Kelime anlamı yaratılış olan fıtrat, terim olarak varlık türlerinin ve özellikle insanın ilk yaratılıştaki temel yapısı ve karakterini; iyiye, doğruya ve güzele yönelik doğuştan gelen yatkınlığı ifade eder. Aynı kökten türeyen fâtır kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de “göklerin ve yerin yaratıcısı” anlamında Allah için kullanılmış ve 35. sûrenin adı olmuştur.
Kur’ân-ı Kerim’de fıtrat kelimesinin geçtiği tek ayet, “Sen yüzünü hanîf olarak (bütün batıl inançlardan uzak şekilde) dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir” âyetidir (Rûm 30/30). Kelime birçok hadiste zikredilmiş olup bunların en meşhuru “Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu Yahudî, Hristiyan ve Mecusî yapar” (Buhârî, “Cenâiz”, 80, 91; Müslim, “Kader”, 22-25) hadisidir.
Fıtratın Kur’ân-ı Kerim ve hadislerdeki manası ve hükmü, İslâm düşünce tarihi boyunca tartışılagelmiştir. İslâm alimlerinin kimi fıtratın İslâm olduğunu, kimi ise insanın dünyaya gelirken İslâm dinini kabule yatkın oluşunu ifade ettiğini savunmuştur. Bu ikinci görüş, kendilerine peygamber gönderilmeyen kimselerin de Allah’ın varlığına ve birliğine inanma sorumluluğunu taşıdığı düşüncesiyle bir arada değerlendirilmiştir. Kimi ise fıtratın Allah’ın insan için seçtiği fiziki yaratılış olduğunu savunmuştur.
Fıtrat kelimesinin dilimizde insan fıtratı, bireysel fıtrat ve İslâm fıtratı gibi temel çağrışımlarının yanı sıra insana mahsus anatomi, insanî temel eğilimler, karakter, mizaç, selîm mizaç ve huylar gibi alt çağrışımları bulunmaktadır.
Psikoloji biliminde belli ekollerce bireysel fıtratın, yani bireysel mizacın önemi vurgulanırken neredeyse tüm ekollerce insanoğlunun fıtratına ilişkin kuram ve teorilerin tespiti için çabalanmaktadır. Dinî literatürde sıkça kullanılan İslâm fıtratı ise normatif yönü nedeniyle psikologlarca genel itibarıyla ihmal edilmiştir.
Bireysel fıtrat, kişinin doğuştan getirdiği temel eğilimleri ile büyük ölçüde yaşamının ilk yıllarındaki yaşantılarının bileşkesi olarak ortaya çıkan kişisel mizaçtır. Bireyin tevarüs ettiği genlerinin sağladığı, büyük ölçüde kalıcı olan özelliklerine ailesi başta olmak üzere yaşadığı çevrenin etkileri eklenmekte, bir de kişinin bu iki etki karşısında verdiği kararlarla kalıcı kişilik özellikleri, yani bireysel fıtratı meydana gelmektedir. Bireysel fıtrat, çocukluktan gençliğe kadar olan sürede büyük ölçüde şekillenmektedir.
İnsan fıtratı denildiğinde insanlar arasında geniş kitlelerce sergilenen ortak kişilik özellikleri, davranışlar skalası ve eğilimler anlaşılmaktadır. İnsan, faydalı ve neslin devamını güvenceye alan özellikler kadar, ona zarar verecek, belki neslini tehlikeye sokacak eğilimleri de fıtratında barındırmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de iyiliklerin de kötülüklerin de insanda temel eğilimler, yani fıtrî özellikler olarak yer aldığına işaret edilmektedir (Şems 91/7-9). Psikoloji alanında Davranışçı ekolün John Locke’den tevarüs ettiği, insanın boş bir levha gibi dünyaya geldiği, doğuştan gelen özelliklerinin kayda değer olmadığı fikri, uzun süre hâkim olmuşsa da zamanla etkisini kaybetmiştir.
İslâm fıtratının ise İslâm düşünce tarihinde farklı şekillerde anlaşıldığı görülmektedir. Kişinin İslâm dinini kabul etmeye meyyâl şekilde dünyaya gelmesi şeklindeki tanımı ise genişçe kabul görmüştür. Buna göre çocuğun herhangi bir müdahale olmaması hâlinde Allah’ı âlemin yaratıcısı olarak bileceği ve yalnızca O’na ibadet edeceği ileri sürülmektedir. Mîsak ayetinde (A‘râf 7/172) yer aldığı üzere insanların Allah’ı ezelde bildiği, dolayısıyla tevhide yatkın şekilde dünyaya geldiği düşünülmektedir.
İnsanın, Yaratıcı’ya iman etmesinin ve iyi işler yapmasının onun doğuştan getirdiği bir temayülü olup olmadığına ilişkin psikolojik araştırmalar ve bulgulardan söz edilmekte ise de bulguların nedene mi yoksa sonuca mı delalet ettiği konusunda teist ve ateist çevreler arasında fikir ayrılığı vardır. Örneğin çocukların bebekken annelerine olan bağımlılıkları, onların bir yaratıcıya bağlılığa hazır olduklarının delili olduğunu söyleyenler ile bunun aksine Tanrı’ya inanmanın bu bağlılığın sonucu olduğunu ileri sürenler arasındaki tartışma canlılığını korumaktadır. Bir başka anlatımla bir tarafın Tanrı’nın varlığının delili olarak öne sürdüğü tespitler, diğer taraf için Tanrı’nın psikolojik ihtiyacın bir sonucu olduğunun kanıtı olarak görülmektedir. Her hâlükârda insanlarda Allah’ın varlığına inanmayı kolaylaştıracak yatkınlıklar olduğu fikrinin güçlü kanıtları bulunmaktadır.
İslâm fıtratı, ayrıca insanın iyi ve kötü olarak addedilen sayısız eğilimden hangisinin yaratılış gayesine en uygun ve insan neslinin ve kâinatın yararına olduğuna işaret ettiği üzerinde düşünülmektedir. Kötülenesi pek çok özellik insan fıtratında yer alıyor olsa da insanın yaratılış kodlarına en uygun olan yönelim, İslâm dininde helaller, uygun olmayanlar ise haramlar olarak hükme bağlanmıştır. Bu yönüyle İslâm dininin emir ve yasaklarının İslâm fıtratı çerçevesinde olup, İslâm fıtratının da insanın yaratılış gayesine en uygun özellikler olduğu kabul edilmektedir.
Her çocuğun İslâm fıtratı üzerine yaratıldığını ifade eden hadis; insanın temelde selîm tabiat ile dünyaya geldiği, iyi işler yapma eğilim ve potansiyelinin baskın olduğu, kötülük potansiyeline sahip olsalar bile her bireyin iyinin tercih edilesi, kötünün ise uzak durulası olduğunu kesin olarak bildiği ve bu bilgiyi sonradan öğrenmeye gerek kalmaksızın doğuştan getirdiğinin kanıtı olarak görülmektedir. Bu kanaati destekleyici mahiyette olduğu düşünülen araştırma bulgularını literatürde bulmak mümkündür.
Ümit Horozcu