına ait bir fikri hakkı devralması veya ilgili hakka ilişkin olarak ruhsat alması durumunda da yukarıda ifade ettiğimiz yazılılık şartı ve devre/ruhsata konu hakların ayrı ayrı gösterilmesi gerekliliği varlığını korumaktadır. Böylesi bir durumda ayrıca dikkat edilmesi gereken husus, işlemin karşı tarafının meşru hak sahibi olduğunun, (bu kişinin de hakkı bir başkasından devralmış olması hâlinde ilk hak sahibine kadar geriye doğru tüketilerek), ispatının istenmesidir.
Hukukumuzda sınai haklar bakımından temel düzenleme kaynağı 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’dur. Sınai haklar, fikri haklardan farklı olarak tescile tabi olan haklardır. Bu hakların koruma süresi de kendi içinde farklılık arz etmekte olup: markalar için, başvuru tarihinden itibaren on yıl (bu süre, onar yıllık dönemler hâlinde yenilenebilir); tasarımlar için beş yıl (bu süre beşer yıllık dönemler hâlinde yenilenmek suretiyle toplam yirmi beş yıla kadar uzatılabilir); patentler için başvuru tarihinden başlamak üzere yirmi yıl; faydalı modeller içinse on yıldır. Sınai mülkiyet hakları devredilebilir, miras yolu ile intikal edebilir, lisans konusu olabilir, rehin verilebilir, teminat olarak gösterilebilir, haczedilebilir veya diğer hukukî işlemlere konu olabilir. Söz konusu hukukî işlemlerin tamamı yazılı şekle tabidir; ancak devir sözleşmelerinin geçerliliği ayrıca, noter tarafından onaylanmış şekilde yapılmış olmalarına bağlıdır.
Bir işletmede çalışanlar tarafından buluş gerçekleştirilmesi ya da buluşun bir yükseköğretim kurumu bünyesinde gerçekleştirilmesi durumunda çalışana ve işverene/yükseköğretim kurumuna karşılıklı olarak birtakım hak ve yükümlülükler getirilmiştir. Buluş, çalışanın işletme veya kamu idaresinde yükümlü olduğu faaliyeti gereği gerçekleştiyse ya da büyük ölçüde işletme veya kamu idaresinin deneyim ve çalışmalarına dayanıyorsa hizmet buluşu olarak tanımlanmakta ve işveren tek taraflı beyanıyla buluş üzerindeki hakları iktisap edebilmektedir. Konunun sınai haklar yönetimi açısından önem kazandığı nokta, işverenin böylesi bir talepte bulunup bulunmayacağına karar vermesine ilişkindir. Zira işverenin talebinin, patent başvurusunda bulunmak, çalışana ücretten ayrıca bir bedel ödemek gibi sonuçları bulunmaktadır. Bu bakımdan sınai haklara ilişkin strateji, işveren açısından buluşun patentlenip patentlenemeyeceği, sır olarak saklanıp saklanılmayacağı ve ekonomik değerlendirilebilirliği çerçevesinde belirlenecektir. Benzer açıklamalar çalışanlar tarafından gerçekleştirilen tasarımlar için de geçerlidir.
İşletme bünyesinde kullanılan sınai hakkın sahibi bir üçüncü kişi de olabilir. Özellikle lisans sözleşmesi akdetmek suretiyle bir üçüncü kişiye ait markanın, patentin vb. kullanılması mümkündür. Böylesi bir durumda lisans alanın, sözleşmeden ve mevzuattan doğan yükümlülükleri bakımından özellikle lisans konusunu kullanımının sözleşmeye uygun olduğu noktasında özen göstermesi gerekmektedir.
Arslan Kaya