HİKÂYE

Ebru Burcu YILMAZ views728

Bir edebî tür olarak gerçek veya tasarlanmış olayları anlatan ve romandan form ve öz bakımından ayrışan düzyazı türüdür. İnsanın duygu ve düşüncelerini ifade etme ihtiyacıyla ortaya çıkan hikâye, bir edebî tür olarak tanımlanmadan önce sözlü gelenek içerisinde kendisine yer bulur. Dünya edebiyatında muhtelif milletlerin tahkiye geleneğine bakıldığında hikâyelerin sözlü kültürde masal, destan ve mitolojiden beslenen metinler olup kıssadan hisse, dinî ve hamasi konularda telkinde bulunma, yönetim ve siyaset gibi konularda öğüt verme amacıyla ve topluma mesaj iletme kaygısıyla üretildikleri görülür. Sözlü iletişim yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılan hikâye, yazıya geçirildikten sonra estetik ve edebî bir hüviyet kazanır.

Hikâye, başlangıçta hem manzum hem de mensur olarak söylenir ve kaleme alınırken zaman içerisinde düzyazıya dayalı bir edebî tür olarak ifadesini bulur. Batı edebiyatında “novella”, “short story” ve “short short story” gibi isimlendirmelerle karşılanan hikâye, uzunluk ve kısalık açısından romandan ayrılırken asıl farklılığı anlatım biçimi ve tekniklerinin yanı sıra konuyu ele alma biçimi, karakterizasyon, yazma ve okuma süresi gibi teknik konularda ortaya koyar. Batı hikâyesinin temelini oluşturan belli başlı metinler arasında, Giovanni Boccacio’nun (ö. 1375) Decameron Hikâyeleri, Geoffrey Chaucer’ın (ö. 1400) Canterbury Hikâyeleri ve Margueritte de Navarre’nin (ö. 1549) Heptameron Hikâyeleri sayılabilir. Doğu ve Batı’daki hikâye geleneğini besleyen metinler arasında kutsal kitaplar, destanlar, halk hikâyeleri ve menkıbeler önemli bir yere sahiptir. 

Türk edebiyatında tahkiye geleneğinin gelişim süreci ise destanlar dönemi ürünleri ve Dede Korkut Hikâyeleri gibi sözlü ürünlerle başlamakla birlikte halk hikâyeleriyle çeşitlilik kazanır; klasik Türk edebiyatında manzum ve mensur bir arada kullanılarak kaleme alınan metinlerle ve mesnevîlerle devam eder. Türk hikâyesinin gelişim çizgisinde Tanzimat devri önemli bir kırılma noktası olarak değerlendirilebilir. Tahkiye geleneğinde Batılı çevirilerin etkisiyle gerçekleşen yenilik ve akabinde romanın Türk edebiyatına girmesi edebî türlerin birbirinden kesin çizgilerle ayrılmasını bir gereklilik hâline getirir. Türk edebiyatında yenileşme dönemine ait ilk hikâye örnekleri arasında, Giritli Ali Aziz Efendi’nin (ö. 1798) Muhayyelât-ı Aziz Efendi’si, Emin Nihat Bey’in (ö. 1880) Müsameretnâme’si, Ahmet Midhat Efendi’nin (ö. 1912) Letaif-i Rivâyât’ı, Sami Paşazâde Sezaî’nin (ö. 1936) Küçük Şeyler’i ve Nâbizâde Nazım’ın (ö. 1893) Karabibik’i sayılabilir.

Hikâyenin romanla mukayese edilmesi sıkça bu iki türün doğası arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları gündeme getirir. Hayatı ve insan gerçeğini tüm yönleriyle ele alabilecek genişlikte olan romanın hikâye karşısında sınırlı olduğu nokta, anlatımda yoğunluk ve etkidir. Kelime sayısı azaldıkça anlamın derinlik kazandığı hikâyede anlatılmak istenen öz, görünenden öteye gizlenmiştir. Hayatı küçük bir kesit üzerinden anlatmaya çalışan hikâye, Edgar Alan Poe’nun “üç etki kuralı”nda ifade ettiği gibi okuyucuda tek bir etki oluşturmak, bir oturuşta okunacak kısalıkta olmak ve gereksiz hiçbir ayrıntıya yer vermemek gibi temel ilkeler üzerine inşa edilir. Hikâyede olay örgüsü karmaşık ve kalabalık ilişkiler ağıyla şekillenmediği gibi, durum ya da kişinin sadece hikâyeye konu olan yönüyle sınırlı kalır. Şâir gibi hikâye yazarı da gereksiz ayrıntıları ayıklayarak bir dil işçiliği ile metnini kurar. Hayattan ya da kişinin duygu dünyasından küçük bir kesite yer veren “durum hikâyesi”, çıkarıma odaklanan kıssadan hisse geleneğinin aksine sadece okuru bazı kişilerin tavır, niyet ve yönelimleriyle karşı karşıya getirir. “Olay hikâyesi” ise fiillerin ağırlık kazandığı, mekânın gerçekçi biçimde sunulduğu ve okurun ayrıntılardan daha fazla haberdar olduğu metinlerdir. Bu yönüyle roman türüne daha yakın olduğu söylenebilir.

Hikâyede 20. yüzyılda yaşanan en önemli değişim “küçürek/minimal öykü”nün bir tür olarak ağırlığını hissettirmesidir. Kısalık, yoğunluk, çabuk ve kolay ulaşılabilirlik gibi özellikleriyle Modernizm’in dayattığı hayat tarzına en uygun anlatı biçimi olarak tanımlanan küçürek öykü, roman ve hikâyenin sayfalar boyunca yapabildiği etkiyi birkaç kelimeyle elde edebilir. Yazarın ve anlatıcının hâkimiyetini kaybettiği bu hikâye türünde metni açımlama noktasında deneyimli okuyucunun bakış açısına başvurulur. Klasik vaka düzeninin giriş ve sonuç arasındaki ilerleyişi, yerini başlangıç ve sonun adeta çakıştığı, okuyucunun üzerinde şok etkisi bırakan küçürek öykülere bırakırken bu metinler bir mesaj verme kaygısı taşımaz.

Anlattıklarından ziyade anlatma biçimiyle okuyucuyu etkileyen hikâye, her dönemde yenilikçi arayışlarla gelişimini sürdüren bir türdür. Az sözle çok ve yoğun anlamı iletebilme gücü sayesinde hayatı ve insanı kavrama konusunda başvurulacak bir aktarım aracı olan hikâye, kadim zamanlardan bugüne elde ettiği zengin birikimiyle yeni ifade imkânlarını buluşturmaktadır.

Ebru Burcu Yılmaz

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi