HİCRET

Casim AVCI views8342

Kelime anlamı “terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek” olan hicret, terim olarak bir kişinin İslâm dinini daha iyi yaşamak için bulunduğu yerden ayrılıp uygun bir yere göç etmesi demektir. Özelde ise Hz. Peygamber’in ve ona inanan Müslümanların 622 yılında Mekke’den Medine’ye göç etmelerine hicret denilmektedir. Medine’ye göç eden Müslümanlara muhacir (çoğulu muhacirîn), Hz. Peygamber’e ve muhacirlere yardım eden Medineli Müslümanlara da ensâr unvanı verilmiştir. 

Kur’ân-ı Kerim’de birçok ayette Mekke’den Medine’ye göç eden muhacirler ve burada onlara yardımcı olan ensârdan övgüyle söz edilerek onların gerçek mü’min oldukları, bu tutum ve davranışlarıyla Allah’ın rızasını kazandıkları ve Allah’ın onları bağışlayıp cennet nimetleriyle mükafatlandıracağı belirtilmektedir (Enfâl 8/74; Tevbe 9/100). Hz. Peygamber de her iki grubun faziletine işaret ederek “Eğer hicret şerefi olmasaydı ben muhakkak ensardan bir fert olmak isterdim” buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, II, 315; Müslim, “Zekât”, 139). Müslümanlar hicrete ve muhacirlere ayrı bir değer atfetmiş, sahâbeyi tabakalara ayıran İslâm âlimleri ilk sırayı daima muhacirlere vermişlerdir. 

Medine’ye hicretten önce, peygamberliğin beşinci yılında (Miladi 610) Mekke müşriklerinin baskılarına maruz kalan 100’den fazla sahabî Hz. Peygamber’in tavsiyesi üzerine Habeşistan’a hicret etmiş, bunlardan bir kısmı daha sonra Mekke’ye döndükten sonra, bir kısmı da oradan Medine’ye göçmüştür. 

Özellikle Peygamberliğin onuncu yılında (Miladi 620) amcası Ebû Tâlib’in (ö. 619) ve Hz. Hatice’nin (ö. 619) vefatından sonra müşrikler Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara yönelik baskılarını gittikçe artırdılar. Bu süreçte hac için Mekke’ye gelen Medinelilerden bir kısmı Akabe mevkisinde Hz. Peygamber ile görüşerek İslâm’a girdiler ve onu Medine’ye davet ettiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber de Müslümanların Medine’ye gitmelerini istedi. Genel olarak hicret gizlice yapılmaktaydı. Çünkü Kureyşli müşrikler Müslümanların Mekke’den ayrılmalarına dahi izin vermek istemiyor, hicreti engellemeye çalışıyorlardı. 

Hz. Peygamber’in de bir gün Medine’ye gidip ashabıyla birlikte kendilerine karşı tehlike oluşturacağından endişe duyan Mekke müşrikleri, Dârünnedve’de toplanarak onu öldürme kararı aldılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber, hemen harekete geçip Hz. Ebû Bekir ile 9 Eylül 622 tarihinde gece yarısı Medine’ye gitmek için yola çıktı. 

8 Rebîülevvel (20 Eylül 622) Pazartesi günü Medine’ye bir saatlik mesafedeki Kubâ’ya varan Hz. Peygamber, Külsûm b. Hidm’in evine misafir oldu. Burada birkaç gün kaldı ve bir mescid yaptırdı. 

Hz. Peygamber yanındakilerle birlikte 24 Eylül 622 Cuma günü Kubâ’dan Medine’ye hareket etti. Cuma namazı vakti girince ilk Cuma hutbesini okudu ve namazını kıldırdı. Cuma namazından sonra Medine’ye hareket eden Hz. Peygamber şehir halkı tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Resûlullah, Kasvâ adlı devesinin üzerinde halkı selamlayıp kendilerine teşekkür ederken devesinin çöktüğü yere en yakın eve misafir olacağını söyleyerek şehre girdi ve Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin (Hâlid b. Zeyd) evine misafir oldu. 

Hicretle birlikte çile ve ıstırap dolu Mekke dönemi sona ermiş, İslâm tarihinde yeni bir dönem, Medine dönemi başlamış oldu. Medine İslâm devleti kuruldu ve Hz. Peygamber’in devlet başkanlığı kabul edildi. Müslümanlar inanç ve ibadetlerini serbestçe yerine getirmeye başladılar. Bu dönemde gerçekleştirilen siyasî, askerî ve sosyo-kültürel faaliyetlerle İslâm bütün yarımadaya hâkimoldu. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber döneminden itibaren hicret bir dönüm noktası sayılmış, Hz. Ömer döneminde resmen takvim başlangıcı olarak kabul edilerek hicrî takvime esas olmuştur. 

