KOMÜNİZM

Bahadır KAYNAK views83779

Köken olarak “ortak” kelimesinden türetilen komünizm, üretim araçlarının ve zaman zaman tüketimin de tüm toplum tarafından birlikte sahiplenilmesi, gerçekleştirilmesi anlamını içerir. Fikir olarak Antik Yunan’a ve köleci toplumlara kadar geri götürebilse de bugün yaygın kullanımının işaret ettiği siyasi programa dönüşmesi 19. yüzyılda sanayi devriminin hız kazanması ile gerçekleşmiştir. Endüstriyel kapitalizmin emeği metalaştırdığı ve hiçbir sınırlama tanımadan sömürdüğü bu dönem, sanayileşmeyle koşut olarak çalışan kesimlerin memnuniyetsizliklerinin birikimine ve sisteme muhalefet etmelerine yol açmıştır. İlk aşamada ütopik sosyalist düşünürler tarafından savunulan ortak mülkiyet fikrinin daha bilimsel bir zemine oturtulmasıyla komünizmin nihai bir hedef olarak insanlığın önünde durduğu, Karl Marx (ö. 1883) ve takipçileri tarafından savunulmuştur. Komünist ideal, toplumda var olan sınıfların ve bunun yarattığı eşitsizliklerin ortadan tamamen kaldırılmasını, bunu sağlayabilmek için de üretimin araçlarının ortaklaştırılmasını önerir. Marx’ın Gotha Programı’nın eleştirisinde anlattığı biçimiyle komünizm, ilk aşamada işçi sınıfının siyasi erki ve ekonomiyi kontrol ettiği bir geçici hükûmetin kurulması, ikinci safhada ise “herkesten imkânı ölçüsünde, herkese ise ihtiyacı nispetinde” prensibinin geçerli olacağı sınıfsız ve devletsiz bir toplumun kurulmasıyla vücuda gelecektir. Komünistler, kurulu düzene yönelttiği ölümcül tehdit sebebiyle uzun süre meşru bir siyasi aktör olarak görülmemiş; türevi siyasi akımlarla beraber yer altında örgütlenmiştir. Bu belirsizlik ve meşru olmayan zeminde yürütülen siyaset, komünizme yönelik olarak somut bir programları olmadığı, umutsuz insanların hayallerini sömürdükleri eleştirilerine yol açacaktır. Paris Komünü gibi çok kısa süreli ve etkisi sınırlı tecrübeler sayılmazsa Ekim 1917’deki Bolşevik Devrimi ilk kez komünizmin ideal düzenine doğru bir ekonomik ve siyasi sistem tecrübesi olarak görülebilir. Devrimin Rusya’da ayakta kalabilmeyi başarabilmesine karşın, siyasi olarak dengelenmesi ve coğrafi yayılımının durdurulması “tek ülkede sosyalizm” deneyimine yol açacaktır. Yaklaşık üç çeyrek yüzyıl boyunca küresel kapitalist sistemin karşısında alternatif bir program olacak bu düzende üretim araçlarındaki özel mülkiyet kaldırılmış, merkezî planlamaya dayalı bir ekonomik yapı oturtulmuştur.
Böylelikle tüm dünya ölçeğinde kurulacak sınıfsız bir toplum hayalinden vazgeçilmiş ama belirli bir siyasi coğrafyada tek parti rejimi ve devlet merkezli bir ekonomi Soğuk Savaş yılları boyunca sürdürülmüştür. 2. Dünya Savaşı’nın ardından komünizmin coğrafi olarak yayılmasıyla bu sistemin uygulandığı ülkelerde yaşayan insan toplulukları dünya nüfusunun üçte birine ulaşmıştır. Bu süreçte Moskova’nın dünyadaki tüm komünist partileri kendi güdümüne alma çabası sadece kısmen başarılı olabilmiş, ancak özellikle 1968’de Çekoslovakya’nın işgaline Avrupa’da duyulan tepkiyle bağımsız Euro-komünizm fikri ortaya çıkmıştır. Sovyetler Birliği’nin, seksenli yıllarda başlatılan reform çabalarının başarısızlığının ardından çökmesi, komünizmin alternatif bir model olarak inandırıcılığına sekte vurmuştur. 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da büyük itibara ve desteğe sahip komünist partiler zaten 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca güç kaybetmekteyken, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla beraber sadece Doğu Avrupa’dakiler değil, Batı’daki hareket de büyük ölçüde marjinalleşmiştir. İki binli yılların yükselen gücü Çin Halk Cumhuriyeti, hâlihazırda Komünist Parti tarafından yönetiliyor olsa da uygulanan ekonomik programın komünizmin idealleriyle örtüştüğünü ileri sürmek mümkün değildir. Bilakis Çin, küresel kapitalizme sıkı sıkıya eklemlenmiş ve onun kaideleriyle çalışan bir ekonomik düzeni benimsemiştir. Soğuk Savaş sonrası kitlesel tabanını büyük ölçüde kaybeden komünizm belli entelektüel çevrelerde kısmen etkisini sürdürmektedir. Ancak 2008 krizi ve arkasından gelen gelişmiş ülkelerdeki büyüme ve işsizlik sorunları bile komünizmin 20. yüzyıla damgasını vuran canlılığına kavuşmasına yetmemiştir. Bunda 20. yüzyılda çıkılan yolun otoriter bir siyasi sistem ve durağan bir ekonomiye çıkmasının rolü olmalıdır. Komünizmin sınıfsız toplum, sömürüyü ortadan kaldırmak için özel mülkiyetin kaldırılması gibi ideallerini benimseyen anarko-komünizm ise bir kurum olarak devlete kategorik karşıtlığı ile ana gövdeden ayrılır. Marksist gelenekten gelen komünizm, devleti hem siyaseti hem de ekonomiyi yönlendirecek, çekip çevirecek bir aygıt olarak muhafaza etmek isterken anarko-komünistler için devlet mutlak bir sorun olarak ortada durmakta, baskının bizzat kendisini temsil etmektedir.

Bahadır Kaynak 

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi