İşrâkilik; akıl yürütme veya bir bilgi vasıtasına gerek kalmadan bilginin doğrudan içe doğması, iç aydınlanma, keşf ve irfana dayanan bilgiyi kabul eden görüşün adıdır. Sembolik olarak güneşin doğudan yükselerek her şeyi aydınlatması gibi, coğrafî anlamda ışığın ve aydınlanmanın ana yurdunun “Doğu Hikmeti” olmasını işaret eder. Kurucusu Şihabuddîn es-Sühreverdî (ö. 1191) olan İşrâkîlik; mevcudatın yetkinlikten eksikliğe sudurunu içeren bir nur metafiziğinden ibarettir. Bilgiye ulaşmada, keşf ve sezgisel yöntemin esas alındığı bu hareket varlığını irfânî gelenek içerisinde devam ettirmiştir. Sühreverdî’nin düşüncesinde kavram, aydınlanma ve Doğu anlamlarını kendisinde birleştirmesi, güneşin doğudan doğarak, her şeyi aydınlatması ve bu yüzden de ışığın yurdunun irfân ve aydınlık ile aynı olması sembolizmine dayanır.
Sühreverdî, işrâk terimini; “Allah’ın yolu”, “bütün ilimleri insana ulaştıran aydınlanma”, “akli nûrların zuhuru”, “Allah’tan gelen soyut, özel bir ışıma” şeklinde tanımlamışken hakikatin işrâkî tecrübe ile elde edilmesini İşrakilik, bu yolda kendisini izleyenleri İşrâkıyyûn (İşrâkîler) olarak belirlemiştir. En önemli eserine “Hikmetu’l İşrâk” ismini veren Sühreverdî; bir nur metafiziği olan işrâkîliği, hem araştırmacı hem de müteellih (teosofist) düşünürlerin yolu olarak açıklamış, dünyanın bu kişilerden asla mahrum kalmadığını ifade ederek kendisini bu anlayışın çağındaki temsilcisi olarak takdim etmiştir.
İşrâkîlik; fikrî kaynakları bağlamında; meşrıkî hikmet anlayışıyla İbn Sînâ, Mişkâtu’l Envâr eseriyle Gazzalî ve irfânî birikim yanında; Fars bilge kralların ilkelerinden, Zerdüştlük ve Antik Yunan’ın Pisagor, Empedokles, Platon, Aristoteles gibi düşünürlerinin fikirlerinden esinlenerek oluşturulmuş eklektik bir düşünce hareketidir. Sühreverdî kendisini, kökleri neredeyse insanlık tarihine kadar uzanan bir felsefe geleneğinin yenileyicisi olarak görmüştür. Bu geleneğin kendisine biri “Doğu” (Antik İran Kaynaklı) diğeri “Batı”dan (Mısır-Yunan Kaynaklı) iki yolla ulaştığını her ikisinin de Hermes’e dayandığını belirtmiştir.
İşrâkîlik “Doğu” ya özgü bir felsefe geleneği olarak ön plana çıkmış ve İslâm Meşşâîliği başta olmak üzere bir kısım felsefî geleneğe tepki olarak kendini takdim etmiştir. Sühreverdî, kendi bakış açısıyla Meşşâî felsefede gördüğü mantıksal, epistemolojik ve metafiziksel tutarsızlıklardan kaçınmayı amaçlamıştır. Ancak beslendiği kaynaklar ve kendisini konumlandırdığı felsefî alan dikkate alındığında, tenkitlerine rağmen Meşşâî düşünceden yararlandığı da görülecektir. Bununla birlikte Ziyâî’nin de ifade ettiği gibi, İşrâkî felsefesi, ayrı bir sistematik kurguyla özgün bir felsefî inşadır. Sühreverdî, sezgisel yöntemle nur üzerine temellendirdiği düşünceleriyle, Gazzâlî sonrası büyük güç kaybeden Meşşâîliğin aksine, varlığını günümüze değin devam ettirecek İşrâkî bir hikmetin ışığını yakmıştır. Bu anlayış Sühreverdî’den sonra İbn Kemmûne (ö. 1284), Şemseddin Şehrezûrî (ö. 1288), Kutbuddin eş-Şirâzî (ö. 1311), İbrahim Ahsâî (ö. 1479), Celaleddin Devvânî (ö. 1501), Nizameddin el-Herevî (ö. 1594), Mir Damad (ö. 1631), İsmail Ankaravî (ö. 1631), Sadreddin Şirâzî (ö. 1641) gibi düşünürlerle varlığını devam ettirmiştir.
Eyüp Bekir Yazıcı