İslâm ahlâkı, İslâm dininin tamamlayıcı bir parçası olup Allah tarafından Hz. Muhammed’e bildirilmiş ve onun hayatında şekillenerek görünür hâle gelmiş olan hayat tarzı ile onun arkasındaki inanç ve düşünce dünyasıdır. Ahlâk insanda davranışların kendiliğinden ortaya çıktığı yerleşik bir karakter yapısına verilen isimdir ve insanın iradî hareketleriyle ilgilenen bir alanı ifade eder. Terim olarak ise ahlâk; genel bir hayat şekli, ahlâki kanun, düstur ve bir grup davranış kuralı; hayat tarzı ile ahlâk kanunu hakkında yapılan fikrî bir araştırma gibi temelde birbirleriyle ilişkili üç farklı anlamda kullanılmıştır. İslâm ahlâkı ve Hristiyan ahlâkı derken “ahlâk” kelimesi birinci anlamda; meslek ahlâkı veya iş ahlâkı derken ise ikinci anlamda kullanılır. Ahlâk kavramı üçüncü anlamda kullanıldığında ise felsefenin bir kolu olmakta olup ahlâk felsefesi anlamına gelmektedir. Bununla birlikte İslâm düşüncesinde ahlâk kavramı, Gazzâlî ve İbn Miskeveyh örneğinde olduğu gibi, genel olarak “fiil ve davranışların meydana gelmesini sağlayan bir meleke/yeti veya hâl” şeklinde tanımlanmıştır. Batı dillerinde ahlâk kelimesinin karşılığı olarak “ethics” ve “moral” kelimeleri kullanılmaktadır.
Müslüman dünyanın Kur’an ve sünnet başta olmak üzere değişik kaynaklardan beslenerek ve yüzyıllar boyunca uygulamadan geçirerek geliştirmiş olduğu İslâm ahlâkı, ilk aşamada Müslümanları muhatap alması sebebiyle belli birdinî geleneğin ifadesi olmakla birlikte, sahip olduğu aklî unsurlar sebebiyle de tüm insanlığa hitap edebilecek bir evrensellik içerir. Nitekim İslâm’ın gözettiği nihai hedef ahlâklı bireyler yetiştirmek, onlardan oluşan ahlâklı toplumlar ve nihayetinde de ahlâklı bir dünya meydana getirmektir. İslâm ahlâkı, ferde, içinde yaşadığı çevre ve toplum ile uyumlu bir davranış düzeninin hem kaynağını hem de kendisini sağlamıştır.
İslâm düşüncesinde ahlâk, teorik ve pratik boyutlarıyla, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf gibidinî ilimler ile felsefî ilimler ve edep literatürü içerisinde, her bilim dalının kendisine özgü çerçevesi ve öne çıkardığı yaklaşım üzerinden incelenmiştir. Felsefî ilimler içerisinde ise ahlâk, nazari ahlâk, ev yönetimi ve şehir yönetimi olarak üçe ayrılan pratik bilimlerin üst adıdır. Zaten İslâm düşüncesinde “ahlâk” kelimesi ile “edep” kelimesi çoğu zaman aynı anlamda kullanılmıştır. İslâm ahlâkı literatüründe telif edilmiş birçok kitabın “âdab” veya “edeb” başlığı taşıması da bundan dolayıdır. Zaman zaman da ahlâk, örf, âdet, gelenek ve görenek ile de karıştırılmıştır.
İslâm ahlâkında en temel ilke niyet, yani fiilden önce zihinde oluşan gayedir. İslâm ahlâkının bir diğer ayırt edici özelliği de insanın yanlış davranışlara düşmemek için uyanık ve diri bir bilince sahip olmasını niteleyen “hayâ”dır. Peygamberimiz “Her dinin bir ahlâkı vardır. İslâm’ın da ahlâkı ‘haya’dır.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk) buyurmaktadır.
İslâm ahlâkının kaynağı veya oluşturucu unsurları denildiğinde, kaynak kelimesinin anlamlarına bağlı olarak ilk önce varlık sebebi ve kurucu unsurları, yani ontolojik kaynağı; ikinci olarak İslâm ahlâkı hakkında bilgi veren unsurları, yani epistemolojik kaynağı; üçüncü olarak ise ahlâk sahasında yazılmış kitap ve metinler, yani İslâm ahlâkı hakkındaki sistematik düşünce akla gelmektedir.
