Kelime anlamı “itaat etmek, boyun eğmek, bağlanmak, bir şeye teslim olmak, esenlik ve barış içinde olmak” olan İslâm,dinî bir terim olarak “Allah’a itaat etmek, teslim olmak, Hz. Peygamber’in din adına getirdiklerinin hepsini bütün varlığıyla benimsemek ve benimsediğini ortaya koymak” demektir. İslâm aynı zamanda Allah tarafından peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed’e (s.a.v.) vahiy yolu ile bildirilerek bütün insanlığa gönderilen son ve hak dinin adıdır. İslâm kelimesi Müslüman toplumlar tarafından geliştirilen din ve dünya görüşünün, kültür ve uygarlığın genel adını ifade etmek için de kullanılmaktadır. Türkçede İslâm dinine mensup olan kişi için kullanılan “Müslüman” kelimesi dilimize Farsçadan geçmiştir. Bu dine mensubiyet Türkçede “İslâmiyet” ve “Müslümanlık” kelimeleri ile ifade edilir.

Miladi 610 yılında vahye muhatap olan Hz. Peygamber, yaklaşık 13 yıl Mekke’de İslâm dinini tebliğ ettikten sonra Medine’ye hicret etmiş ve böylece İslâm tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Medine’de oluşan yeni Müslüman toplum, siyasî-hukukî yapısıyla yeni bir devletin doğuşuna yol açmıştır. 629 yılında Mekke fethedilmiştir. İslâm Arap Yarımadası’nda hızla yayılmaya başlamıştır. Hz. Peygamber’den sonra Dört Halife Dönemi’nde İslâm’ın yayılışı ve devletin sınırlarının genişlemesi devam etmiştir. Yeni fetihlerle başta Suriye ve Irak bölgeleri olmak üzere Filistin, Mısır, Kuzey Afrika’nın büyük bölümü, İran ve Horasan toprakları Müslümanların yönetimi altına girmiştir. Emeviler Dönemi’nde (661-750) Maveraünehir, Sind ve Endülüs (İspanya) topraklarında fetih hareketleri devam etmiştir. Emeviler’den sonraki Abbasiler Dönemi’nde (750-1258) dinin toplumda yayılmasına ve ilmi-kültürel faaliyetlere hız verilmiştir. 10. yüzyıldan itibaren Karahanlılar’ın Müslüman olmasıyla Orta Asya Türkleri kitleler hâlinde İslâm’a girmeye başlamıştır. 11 ve 12. yüzyıllarda İslâm bir yandan Anadolu’ya diğer yandan Hindistan, Batı ve Orta Afrika’ya yayılmış, Orta Asya’dan Endülüs’e kadar uzanan geniş topraklarda halkın çoğunluğunu Müslümanlar oluşturmuştur. Büyük Selçuklular’la Anadolu’da devam eden İslâmlaşma süreci Osmanlılar’la birlikte Balkan coğrafyasına doğru genişlemiştir. Müslüman tüccarlar vasıtasıyla Çin ve Güney Asya’da kitleler tarafından benimsenen İslâm dini özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren göçler ve yeni Müslüman olan topluluklar vasıtasıyla Afrika içlerinden Rusya’ya, Güney Amerika’dan Uzak Doğu’ya kadar birçok ülkeye yayılmış durumdadır. Günümüzde dünya genelinde Müslümanların sayısının 1,8 milyar civarında olduğu tahmin edilmektedir. İslâmiyet’in doğuşundan sonra kısa bir süre içinde geniş bir coğrafyaya yayılarak farklı inançlara ve kültürlere mensup insanlar tarafından kabul edilmesi ve hâlen dünya genelinde yayılmaya devam etmesindeki en önemli faktör bu dinin hayat anlayışının insan fıtratına uygun özellikler taşımasıdır.

