Sözlükte “suç” anlamına gelen günah kelimesi dinî literatürde ilâhî emir ve yasaklara aykırı olan fiil ve davranışları ifade eder. Kutsalla ilgili emirlerin yerine getirilmemesi veya yasakların çiğnenmesiyle ortaya çıkan ve dinî, ahlâkî ve vicdanî açıdan sorumluluk gerektiren bir olgu olan günah kavramı bütün dinlerde mevcuttur. İslâm inancına göre Allah’ın yerine getirilmesini emrettiği hususları yapmamak veya kaçınılmasını istediği fiilleri işlemek şeklinde gerçekleşen her türlü inanç, söz ve eylem günah kapsamındadır. Sevap kelimesi ise terim olarak dinî açıdan makbul sayılan davranışların ahiretteki mükâfatı olarak tanımlanır.
Günaha sevk eden unsurlardan biri insanın yapısında bulunan eğilim ve arzular bir başka ifadeyle bütün kötülüklerin kaynağı olan nefistir. Çünkü nefis, kişiyi günaha yöneltmek için sürekli telkinde bulunan bir güçtür. Günaha sevkeden bir başka faktör de ölümsüz bir dünya hayatı içgüdüsü ve âhireti düşünmeme tavrıdır (Bakara 2/95-96).
İslâmî literatürde günahlar, işlenen fiilin özelliği ve ortaya çıkardığı sonuçlar temel alınarak genellikle “büyük günah” (kebîre) ve “küçük günah” (sagīre) şeklinde ikiye ayrılır ki, bu, Kur’ân-ı Kerim’in taksimine de uygundur (bk. Nisâ 4/31; Necm 53/32). Âyet ve hadislerde büyük günah olarak nitelendirilen, günah olduğu konusunda Kur’ân-ı Kerim ya da Sünnet’ten apaçık delil bulunan ve hakkında dünyevî veya uhrevî ceza öngörülen yahut öngörülmese bile mahiyeti ve sonuçları itibarıyla büyük günahlara benzeyen günahlar, büyük günah olarak kabul edilirken, bu kapsamda olmayan günahlar küçük günah olarak nitelendirilir. Âyet ve hadislerde başta Allah’ı inkâr ve şirk olmak üzere, ibadetlerdeki ihlaller, içki içmek, zina etmek, yetim malı yemek, iftirada bulunmak, cana kıymak, faiz yemek, yalan söylemek, ana-babaya isyan etmek, hırsızlık yapmak, sihirle meşgul olmak, eşkıyalık-bozgunculuk yapmak gibi fiiller büyük günah olarak nitelendirilir. Bu tür günahlar doğrudan veya dolaylı olarak ya Allah’a isyan niteliği taşıyan ya da insanların haklarının ihlaline ve toplumsal düzenin bozulmasına yol açan davranışlardır. Bunların dışında kalan, günah olduğu hususunda açık nas bulunmayan, başkalarının haklarını ihlal etmeyen, toplumsal fesada yol açmayan daha düşük derecedeki günahlar ise küçük günah olarak kabul edilmiştir. Ancak ısrarla işlenmeye devam edilen küçük günahların da büyük günaha dönüşeceği telakkisi yaygın bir şekilde kabul edilmiştir.
Günah, Allah’ın iradesine meydan okuma anlamına geldiği için karşılığında dünyevî ve uhrevî cezalar takdir edilmiştir. İbadetlerdeki ihlaller gibi Allah haklarına karşı işlenen suçlarda genellikle sadece uhrevî cezalar takdir edilmiştir. Uhrevî cezalarla birlikte dünyevî cezalar ise daha çok ikinci şahısların haklarını ihlal etmeye yönelik suçlar karşılığında belirlenmiştir. Özellikle diğer şahıslara yönelik işlenen günahlar karşılığında dünyevî cezanın takdir edilmesi, bireylerin adalet ihtiyacını temin etme ve toplumsal düzeni korumaya yönelik bir tedbirdir.
Günahın sonuçlarından kurtulmanın yolu tövbedir. Bilhassa Allah’a karşı işlenen günahlardan yapılan içten bir tövbe günahın sonuçlarını kesinlikle siler. Fakat insanlara karşı işlenen fiillerden dolayı ortaya çıkan günahların sonucunun ortadan kalkması için tövbe tek başına yeterli olmayıp, hak sahibinin hakkından feragat etmesi de gerekmektedir. Dinî terminolojide buna “kul hakkı” denir. Öte yandan büyük günahları işlemekten kaçınan kimsenin küçük günahlarının silineceği ise âyetle sabittir (Nisâ 4/31).
Allah’ı inkâr eden ve şirki işleyenin kâfir olup ebedî cehennemlik olduğu hususunda İslâmî gelenekte ihtilaf yoktur. Bunların dışındaki büyük günahları işleyen kimsenin dinî konumu üzerinde farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Çoğunluğun da görüşü olan ehl-i sünnet anlayışına göre büyük günah işleyen bir mümin nihayetinde cennetliktir. Allah dilerse onu affeder, dilerse günahları karşılığında cehennemde cezalandırır, fakat cezalandırdıktan sonra cennete koyar. Böyle bir kimse –tevbe etmediği takdirde- Hâricîlere göre dinden çıkar ve ebedî cehennemlik olur, Mutezile’ye göre ise dünyada mümin kabul edilse de öldüğünde ebedî cehennemliktir.
Günahın zıddı olarak sevap ise ancak Allah’ın iradesine tâbi olunarak elde edilir. Diğer bir deyişle ancak iman edip güzel ve hayırlı işler (amel-i sâlih) işleyen kullar sevaba ulaşabilir. İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre bir davranış sonucunda sevap elde edilebilmesi için ona ilişkin niyetin ihlâs üzere olması gerekir. Bu sebeple kişinin sadece Allah rızasını gözetmesi, O’nun gösterdiği ve emrettiği şekilde davranması yanında halkın bu husustaki övgü ve kınamasını eşit görmesi, yaptığı işleri gözünde büyütmeyip sevabını âhirette beklemesi gibi bazı şartlar öngörülmüştür. Sevap esas itibarıyla âhirette kazanılacak nimetler ve mükâfatlar, yani cennet olmakla birlikte iman ve amel sahibi kimselere dünyada da sevap verilebilir (Nisâ 4/134). Bu, başta kişinin kavuştuğu huzur ve itminan duygusu olmak üzere, çeşitli nimetler şeklinde tecelli edebilir. Ancak dünyada verilecek sevap geçici olup esas kalıcı ve sonsuz sevap âhirette gerçekleşecektir.
Orhan Şener Koloğlu