İslâm ahlâkının ana kaynakları Kur’an-ı Kerim ve onun tebliğcisi Hz. Peygamber’in sünnetidir. Nitekim Hz. Aişe bir soru üzerine Hz. Peygamber’in ahlâkının Kur’an ahlâkı olduğunu belirtmiştir (Müslim, Müsafirin, 139). Hem dini hem de dünyevi hayata dair genel bir çerçeve çizen, bunların ameli kurallarını belirleyen,dinî ve ahlâki hükümleri oluşturan ve insanın ahlâki mahiyetine dair dengeli bir yaklaşım sergileyen bu iki kaynak, daha sonraki dönemlerde fıkıhçılar, hadisçiler, kelamcılar, mutasavvıflar, hatta filozoflar tarafından geliştirilecek olan ahlâk anlayışlarını da şekillendirmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm ahlâk konularını herhangi bir ahlâk kitabı gibi sistematik olarak ele almamış olmakla birlikte, eksiksiz bir ahlâk sistemi oluşturacak zenginlikte nazarî prensipler ile amelî kurallar getirmiştir. Bunların yanında; icma, kıyas, ahlâk kitapları, örf ve âdetler de İslâm ahlâkına oluşum ve sistemleşme aşamasında etki etmiş olan tali kaynaklardır. İslâm düşünürleri bu kaynaklardan hareketle birbirlerinden ayrıntılarda farklılaşan ahlâk anlayışları geliştirmişlerdir.
İslâm ahlâkı, asıl kaynağı olan Kur’an ve onun ışığında oluşmuş sünnetle başladığı için İslâm’ın ilk yüzyılında ahlâk tamamendinî ilke ve kurallara dayanmaktaydı. Ahlâk ile din iki ayrı şey olmayıp ahlâki emirler, itikat ve ibadete dair emirler gibi Allah’ın emirleri telakki edilir ve hemen hiçbir tartışmaya ihtiyaç duyulmaksızın benimsenir ve uygulanırdı. “Size peygamber neyi verdiyse onu benimseyiniz, neyi de yasakladıysa ondan uzak durunuz.”(Haşr 7) emri gereği Müslümanlar hayatlarını Hz. Peygamber’in getirdiği öğretilere göre düzenlemeleri gerektiğine inanmışlardı. Ancak sonraları, Hz. Peygamber’in ve onun terbiyesinde yetişmiş sahabenin Müslümanların arasından ayrılması, iktidar mücadeleleri, liyakatsiz yöneticilerin yaptığı zulümler, İslâm kültürünün yabancı kültür ve düşüncelerden etkilenmesi gibi fikri ve sosyal sebepler sonucu ortaya çıkan problemler, takriben hicri2. yüzyılın başlarından itibaren, temelini Kur’an’dan alan ve Hz. Peygamber ile sahabenin hayatlarında şekillenmiş olan geleneksel İslâm ahlâkına bağlılığı ilke edinen anlayışa (geleneksel ahlâk anlayışı) ilaveten tasavvufi ahlâk anlayışı ve felsefî ahlâk anlayışı gibi farklı ahlâk anlayışlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunlara ilaveten İslâm dünyasında ortaya çıkan ahlâk teorilerini; nassî ahlâk teorileri, kelâmî teoriler, felsefî teoriler ve dinî teoriler şeklinde kategorize edenler ile kuralcı ahlâk teorileri ve karakterci ahlâk teorileri şeklinde sınıflandıranlar da olmuştur.
Gelenekçi ahlâk, ahlâki konulara bakışta İslâm’ın ilk devirlerindeki tavrı koruyarak Kur’an ve sünneti ahlâkın asli ve mutlak kaynağı olarak kabul eden ve ahlâkın Hz. Peygamber ile ashabın hayatlarında şekillenmiş olduğunu savunan anlayıştır. Daha çok hadisçiler ve fıkıhçılar tarafından benimsenir. Tasavvufi ahlâk, Kur’an ve sünnete dayanmakla birlikte ahlâkta tasavvufi yorum ve yaşayışa da ağırlık veren bir anlayıştır. Tasavvuf ahlâkının ayırıcı vasfı feragat ahlâkı olmasıdır. Felsefî ahlâktan maksat İslâm filozoflarının ahlâkla ilgili görüşleridir. İslâm filozofları, Antik Yunan filozoflarının ahlâki terimlerle ilgili önemli tarif ve tasniflerini benimsemişler ve temeli Kur’an ve sünnete dayalı İslâm ahlâkını söz konusu tarif ve tasniflerden faydalanarak sistemli bir şekilde açıklamaya çalışmışlardır.
İslâm filozoflarının ahlâkla ilgili görüşleri, genellikle “felsefî ahlâk” başlığı altında ele alınmaktadır. İslâm filozofları, Aristotelesçi ahlâk felsefesi dışında yeni Platonculuk üzerinden gelen Platoncu ahlâk felsefesi, Galen’in tıp ve mizaç teorileri ile Sokratik-Kinik okulların “hazlardan uzaklaşıp tam bir sükûnet hâline erme” olarak formüle edilebilecek yaklaşımlar etrafında şekillenen ahlâk görüşleri ile Fars kültür ve düşüncesinde ahlâki terimlerle ilgili önemli gördükleri tarif ve tasnifleri benimsemişler ve temeli Kur’an ve Sünnet’e dayanan İslâm ahlâkını, söz konusu tarif ve tasniflerden hareketle sistemli bir şekilde açıklamaya çalışmışlardır.
İslâm felsefesinde ahlâk pek çok alanın kesişme noktasında bulunmaktadır. Çünkü psikolojiyi ahlâktan, ahlâkı da din ve siyasetten ayırmak ve ayrı olarak ele almak mümkün değildir. Neredeyse bütün İslâm filozoflarına göre felsefe, teorik ve pratik/ameli olmak üzere iki kısma ayrılır ve ameli felsefenin ahlâk, tedbîru’l-menâzil ve siyâsetü’l-müdün diye üç ana konusu vardır.
İlk İslâm filozofu olan Kindî (ö. 866), ahlâkla ilgili olarak Risâle fi’l-ahlâk ve Risâle fi’l-hîle li def’i’l-ahzân gibi risaleler yazmış olmasına rağmen üzüntü konusundaki risalesi hariç (el-Hîle li def’il-ahzân) hiçbirisi günümüze ulaşmamıştır. İslâm felsefesi tarihinde günümüze ulaşan ilk müstakil ahlâk eseri Ebû Bekir er-Râzî’nin (ö. 925) et-Tıbbu’r-rûhânî (Ruh Sağlığı) isimli eseridir. Razi’den sonraki süreçte; Farabi (ö. 950), İbn Sina (ö. 1037), İbn Miskeveyh (ö. 1030), Gazzali (ö. 1111), İbn Bacce (ö. 1139), Nasîrüddin et-Tûsî (ö. 1274), Celaleddin ed-Devvani (ö. 1502) ve Kınalızade Ali Efendi (ö. 1572) gibi filozoflar da ahlâk konusunu ele almışlarsa da İslâm felsefe tarihindeilmî ve fikri çalışmaları arasında en büyük ağırlığı ahlâka veren düşünür Tehzibu’l-ahlâk ve tathiru’l-arak isimli eserin sahibi İbn Miskeveyh’tir.
Kindî ile başlayan İslâm ahlâk felsefesi, Gazzâlî sonrasında, birbiriyle ilişkili olmasına rağmen farklı özellikler taşıyan iki ana çizgiyi takip etmiştir. Birincisi, İbn Miskeveyh’in sistemleştirmiş olduğu düşünce tarzını takip eden Nasıruddin et-Tusi’nin Ahâk-ı Nâsırî ve Celâleddin ed-Devvânî’nin Ahlâk-ı Celâlî isimli eserleri ile Kınalızade Ali’nin Ahlâk-ı Alâî isimli Farsça ve Türkçe yazılan ahlâka dair eserlerdir. İkincisi ise Farabi’nin daha metafizik mahiyetteki ittisal kavramına dayalı olan ve İbn Sînâ’nın İşrâki düşünceyi konu alan eserlerinde belirgin hâle gelen çizgidir. En önemli temsilcileri İbn Bacce ile İbn Tufeyl’dir.
İslâm ahlâkının konusunu, iyi ve kötünün bilgisi ve bu bilgiye dayalı hâl, tutum ve davranışlar oluşturmakla birlikte İslâm düşünürleri eserlerinde, psikolojiden din ve siyasete varıncaya kadar birçok konuyu ahlâkla ilişkili olarak ele almışlardır. Ağırlıklı olarak şu konular üzerinde durmuşlardır: ahlâkın tarifi ve mahiyeti, ahlaki eğitim, teorik ahlâk, pratik ahlâk, nefs ve nefsin güçleri, iyilik ve kötülük, erdemler, reziletler, ahlâki değerler, irade, hürriyet, ahlâki sorumluluk, mutluluk, sevgi, dostluk, haz, elem, ölüm ve ölüm korkusu, üzüntü, ahlâkın değişmesi, insanın görevleri ve ruhsal tıp.
Hüseyin Karaman