İslâm dininin inanç açısından en belirgin özelliği Allah’tan başka yaratıcı ve mâbut kabul etmeme esasına dayanan tevhid/Allah’ın birliği ilkesine verdiği önemdir. Müslüman olmak için Kur’ân-ı Kerim’in tamamının Allah tarafından Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirildiğine iman etmek gerekli olduğu gibi, ayet ve hadislerde yer alan dinin zorunlu/temel ilkelerine de kesin olarak inanmak gerekir. Bu açıdan iman konuları Kur’ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in sünnetine dayanan İslâm’ın öğretilerinin bütününden oluşur. Bununla birlikte ilk dönemlerden itibaren İslâm âlimleri eğitim açısından kolaylık sağlanması amacıyla Cebrail’in Hz. Peygamber’e insan suretinde gelerek İslâm ve iman gibi konularda sorular sormasından bahseden ve “Cibrîl hadisi” (Buhârî, “Îmân”, 37) olarak bilinen hadisten de hareketle İslâm’ın asli unsurları olarak “kelime-i şehadet” (Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in (s.a.v.) O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik etmek) ile birlikte dört temel ibadet olan namaz, zekât, oruç ve haccı “İslâm’ın beş şartı” adı altında, inanç esaslarını ise “Allah’a, meleklere, ilahi kitaplara, peygamberlere, ahirete, kaza ve kadere iman” olarak altı noktada toplamışlardır. Müslüman olabilmek için İslâm dininin inanç esaslarının, bu esaslarla sıkı bağı bulunan İslâm’ın beş şartının ve İslâm’ın diğer zorunlu/temel hükümlerinin eksiksiz olarak kabul edilmesi gerekli olup bu esasların tamamen yahut kısmen açık biçimde inkâr edilmesi durumunda İslâm dairesi dışına çıkılmış olur.

Adını Allah’ın emir ve iradesine teslimiyetten alan İslâm, son peygamberin tebliğ ettiği dinin özel ismidir. Bu husus Kur’ân-ı Kerim’in son inen ayetlerinden birinde şu şekilde ifade edilmiştir: “Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı kabul ettim.” (Mâide 5/3). Bununla birlikte, daha önceki peygamberlerin ulaştırdıkları mesajların esasını Allah’ın varlığını ve birliğini tanıyıp O’nun iradesine teslim olma ilkesi oluşturduğu için onların tebliğ ettikleri din de İslâm olarak isimlendirilir. Bu açıdan “İslâm” hak dinin genel adıdır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de İslâm, Allah katındaki hak dinin karşılığı olarak belirlenmiş, ondan başka hiçbir dinin Allah tarafından kabul edilmeyeceği vurgulanmıştır (Âl-i İmrân 3/19, 85). Kur’ân-ı Kerim İslâm dininin kutsal kitabıdır. Sadece lafzı değil manası da Allah’a aittir. İslâm dininin bir diğer kaynağı olan sünnet Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bütün söz, davranış ve onaylarından oluşur. 

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tebliği sadece belirli bir topluluk, belli bir zaman, mekân ve coğrafya ile sınırlı olmadığı için İslâmiyet evrensel bir dindir. Yahudilik ve Hristiyanlıktan farklı olduğu başlıca hususlar şunlardır: 

1. İslâm, Allah inancı hususunda gerek Yahudilerin gerekse Hristiyanların sonradan düştükleri yanlışlık ve aşırılıkları düzeltmiş, Tanrı’nın beşerîleşmesini veya beşerin tanrılaşmasını reddetmiş, Allah’ın bir ve benzersiz olduğunu vurgulamıştır. 

2. Meleklerin Allah’ın oğulları ve kızları olduğu iddiasını ve beşerî şekillerdeki tasvirlerini reddederek hem Yahudi ve Hristiyanların düştükleri yanlışı göstermiş hem de Allah’ın yüceliğini vurgulamıştır. 

3. Allah tarafından Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ’ya verilmiş kutsal kitaplar Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından orijinal şekilleriyle korunamadığı hâlde Kur’ân-ı Kerim hem vahyedildiği sırada yazıya geçirilmesi hem de ezberlenmek suretiyle muhafaza edilmesi yönüyle orijinal ve aslına uygun şekliyle günümüze kadar ulaşmıştır. 

4. Yahudilik dünya hayatına, Hristiyanlık da dünyadan uzaklaşıp manevi hayata daha çok ağırlık verirken İslâm her ikisi arasındaki dengeyi kurmuş ve korumuştur. Nitekim bir ayette şöyle buyurulur: “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste, ama dünyadan da nasibini unutma...” (Kasas 28/77). 

5. İslâm, diğer ilâhî dinlerde var olan bazı ağır dinî sorumlulukları ortadan kaldırmış, insanın yaratılışına en uygun ve yaşanabilir kuralları sunmuştur. Kur’ân-ı Kerim ve sünnette, dinî mükellefiyetlerin azaltılarak gerekli ve yeterli seviyede tutulduğu, İslâm’ın insanlara ağır yükler yüklemek için değil, rahmet olarak gönderildiği sıklıkla tekrarlanır.

İslâm, soyut inanç esaslarına indirgenebilecek bir din olmayıp sadece vicdanlara gizlenen bir duygudan da ibaret değildir. O, bir yönüyle ibadet, bir yönüyle ahlâk, bir yönüyle de toplumsal hayatın maddi ve manevi tüm alanlarını hedef alan insanî değerler manzumesidir. Fert ve toplumlara Allah’a kulluk bilinci kazandırarak onları hem dünyada hem de ahirette mutluluğa kavuşturmak gayesiyle birtakım hükümler koymuştur.dinî hükümler konuları ve yaptırımları açısından itikadi, ameli (ibadetler ile hak ve borç ilişkileri) ve ahlâki olmak üzere üç kısımda incelenir. Bu hükümlerle insanın yüksek ve saygın kişiliğine verilen değerin göstergesi olarak şu temel değerlerin korunması hedeflenmiştir: din, can, mal, akıl ve nesil. İslâm özellikle erkek ve kadın arasında temel bir farklılık gözetmez; her iki cins de insan olmanın ortak sorumluluğunu paylaşır. Yerine getirilen görevlere bağlı olarak ortaya çıkan rol farklılaşması cinsler arası eşitliği bozan bir durum değildir.

İslâm dininde ibadetler Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle ortaya konulan belirli tutumlar ve gerçekleştirilen düzenli davranış biçimleridir. Geniş anlamıyla Allah’ın hoşnut olduğu her davranış ibadet sayılmıştır. Özel ve dar anlamda ibadet ise namaz, oruç, hac, zekât, kurban vb. mükellefin yaratanına karşı saygı ve boyun eğmesini simgeleyen, Allah ve Resulü tarafından yapılması istenen belirli davranış biçimlerdir. Hz. Peygamber uygulamalarıyla bu ibadetlerin usul ve âdâbını öğretmiştir. İbadetlerde asıl olan imanla birlikte niyet, ihlâs, takva gibi kavramlarla ifade edilen öz ve içerik olmakla birlikte Allah’a saygıyı simgeleyen ve Kur’ân-ı Kerim ve sünnette açıkça bildirilmiş olan şeklî özellikler vazgeçilmez bir önem taşır. 

İslâm’ın ahlâk anlayışının kaynağı Kur’ân-ı Kerim ve sünnettir. Bu iki kaynak dinî ve dünyevi hayatın genel çerçevesini çizmiş, pratik kurallarını belirlemiş, böylece daha sonra İslâm âlimleri tarafından geliştirilecek olan ahlâki ilkelerin temelini oluşturmuştur. İslâm dini inananların vicdanına takva kavramıyla ifade edilen Allah’a derin saygının ve sorumluluk bilincinin hâkim olmasını sağlamıştır. İslâm ahlâkının başlıca nitelikleri, insanın manevi hayatını, bireysel ve sosyal davranışlarını gözetip kollayan bir Allah inancı; insanın kendisiyle hesaplaşmasını hedefleyen bir irade eğitimi; bütün insanlığa açık bir ümmet birliği ve kardeşlik ruhu; hak, adalet ve eşitlik gibi değerlere yöneliş şeklinde ifade edilebilir. İslâmiyet’in gerçekleştirdiği en büyük zihniyet değişikliği arasında asabiyet duygularını, soy üstünlüğünü, kabilecilik ve ırkçılık davalarını bütünüyle reddetmiş olması yer alır.

Hz. Peygamber’den nakledilen ve kaynaklarda “Medâru”l-İslâm /İslâm’ın Temelleri” olarak adlandırılan şu dört hadiste İslâm dininin ayırıcı özellikleri dile getirilmektedir: 

1. “Din(in özü) samimiyettir.” (Müslim, “Îmân”, 95). 

2. “Ameller niyetlere göredir.” (Buhârî, “Bedü’l-vahy”, 1). 

3. “Kişinin mâlâyânî (anlamsız, gereksiz, boş) şeyleri terk etmesi, güzel Müslüman olduğunu gösterir.” (Muvatta’, “Hüsnü’l-Hulk”, 1) 

4. “Sizden biri, kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe mümin olamaz.” (İbn Hanbel, III, 206).

İslâm’ın imana dayanan ahlâk özünü temsil eden bu hadislerde samimi niyetle hayırların peşinde koşmak, lüzumsuz ve faydasız şeylere itibar etmeyerek insanların yararı için çalışmak ve Müslüman kardeşini karşılıksız sevmek özellikle vurgulanmaktadır.

İslâm manevi-ruhî alanın yanında dünya hayatını da konu edinir ve insana her yönüyle rehberlik eder. Beşerî davranışlara ölçü ve sınırlamalar getirmesi, aile hayatından toplumsal düzenin ve temel insan haklarının korunmasına kadar hukukun değişik alanlarında temel açıklamalarda bulunması bundandır. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yirmi üç yıllık peygamberliği döneminde tamamlanan vahiy (Kur’ân-ı Kerim) ve onun açıklaması mahiyetindeki sünnet, İslâm dininin inanç, ibadet ve ahlâk yanında hukukî, bireysel ve sosyal hayatla ilgili temel ilkelerini ve amaçlarını belirlemiş ve dinin ana çatısını kurmuştur. İslâm’ın getirdiği hukuk anlayışı diğer hukuk sistemlerine göre daha insani, hukuktan beklenen adalet fonksiyonunu yerine getirmeye daha elverişli ve tutarlıdır. Ticarî hayatla ilgili getirdiği ilkeler, esasen hukukî alanda koyduğu kuralların bir parçasını teşkil eder. İslâm’da aslî ve tabii kazanç yolu emektir. Kazançta meşruiyet prensibi esas alınarak hırsızlık, gasp, faiz, zina, kumar, rüşvet gibi kazanç yolları dinî, ahlâki ve hukukî planda yasaklanmış, bu yollarla elde edilen kazanca ve mala da hiçbir değer verilmemiştir.

İslâm dini, birey ve toplum arasında bir ayrılık ve rekabet değil, birlik ve bütünlük olduğunu kabul eder. Tek tek bireylerin kişiliğinin gelişmesini hedef aldığı gibi toplumsal bütünleşme ve gelişmeye de büyük önem verir. Sosyal hayatın gereği olan ortak münasebetlerin hem Allah’ın hoşnutluğuna hem de insanların iyiliğine uygun olarak sürdürülebilmesi için ahlâki ilkelere dayalı adaletli bir toplumsal düzen fikri, Kur’ân-ı Kerim’in ilk inen ayetlerinin başta gelen konularından birini oluşturmuştur. 

İslâm’ın toplum anlayışı, bencilliği ortadan kaldıracak her tür önlemi almıştır. Bu dinin öngördüğü toplumsal düzende, millî servetin sadece belli bir kesimin elinde toplanmaması ve adil olarak paylaştırılması büyük önem taşır (Haşr, 59/7). Haksız kazanca dayalı servet birikimi, meşru yollardan elde edilmiş olsa bile fakir ve muhtaçları gözetmeyen, ahlâki boyuttan yoksun bir zenginlik anlayışı reddedilmiştir.