Medine döneminde, Mekke fethine (8/630) kadar İslâmiyet’i kabul eden çevredeki insanların Hz. Peygamber’in yanına hicret etmesi bir zorunluluktu (Nisâ Sûresi 4/97-100). Mekke fethinden sonra şartlar Müslümanlar lehine değiştiğinden Hz. Peygamber “Fetihten sonra hicret yoktur. Lâkin cihâd ve niyet vardır” (Tirmizî, “Siyer”, 33) buyurmuş ve Medine’ye hicret o dönem için bir zorunluluk olmaktan çıkarılmıştır. 

Kur’ân-ı Kerim’deki hicretle ilgili hükümleri ve Hz. Peygamber’in uygulamasını göz önüne alan İslâm âlimleri gayrimüslim bir toplum içinde İslâmiyet’i kabul edenlerin veya düşman istilasına uğrayan İslâm ülkesindeki Müslümanların hicret açısından durumunu tartışmışlardır. Mekke dönemine benzer şartların oluştuğu gayrimüslim bir ülkede bulunan Müslümanların veya yeni Müslüman olan kimselerin bulundukları yerde dini yaşama imkânı bulamıyorlarsa İslâm ülkesine göç etmelerinin farz olduğu, yaşlılar ve hastalar gibi göç etmeye güç yetiremeyenlerin bundan müstesna olduğu (Nisa 4/98, 99), öte yandan baskı ve zulüm bulunmadığı hâllerde ise ibadet etme, aile kurma, çocuklarına dini öğretme ve helal kazanç elde etme imkânı bulabiliyorlarsa orada kalabilecekleri söylenmiştir.

Hicret karşılaşılan güçlükler sebebiyle bir yerden diğerine göç etmek kadar, Allah’ın emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınma şeklindeki özüyle de önem kazanmaktadır. “Gerçek Müslüman, elinden ve dilinden bütün Müslümanların (insanların) emin olduğu kişidir. Gerçek muhacir de Allah’ın yasaklarından uzak duran kimsedir” (Buhârî, “Îmân”, 7; Müslim, “Îmân”, 71) mealindeki hadis, hicretin nihaî gayesini ve gerçek ruhunu ifade etmesi bakımından dikkat çekicidir. Gayrimüslim bir ülkede bulunan Müslüman azınlıkların kendidinî ve kültürel kimliklerini koruyarak güven ve barış içinde yaşayacakları şartları oluşturmak, Müslüman ülkelerde bulunanların da İslâm’ı yaşama konusunda karşılaştıkları zorlukları aşmaya çalışmak şeklinde bir sorumluluğu bulunmaktadır. Hicretin zorluklar karşısında pasif bir kaçış değil; İslâm’ı öğrenme, yaşamak için yeni imkânlar arama ve yeni şartlar oluşturma yolunda etkin bir çaba olması, onu maddi ve manevi mücadele anlamında cihat kavramıyla bütünleştirmektedir. “Ameller niyete göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resûlü için hicret ederse hicreti Allah ve Resûlünedir. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir” (Buhârî, “Bed’ül-vahy”, 1) hadis-i şerifi ise bütün ibadet ve davranışlarda olduğu gibi hicretin de sadece Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yapıldığı takdirde makbul olacağını vurgulamaktadır.

Casim Avcı

Kaynakça

Avcı, Casim ve Mevlana İdris. Hz. Muhammed’in Hayatı. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2016.

Demircan, Adnan. Nebevî Direniş Hicret. İstanbul: Beyan Yayınları, 2000.

Hamidullah, Muhammed. İslâm Peygamberi. Çev. Salih Tuğ. İstanbul: İrfan Yayıncılık, İstanbul 1993.

“Hicret.” Temel İslam Ansiklopedisi III içinde. Yay. Haz. Tuncay Başoğlu. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı İSAM Yayınları, 2019. 496-505.

İbn Hişâm. es-Sîretü’n-Nebeviyye. Yay. Haz. Mustafa es-Sekâ vd. Kahire: Mustafa el-Bâbî el-Halebî, 1375/1955.

İbn Sa‘d. et-Tabakâtü’l-kübrâ. Yay. Haz. İhsan Abbâs. Beyrut: Dâru Sâdır 1388/1968. 

Önkal, Ahmet. “Hicret.” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi XVII içinde.. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1998. 458-462

Sarıçam, İbrahim. Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2003.

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi