Geniş anlamıyla “ölmeyi dilemek” ve özel olarak “kasıtlı olarak kişinin kendini öldürme eylemi” şeklinde tanımlanır. İlk tanım, kişinin kendisini öldürmesiyle sonuçlanmasa da fiilî olarak kendisine zarar vermeye niyet etme durumunu da içerir. Dolayısıyla intiharın, intihar eylemini ve intihar davranışını içerdiği kabul edilir. Diğer taraftan intihara teşebbüs edenler ile intihar kurbanları arasında dikkate değer sosyolojik farklılıklar söz konusudur. Öncelikle intihar kurbanları, intihara teşebbüs edenlerle karşılaştırıldığında çok daha küçük bir grubu oluşturur. Bu iki grup arasında intihar olasılığı açısından örtüşme olsa da toplumsal ve demografik olarak farklılaşır; intihar kurbanları daha yaşlı ve genelde erkek olma özelliği taşır. İntiharla ilgili geçerli ve anlamlı bulunan toplumsal ve demografik göstergeler intiharın sosyolojik bir olgu olarak ele alınmasının ve tanımlanmasının gerekçesini oluşturur.
İntihara ilişkin sosyoloji kuramlarında Emile Durkheim’ın (ö. 1917) 19. yüzyılın ikinci yarısında Batı Avrupa ülkelerinin intihar istatistiklerine dayanarak yaptığı incelemenin önemli etkisi olmuştur. İntihar toplumsal olmaktan uzak bireysel bir eylemdir ancak Durkheim, intihar oranlarının toplumsal olgu olarak yaş, cinsiyet, medeni durum, din vb. etkenlerle biçimlenen toplumsal düzen ve etkileşim türlerine göre farklılaştığını göstermiştir. Bireyin toplumla bütünleşme ve toplumsal normların düzenleme gücünü hissetme durumuna göre dört intihar türü belirlemiştir. Durkheim’a göre bireyin topluma uyum göstermesinin ön koşulu bireyselleşmenin çok zayıf ya da çok güçlü olmamasıdır. Bireyselleşme çok güçlü ise birey topluma uyum gösteremez, kendisine odaklanır ve yalnızlık hisseder. Bireyin toplumla bütünleşmesinin zayıfladığı bu durumlarda bencil intihar türünün yaygınlaşması beklenir. Bireyselleşmenin çok zayıf olduğu ve bireyin toplumla çok fazla bütünleşmesi durumunda ise elcil intihar tehlikesi artar.
Bu iki intihar türü bireyin toplumla bütünleşme ve topluma uyum gösterme derecesi ile ilgiliyken Durkheim’ın üç ve dördüncü tür olarak ele aldığı intihar türleri birey ile toplum arasında dengeyi sağlayan toplumsal normların birey üzerindeki gücü ile ilgilidir. Birey toplumsal normların kendisi üzerindeki düzenleyici gücünü çok fazla hissederse “kaderci intihar” (diğer üçünün aksine Durkheim bu türü açıklamaz) yaygınlaşabilir. Üzerindeki ağır baskıdan dolayı ümitsizlik hissiyle intihar eden kölenin durumu bu duruma örnek verilebilir. Toplumsal normların birey üzerindeki gücünün zayıflaması ve belirsiz hâle gelmesi durumunda ise kuralsızlık intiharı yaygınlaşabilir. Durkheim’a göre “sağlıklı” bir toplum, gündelik hayatı şekillendiren normlara, geleneklere, kurallara vb. düzenleyicilere sahiptir. Toplumsal değişimin hızlı yaşandığı süreçlerde bu düzenleyicilerin “düzenleme gücü” zayıflar ve birey; kaos, kuralsızlık (anomi) hissine yenik düşer. Bu tür süreçler kuralsızlık intiharı tehlikesini artırır.
Bu dört intihar türü, aynı zamanda, Durkheim’ındinî yönelimler, siyasî krizler vb. toplumsal olgu ve olaylarla tasvir ettiği toplum türlerini işaret eder. Bir intihar türünün koşulları herhangi bir toplumda ve zamanda ortaya çıkabilir ancak bencil intihar ve kuralsızlık intiharı modern toplumlarda, elcil ve kaderci intihar ise geleneksel toplumlarda daha fazla görülür. Sanayileşme ve modernleşme, sekülerleşmeye ve toplumsal dayanışmanın zayıflamasına yol açar. Bu sebeple modern toplumlarda bireyselleşme ve bencil intihar türü artış gösterir. Durkheim’ın kanıtlarından biri Protestan ülkelerin Katolik ülkelere göre daha yüksek intihar oranına sahip olmasıdır. Çünkü Protestanlık, bireye Katoliklikten daha geniş bir özgürlük alanı sağlayarak bireyselleşmeyi destekler. Aynı şekilde evlilik de bireyi toplumla bütünleştiren bir etken olarak intihara karşı koruyucu etkiye sahiptir. Modern toplumun yaşadığı hızlı değişim ise kuralsızlık intiharının yaygınlaşmasının temel sebebidir. Sanayileşmeyle birlikte meydana gelen hızlı ekonomik ilerleme ile toplumsal normlar zayıflar ve kuralsızlık intiharı artar. Durkheim’ın intihar teorisi, sadece resmî intihar istatistiklerine dayandığı için eleştirilmiştir. Resmî görevlilerin özellikle ölüm nedenini belirlerken nesnel ve tutarlı olamama ihtimallerini değerlendirme dışı bıraktığı için Durkheim’ın intihar tanımını gerçeklikle tam olarak ilişkilendiremediği öne sürülmüştür. Gene resmî istatistiklerin sosyolojik bir intihar tanımı yapmak için yetersizliğini gösteren diğer bir çalışma da intihar istatistiklerinin kırsal alanlarda daha titiz kaydedildiğini göstermiştir. Bu sebeple çağdaş sosyolojide intihar çalışmalarında araştırmacıların doğrudan gözlem yapması savunulmaktadır.
İntihar çağdaş toplumlarda en sık görülen 10 yetişkin ölüm sebebinin arasındadır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre 2016 yılında dünya çapında yüz binde 10.6 oranında intihar gerçekleşmiştir. TÜİK ise 2019 yılında Türkiye’de intihar oranını yüz binde 4.12 olarak açıklamıştır.
Günümüzde ekonomik gelir ile intihar arasında yakın bir ilişki ölçülmektedir. Geliri yüksek ülkelerde intihar oranı daha yüksektir. Bununla birlikte gelir ile intihar arasındaki ilişki dindarlık ile intihar arasındaki ilişkiden daha zayıftır. Yapılan araştırmalar dindarlığın yüksek ölçüldüğü ülkelerde intihar oranının daha düşük olduğunu göstermektedir. Türkiye’de alkol bağımlılığı, işsizlik, aile bağlarının zayıflığı, boşanma vb. etkenler ile intihar arasında ilişki görülmüştür. Geniş ve güçlü aile bağı ve dindarlık ise intihara karşı koruyucu etken olarak öne çıkmaktadır.
Aynur Erdoğan Coşkun