Arap Yarımadası’nda doğan ve kısa sürede yayılan İslâm dini yeni bir medeniyet meydana getirmiştir. İslâm’ın ilme olumlu bakışı ve teşvik edici öğretileri Müslümanlarıdinî bilimler kadar, felsefî/akli bilimler, tıp, fen bilimleri ve sanat alanında da önemli eserler vermeye yöneltmiştir. Edebiyat, yazı (hat), mimari, musiki vb. alanlarda İslâm medeniyeti tarafından ortaya konan eserler, kendine özgü bir sanat anlayışına sahip olup biçimden ölçülere, fonksiyonlarından içeriğine kadar sadece estetik kaygıların değil, aynı zamanda ortak inancın en güzel şekilde ifade edilmesi düşüncesinin bir sonucudur.

Çok geniş topraklara yayılmış diğer medeniyetlerden tevarüs ettikleri birikim ve İslâm’ın verdiği dinamizmle Müslümanların, İspanya’dan Orta Asya’ya ve Hindistan’ın kuzeyine kadar olan topraklardaki bilim ve teknolojiyi geliştirdikleri ve iyileştirdikleri bilinmektedir. Genel olarak 500-1500 yılları arasında hüner ve yaratıcılıkta İslâm dünyası Batı’dan üstün durumdaydı. Teknolojinin hemen hemen bütün dallarında Batılıların tanıdığı en iyi ürünler İslâm topraklarında üretilmiş, Orta Çağ’da bilim alanındaki en büyük başarılar Müslümanlarca ortaya konmuş, bu çağda telif edilmiş olan bilimsel eserlerin en özgün olanları Müslüman bilim insanlarınca kaleme alınmıştır. 11-13. yüzyıllar boyunca Latinceye tercümeleri yapılan bu eserler, Avrupa’da bir eğitim devrimine yol açarak Batı’da üniversitelerin doğuşuna bilimsel katkı sağlamıştır. Bu medeniyet tecrübesinin ilimler, sanatlar ve kurumlar, kısaca yüksek kültür çerçevesinde ortaya koyduğu tarihî birikimin yalnızca Müslüman dünya için değil, bütün insanlık ve evrensel bilimin gelişmesi için kalıcı sonuçlar doğurduğu doğulu ve batılı objektif tüm bilim insanlarınca kabul gören bir husustur.

Mehmet Kamil Yaşaroğlu

Kaynakça

Apaydın, Yunus. vd. Haz. İlmihal : İman ve İbadetler I. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi (İSAM), 1998.

Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed. İhyâ’u ulûmi’d-dîn. Beyrut : Dârü’l-Ma’rife, 1983.

Hamîdullah, Muhammed. İslâma Giriş. Çev. Kemal Kuşcu. İstanbul: Sönmez Neşriyat, 1961.

Hökelekli, Hayati. “İslam’ı Bilmek.” içinde İslam’a Giriş, Yay. Haz. Hayati Hökelekli, 199-221. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2007.

İbn Manzur, Muhammed b. Mükerrem. Lisanü’l-Arab. Yay. Haz. Emin Muhammed Abdülvehhab ve Muhammed es-Sadık el-Ubeydi. Beyrut : Dârü İhyâi’t-Türasi’l-Arabî, 1997.

İsfahânî, Râgıb. el-Müfredât. Kahire : Mustafa el-Babi el-Halebi, 1961.

“İslam.” Temel İslam Ansiklopedisi IV içinde. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı İSAM Yayınları, 2019. 388-430.

Mâverdî, Muhammed. Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn. Beyrut : Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1987.

Sinanoğlu, Mustafa, Ömer Faruk Harman, Mustafa Çağrıcı, İlhan Kutluer ve Ali Bardakoğlu. “İslâm.” içinde Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi XXIII, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2001. 1-5; 11-23.

Topaloğlu, Bekir. vd. İslâm’da İnanç Esasları. İstanbul: Çamlıca Yayınları, 2002.

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi