Yerkabuğunun dış yüzeyinde (karalar üzerinde ve denizler altında) oluşan yerşekillerini, onları oluşturan ve değişikliğe uğratan etken ve süreçleri araştıran, dağılışlarını haritalayan, bu bilgileri kullanarak toplumun yaşam kalitesine katkı sağlamaya çalışan bir bilim dalıdır.
Jeomorfoloji, fiziki coğrafyanın bir dalı olup iklim (klimatoloji), su (hidrografya), toprak (pedoloji) ve canlılar (biyocoğrafya = vejetasyon coğrafyası + zoocoğrafya) ile beraber doğal ortam özelliklerini meydana getirmektedir. Doğal ortamı oluşturan bu unsurlar arasında sıkı bir etkileşim bulunmakta, her bir unsur diğer unsurların şekillenmesine katkı sağlamaktadır. Jeomorfoloji ise bu unsurların etkileşim alanını oluşturmaktadır.
Jeomorfoloji terimi ilk olarak 19. yüzyılın ikinci yarısında literatüre girmiştir. Önceleri “yeryüzünün morfolojisi”, sonrasında “topografik şekillerin kökensel çalışması” şeklinde ifade edilmiş ve bilinen hâliyle 1896 yılında kullanılmaya başlamıştır. Jeomorfoloji yerine bazen “morfoloji” terimi de kullanılmaktadır. Jeomorfoloji biliminin tarihsel gelişimi erken, klasik ve modern olmak üzere üç dönemde ele alınabilir.
Erken Dönem, 1669 yılına kadar olan zaman dilimini kapsar. Yeryüzünün nasıl şekillendiği ile ilgili ilk fikirler önceleri Mezopotamya, Mısır, Çin ve sonrasında Yunan medeniyetinde üretilmiştir. Ksenofanes (ö. MÖ 480), Herodot (ö. MÖ 425), Aristo (ö. MÖ 322), Strabon (ö. MS 25), Seneca (ö. MS 65) gibi pek çok düşünür, akarsu vadilerinin ve deltaların oluşumu ve dağlardaki kayalar içinde, deniz canlılarına benzer kabukların varlığı üzerinde görüş belirtmişlerdir. Bazı batılı kaynaklar jeomorfoloji hakkında bilimsel nitelik taşıyan ilk görüşlerin İslâm dünyasında üretildiğini savunur. İbn-i Sina (ö. 1037), bazı dağların, akan suların ve rüzgârın seçici aşınım ile yumuşak kayaları oyması sonucunda oluştuğunu söylemiştir. Biruni (ö. 1051), Ganj nehrindeki incelemelerinde sediment boyutundaki küçülmelerin akım gücünün azalması ile ilişkili olduğunu belirterek “flüvyal jeomorfoloji”nin ilk örneklerini vermiştir. 12. ve 16. yüzyıllar arasında ise yerşekilleri ile ilgili düşüncelerde bir durgunluk safhası yaşanmıştır. Leonardo da Vinci (ö. 1519), kara ve deniz seviyelerindeki değişimlerin dağlardaki fosil denizel kabukların varlığıyla açıklanabileceğini savunmuştur.
Klasik Dönem, Nikolaus Steno’nun (ö. 1686) araştırmaları ile başlar. 1669 yılında Steno tarafından ilk jeolojik kesit çizilmiş, tabakaların yaşlarına göre sıralandığı düşüncesi yerleşmiş, ilk jeoloji haritası üretilmiş (1684, Kuzey İngiltere) ve dünyanın yaşı ile ilgili ilk fikirler paylaşılmıştır. Abraham Gottlob Werner (ö. 1817), “Neptunizm” (yanardağlardan fışkıran lavlar ve tüfler haricindeki bütün kayaçların suların etkisiyle oluştuğu), James Hutton (ö. 1797) ise “Plutonizm” (taşların dünyanın içindeki erimiş kızgın maddelerin yerkabuğuna etki yaptığını) akımının öncüleri olmuşlardır. Hutton aynı zamanda yeryüzünün şekillenmesinin erozyon ile olduğunu beyan etmiş, Aktüalizm (Üniformitaryanizm) akımının öncüsü olmuştur (Tinkler, 1985). 1802’de John Playfair (ö. 1810), Hutton’ın fikirlerini göreceli belirsizlikten kurtarmış, nehir sistemlerinin doğası ve davranışı hakkındaki orijinal fikirlere de katkıda bulunmuştur. Bu dönemde ayrıca Katastrofizm (Kıyamet Kuramı) gibi farklı düşünceler de oluşmuştur. Charles Lyell (ö. 1875), Jeolojinin Prensipleri adlı çalışmasında “günümüz geçmişin anahtarıdır” görüşüyle jeomorfolojiye önemli katkı sağlamış, “Denizel Erozyon Teorisi”ni ortaya atmıştır. Louis Agassiz (ö. 1873), 1840 yılında Buzul İncelemesi adlı yayınıyla Büyük Buzul Çağı’nın varlığını ispatlamış, bazı bölgelerde topografyanın şekillenmesinde buzulların etkili olduğunu vurgulamıştır.
Modern Jeomorfoloji dönemi ise 1875’ten sonrasını anlatır. Bu dönemin başında John Wesley Powell (ö. 1902), vadi ve drenaj sistemi ile dağların yapısal ve genetik sınıflandırmasını yapmış ve “Kaide Seviyesi” kavramını ortaya atmıştır. Grove Karl Gilbert (ö. 1918), kendi adıyla anılan ve günümüzde hâlâ geçerliliğini koruyan “Gilbert Dinamik Denge Kuralı”nı literatüre kazandırmıştır. William Morris Davis (ö. 1934) ise akarsuların genellikle genç, olgun ve yaşlılık dönemlerine ayrılan üç ana gelişim aşamasına sahip olduğunu iddia eden “Erozyon Döngüsü” teorisini üretmiştir. Davis, bu teoride tektoniğe hiç yer vermemiştir. Bu eksiklik, Walther Penck (ö. 1923) tarafından eleştirilmiştir. Penck’in Paralel Yamaç Gerilemesi görüşü, Davis’in Erozyon Döngüsü teorisinin revize edilmesine yol açmıştır. 20. yüzyılda günümüz jeomorfolojisine ışık tutan eserler üretilmiştir. Bu eserlerden bazıları şu şekilde sıralanabilir: Robert Elmer Horton (ö. 1945), Arthur Newell Strahler (ö. 2002) ve Adrian E. Scheidegger (ö. 2014) tarafından yazılan Flüvyal Morfometri Yasaları, John Tilton Hack (ö. 1991) tarafından yazılan Dinamik Denge, Lester Charles King (ö. 1989) tarafından yazılan Pediplanasyon ve Richard John Chorley (ö. 2002) tarafından da Genel Sistem Teorisi.
Jeomorfoloji = Yapı + Süreç + Zaman şeklinde formüle edilebilir. Bu formül ilk olarak Gilbert tarafından ortaya atılmış ve sonrasında Davis tarafından desteklenmiştir. Yapı (Strüktür): Enerjisini yerkabuğunun içinden alan iç kuvvetlerin oluşturduğu kayaç özellikleri (litoloji) ile yerkabuğunda meydana gelen hareketlerin (tektonik) yerşekli oluşumuna etkilerini inceler. “Yapısal Jeomorfoloji” olarak de ifade edilebilir. Yatay, monoklinal, kubbe (dom), havza, kıvrımlı ve kırıklı (faylı) yapı gibi örnekleri vardır. Süreç: Enerjisini Güneş’ten alan dış kuvvetlerin katı yerkabuğunu parçalaması, ayrıştırması, taşıması ve biriktirmesi şeklinde gerçekleşen yerşekli oluşumlarını inceler. Aşınım ve birikim süreçlerini ele alması nedeniyle “Dinamik Jeomorfoloji” olarak da ifade edilebilir. Akarsu (flüvyal), buzul (glasyal), buzul çevresi (periglasyal), rüzgâr (kurak ve yarıkurak), dalga (kıyı), kimyasal ayrışma (karst) gibi türleri mevcuttur.Zaman: Özel bazı yerşekli oluşturan olaylar (heyelan ve deprem vs.) dışında yerşekillerinin oluşabilmesi için uzun bir süreye ihtiyaç vardır. Yerşekillerinin geçmişinin incelenmesine yönelik araştırmalar “Tarihsel Jeomorfoloji” olarak tanımlanır. IV. Jeolojik Zaman olarak adlandırılan Kuvaternere ait jeomorfolojik oluşumların araştırıldığı ve izah edildiği “Kuvaterner Jeomorfolojisi”nde olduğu gibi jeolojik zaman cetvelindeki bir zaman dilimi dikkate alınır ve bu esnada oluşmuş tortul kayaçlar ile yerşekli oluşumu arasındaki ilişkiler sorgulanır.
Jeomorfoloji, bunların dışında “Tektonik Jeomorfoloji”, “Volkan Jeomorfolojisi”, “Denizaltı Jeomorfolojisi”, “Klimatik Jeomorfoloji” ve “Gezegen Morfolojisi” gibi daha pek çok farklı konu ile ilgilenir. “Uygulamalı Jeomorfoloji” ise jeomorfoloji bilim ailesine 1956 yılında katılmıştır. Bu alt bilim dalı, jeomorfolojik bilgilerin insana fayda sağlamasına yönelik araştırmalara öncelik vermektedir. Son zamanlarda insanların yerşekillerine müdahalesinin artması üzerine “Antropojenik Jeomorfoloji” kavramı gelişmiştir.
Oluşum koşulları açısından farklılık gösteren yerşekli gruplarını tanımlamak için “Flüvyal Topografya”, “Kıyı Topografyası”, “Karst Topografyası”, “Buzul Topografyası” gibi terminolojiler kullanılır. Jeomorfoloji biliminde uzmanlaşmış kişilere ise “Jeomorfolog” adı verilir. Jeomorfologlar; kayaların ayrışması, kütle hareketleri, erozyon, deniz, göl ve akarsu kıyıları, havza - kıyı ve su yönetimi, akarsu yatağı restorasyonu, yamaç yönetimi, arazi potansiyeli, bölge planlaması, kırsal ve şehirsel arazi kullanımı, çöp depolama sahalarının planlanması, toprak oluşumu, bitki örtüsü ve ekolojik sınıflandırma gibi farklı konularda çalışma yaparlar. Ayrıca tektonik (yerkabuğu hareketleri), afetler ve yönetimi gibi konulara katkıda bulunurlar. Geçmiş ve güncel yerşekillerinin korunması, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı, jeomorfolojik mirasın korunması ve yönetimi de jeomorfologların ilgi alanlarına girer. Jeomorfoloji araştırmalarında jeofizik, sedimantoloji, jeokimya, hidroloji, klimatoloji, pedoloji, biyoloji, mühendislik gibi farklı bilim dallarından da yararlanılır.
İsa Cürebal