İşsizlik, iktisatçılar tarafından genellikle, “çalışma istek ve yeteneğinde olduğu hâlde cari ücret haddinden (piyasa ücret düzeyinden) iş arayıp da bulamama durumu” olarak tanımlanır. Buna göre, kişi açısından işsizlik durumunun varlığı için, öncelikle kişinin çalışma isteğinde, yani iş arıyor olması gereklidir. İkinci olarak, çalışma yeteneğine sahip olması, yani bedensel ya da zihinsel olarak çalışmasını engelleyecek bir durumunun bulunmaması gereklidir. Son olarak da piyasada yeteneğine uygun bir ücret getiren bir iş bulamaması söz konusu olmalıdır.
İşsizliğin Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından kabul edilen standart tanımı, aynı anda ifade edilebilecek 3 kriterden oluşmaktadır. Bunlar sırasıyla: “işi olmama”, “hâlen çalışmaya hazır olma” ve “iş arama”dır. Referans döneminde bu kriterlere uyan, belirli yaş üzerindeki ekonomik olarak aktif olan nüfusun tümü “işsiz” olarak kabul edilir.
Ülkemizde işsizlikle ilgili verileri toplayan ve bu alanda ILO norm ve standartlarına uygun istatistikler oluşturan bir kurum olan Türkiye İstatistik Kurumu da (TÜİK) işsizi şu şekilde tanımlamaktadır: “referans dönemi içinde istihdam hâlinde olmayan (kâr karşılığı, yevmiyeli, ücretli ya da ücretsiz olarak hiçbir işte çalışmamış ve böyle bir işle bağlantısı da olmayan) kişilerden iş aramak için son 4 hafta içinde aktif iş arama kanallarından en az birini kullanmış ve 15 gün içinde işbaşı yapabilecek durumda olan kurumsal olmayan çalışma çağındaki tüm kişiler işsiz nüfusa dahildir”. Başlıca aktif iş arama kanalları arasında İŞKUR’a, özel istihdam ofislerine ya da doğrudan bir işverene başvurma; gazete, dergi, internet ya da akraba ve eş-dost aracılığıyla iş arama sayılabilir.
İşsizlik oranı, işsiz nüfusun iş gücü içindeki oranıdır. Toplam iş gücü içinde işsizlerin nispi ağırlığını gösteren bu katsayı, önemli bir makroekonomik istikrar göstergesi olarak da kabul edilir. İşsizlik oranlarındaki artış, genel olarak diğer makroekonomik göstergelerdeki değişikliklerle birlikte değerlendirildiğinde, ekonomide bir daralmayı; tersi bir durum ise ekonomideki genişlemeyi göstermektedir.
İşsizliğin nedeni ekonomideki faktör dengesizliği olabileceği gibi iş gücü piyasasındaki mevsimlik veya konjonktürel dalgalanmalar ya da teknolojik gelişmelerin istihdamı daraltması da olabilir. İşsizliği genel olarak gizli işsizlik ve açık işsizlik olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.
Gizli işsizlik, Bir işi olduğu hâlde marjinal verimliliği sıfır ya da sıfıra yakın olan yani çalışır göründüğü hâlde toplam üretime çok az ya da hiç katkısı olmayanların oluşturduğu işsizliktir.
Açık işsizlik, çalışma gücü ve isteğinde olduğu hâlde, cari ücret seviyesinde iş arayıp da bulamayanların toplamını ifade etmektedir. Başlıca açık işsizlik türleri: yapısal, konjoktürel, mevsimlik, teknolojik ve geçici işsizliktir.
Yapısal işsizlik, iş gücü piyasasında arz ve talep edilen beceriler arasında bir uyumsuzluk olması durumunda ortaya çıkan bir işsizlik türüdür. Yapısal işsizliğin nedenleri; mesleki veya coğrafi dengesizlikler, teknolojik gelişmeler, okul eğitiminin yetersiz oluşu ya da kamu politikaları olabilir.
Konjonktürel (dönemsel) işsizlik, ekonomik faaliyetlerdeki dönemsel dalgalanmaların yarattığı bir işsizlik türüdür.
Mevsimlik işsizlik, mevsim koşulları ve değişmeleri sonucu bazı mal ve hizmetlerin üretiminin azalması ya da bazı mal ve hizmetlerin talebinde meydana gelen düşüşler neticesinde ortaya çıkan işsizlik türüdür.
Teknolojik işsizlik, üretimde emeğin yerine yeni üretim teknolojilerinin kullanılması, üretimin yeniden organizasyonu ve yeni ürünlerin geliştirilmesi neticesinde ortaya çıkan bir işsizlik türüdür.
Geçici işsizlik, işçilerin kısa süreli yer ve iş değiştirmelerinden kaynaklanan işsizliktir.
İşsizlik, günümüzde gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun bütün ülkeleri etkileyen; ekonomik ve toplumsal sonuçlar doğuran önemli bir sorundur. İşsizlik her şeyden önce onu yaşayan birey ve ailesi açısından önemlidir. Tek geçim kaynağı ücret olan bireyin ve ailesinin, bu gelir kaynağından da yoksun kalması, bireysel düzeyde ciddi sorunlar yaratacaktır. Gelir kaybı nedeniyle hayat standardı düşen bireylerde psikolojik birtakım rahatsızlıkların ortaya çıktığı da bilinen bir gerçektir. Bir işte çalışmak, kişinin kendisine olan özgüvenini arttırmakta ve topluma olan aidiyet duygusunu güçlendirmektedir. Dolayısıyla birey, işsiz kalmakla sadece maddi bir gelirden yoksun kalmayacak, çalışma hayatının kendisine kazandıracağı sosyalleşme sürecinin de dışında kalacaktır. İşsizliğin artması makroekonomik dengelerin bozulmasına da sebep olur. Artan işsizlik sonucu ekonomide satın alma gücünün ve dolayısıyla da harcama düzeyinin düşmesi, üretim kaybına neden olmaktadır. İşsizlik en önemli üretim faktörü olan emeğin israfına yol açmakta ve bireyin üretken kapasitesini etkileyerek onun verimliliğini düşürmektedir. Özellikle uzun süreli işsizliğe bağlı olarak kişilerin sahip oldukları mesleki niteliklerin aşınması ve bu eski becerilerin tekrar bireye kazandırılabilmesi, hem bireye hem de ekonomiye önemli maliyetler yüklemektedir.
Emeğin diğer üretim faktörlerinden farklı özellikler taşıması, doğrudan “insan” unsuru ile ilgili olması, işsizliğin toplumsal açıdan da üzerinde durulması gereken önemli bir sorun olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. William Beveridge, “Full Employment in a Free Society” isimli ünlü eserinde, işsizliğin yarattığı en büyük olumsuzluğun kaybedilen maddi refah ve fiziksel etkileri değil, doğurduğu kin ve korku ortamı olduğunu söylemektedir. Beveridge’e göre, “işsizlik, işsiz bireyde faydasız, işe yaramayan bir insan olduğu hissini yaratır. Aynı zamanda işsizlik, insan hayatına korkuyu getirir ve korkudan da nefret doğar”. İşsiz kalarak ailesinin tüm gelir kaynağı kesilen bireyler, çoğu zaman yasal olmayan yollara başvurmakta ve bu da toplumdaki suç oranlarını yükseltmektedir. Yapılan araştırmalar, işsizlik ile suç işleme eğilimi, intihar, alkolizm, aile içi şiddet ve boşanma gibi toplumsal sorunlar arasındaki ilişkinin varlığını ortaya koymaktadır.
Naci Gündoğan