Terim olarak naslarda yani Kur’ân-ı Kerim ve sünnette hakkında açık ve kesin hükmü bulunmayan fıkhî bir meselenin hükmünü, ilgili delilden çeşitli yöntemler kullanarak çıkarabilmek için bütün gücün harcanması anlamına gelir. İlmi çaba sarf ederek hükmü çıkaran ehliyetli âlime müçtehit, bir müçtehitin görüşlerini benimseyip uygulamaya “taklid” denir.
İçtihat (ictihad) terimiyle anlam yakınlığı olan ve bu sebeple içtihat anlamında kullanılan “re’y”, “istinbât” ve “istidlâl” gibi başka bazı terimler de vardır. Re’y, naslarda hükmü bulunmayan şer’i-amelî bir meseleye dair ortaya konan görüş demektir. İstinbât delillerden hareketle bir hükme ulaşmak veya ulaşılan görüşü delillendirmek demektir.
İçtihatla ilişkisi bulunan bir başka terim de “tahriç”tir. Müçtehit seviyesine ulaşamayan fakat bir mezhep içinde yetişip o mezhebi çok iyi tanıyan yetkin bir fakihin, kendi mezhebinin yerleşik kurallarından hüküm çıkarmasına tahriç denmektedir. içtihatla yakın ilişkisi olan diğer iki kavram fetva ve kaza (yargı)dır. Fetvâ, içtihat ile elde edilmiş sonucun somut soru veya olaylar karşısında açıklanması, kazâ ise bu sonucun yargı yoluyla ortaya konup uygulanması anlamına gelir. içtihat, Müslüman toplumlarda fetva ve kaza ile toplumsal hayata yansır.
İçtihat ancak müçtehit sayılabilmek için gerekli olan şartları taşıyan bir âlim tarafından yapılabilir. Böyle bir âlimin bütün gücünü harcayarak ulaştığı hüküm, kesin bilgiyi değil, kuvvetli ihtimali (zan) ifade eder. Bu sebepledir ki Kur’ân-ı Kerim ve sünnette haklarında açık ve kesin hüküm bulunan konular ile müçtehitlerin üzerinde ittifak (icma) ettiği meseleler ictihada kapalıdır.
İçtihat faaliyeti farz-ı kifayedir yani bir bölgedeki Müslüman toplumda bu görevi yeterli sayıda kişi yerine getirdiğinde geriye kalanlardan bu sorumluluk düşer. İslâm tarihi boyunca farklı içtihat metotları izlenerek farklı sonuçlara ulaşılması ve farklı mezhepler, ekoller ortaya konmuş olması, Müslüman toplumlarda düşünce özgürlüğü kapsamının hangi boyutta olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
İslâm’ın ana kaynaklarındaki dinî-hukukî düzenlemelerin sınırlı sayıda oluşu, nasların zannî yani farklı anlama ve değerlendirmelere açık bulunması, buna karşılık hukuku ilgilendiren olayların hayatın akışıyla sürekli artarak çeşitlenmesi, ictihadı zorunlu kılmıştır. içtihat etmek bu açıdan İslâm’ı anlamanın ve yaşamanın zorunlu bir sonucudur. Bu bağlamda müçtehitler önlerindeki sınırlı malzemeyi kullanarak şu yollardan birisiyle hukukî sorunları çözümlemeye, bir başka ifadeyle şer’î-hukukî hükme ulaşmaya çalışmışlardır:
1. Beyan İçtihadı: Dinî metinlerin (nasların) ne demek istediğini, hangi hükmü koyduğunu bizzat nassın kendisini dil ve yöntembilim (usul) kuralları doğrultusunda inceleyerek tespit etmektir. Mesela “Başınızı meshedin!” (Mâide, 5/6) ayetinden başın ne kadarının ve ne şekilde meshedileceğinin çıkarılması gibi.
2. Kıyas İçtihadı: Naslarda açıkça belirlenen bir hükmün illetini yani somut gerekçesini bulup sonradan gündeme gelen ve aynı gerekçeye sahip olduğu anlaşılan durum ya da olaya aynı hükmü uygulamaktır. Kur’an’da yasaklanan, üzümden yapılan alkollü içeceğin (şarap) hükmünü, sarhoş edicilik ortak gerekçesine (illet) dayanarak diğer alkollü içeceklere vermek gibi.
3. Maslahat İçtihadı: Doğrudan çözümü veya bir benzerinin hükmü naslarda bulunmayan yeni hukuk problemlerini, dinin genel hedefleri ve insanların ya da toplumun yararı (maslahat) düşüncesi ekseninde çözümlemektir. Mesela toplu hâlde işlenen kasıtlı bir cinayette, eylemlerinin sonuca etkisi farklı düzeylerde olsa da cinayete karışanların tamamını kısasla cezalandırmak gibi.
Bu çeşitleriyle içtihat yapabilmek, bir başka ifadeyle içtihat ehliyetine sahip olabilmek için birtakım şartlar aranmıştır. Bunların başında dinî-hukukî hükümlerin ana kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim ve sünneti iyi bilmek, kaynak dili olan Arapçaya vâkıf olmak, hüküm çıkarma metodolojisi olan fıkıh usulünü kavramış olmak, tarih içinde oluşmuş olan fıkıh birikiminden haberdar olmak ve İslâm’ın ana gayelerini bilmek gelmektedir.
Farklı içtihatlardan her birinin prensip olarak eşitliği kabul edildiğinden gerekli şartlara uygun olarak gerçekleştirilmiş içtihat, başka bir içtihatla geçersiz kılınamaz. Ancak aynı müçtehitin aynı konuyla ilgili önceki ve sonraki içtihatları arasında bir zıtlık söz konusu olursa o müçtehitin yeni görüşüne göre hareket etmek gerekir.
Müçtehit, içtihadında hata etse bile Allah katında sorumlu sayılmaz. Çünkü o bütün gayretini sarf ederek, bir neticeye ulaşmıştır, bu netice kendi kanaatine göre isabetlidir. Ancak içtihat alanına girmeyen, kesin hükümlerin bulunduğu konularda veya icmaya aykırı olarak ya da gerekliilmî yetkinliğe sahip olmadan içtihat edilmesi durumunda ulaşılan görüş makbul değildir.
Hâkim görüşe göre içtihat, hayat devam ettikçe etkin olacak bir ilmî faaliyettir. Bu anlamda içtihat kapısı, söz konusu ehliyete sahip olanlara her zaman açıktır. İslâm’ın değişen ve gelişen hayat olaylarının gerisinde kalmaması için bu bir zorunluluktur. Aksi durum hukukun donuklaşması ve hayatı yönetememesi sonucunu doğurur.
Ahmet Yaman