Fransız ve İngiliz dillerinde yetki, görev, talimat, vekâlet manalarını ihtiva eden, ülke üzerinde yönetme yetkisinin belirli ölçütlere göre seçilmiş gerçek ya da tüzel kişilere tevdi olunmasıdır. Bu kavram, uygarlık ve kültür düzeyleri kendi kendileri için henüz kâfi gelmeyen ülke ve halkları bağımsız devlet olmaya hazırlama misyonu olarak işlerlik kazanmıştır. Fiiliyatta ise Osmanlı Devleti’ne bağlı Arap bölgelerinin bağımsızlaştırılmasının ve Almanya’nın Afrika, Okyanusya ve Pasifik sömürgelerine el konmasının hukuksal altyapısının hazırlanmasında kullanılmıştır.
Manda rejimi, himaye-koruma (protektora) ve sömürge (koloni) rejimlerinden farklılık arz eder. Protektora rejiminde zayıf durumdaki bir devlet ya da halk bir anlaşma ile mevcut ya da olası düşmanlarına karşı başka bir devletin korumasına girer, o devletin her türlü askeri ve idari personeline ülkesini açar. Bu ikili mutabakat ile gerçekleşir, üçüncü tarafları ve uluslararası örgütleri alakadar etmez. Koloni rejimindeki bir ülke ise kolonicinin imparatorluğunun bir parçası kabul edilir ve o ülke üzerinde uluslararası tasarruf ve müdahale hakkı bulunmaz. Manda rejiminde, protektora ve koloni rejimlerinden farklı olarak Milletler Cemiyeti’nin yetkili organlarınca bir ülke ya da halkın idaresinin, geçici olarak yönetici (mandater) sıfatlı bir devlete, yapılan ikili bir sözleşme ile bırakılmasını içerir. Mandater devlet, manda statüsündeki ülkenin halkını bağımsızlığa hazırlayıcı faaliyetlerde bulunarak yönetmek ve yaptığı işleri her yıl Milletler Cemiyeti’ne rapor etmekle mükellefti.
Mandacılığın Milletler Cemiyeti sistemi içinde türetilme nedeni ABD Başkanı Woodrow Wilson’un (ö. 1924) dile getirdiği “halkların kendi kaderini tayin hakkı” ve “savaş sonrasında toprak kazanılmaması” gibi ilkelerdi. İtilaf Devletleri Amerikan Başkanı’nın önerilerine aykırı, bir anlamda hile-i şeriyye yaparak mağlupların topraklarına ve sömürgelerine el koymak istediler. Böylece Manda Sistemini icat ederek Milletler Cemiyeti Misakı’nın içine yerleştirdiler.
Manda Sistemi’nin uygulanmasında A, B, C olarak tasnif olunan üç grup ülke belirlenmişti: A grubu ülkeler eskiden Osmanlı Devleti hudutlarına dâhil olup İngiliz-Fransız işgali ile ayrılan Arap bölgeleriydi. 30 Mayıs 1919’da İtilaf Devletleri 1. Boğazlar, 2. Türkiye (Anadolu), 3. Ermenistan ve 4. Filistin Mandaları kurulması projelerini Başkan Woodrow Wilson’a ilettiler. Bu dönemde ABD Senatosu ile Başkan Wilson arasında görüş ayrılığı ortaya çıktığından Wilson, Türkiye ve Filistin mandaları konusunu hiçbir zaman Senatoya sunamadı. Ermenistan ve Boğazlar mandaları ise bir yıl gecikmeyle, Mayıs 1920’de Senatoya sunuldu ve her iki teklif de 13’e karşı 52 oyla reddedildi. Bunun üzerine Manda Komisyonu, “mandater” sıfatıyla tayin ettiği İngiltere’ye Irak ve Filistin’in, Fransa’ya ise Suriye’nin idaresini verdi. Irak Mandası 1932’de bağımsız Irak Krallığı’nın ilan edilmesiyle sona erdi. Suriye’de manda yönetimi 1944’e, Filistin’de 1948’e dek sürdü. İngiltere’nin Irak Mandası fiiliyatta, Irak petrolünün İngiliz-ABD-Fransız şirketlerince yağmalanmasına hizmet etti.
Filistin Mandası’nın kurulması konusunda Milletler Cemiyeti ile İngiltere arasında yapılan Mandaterlik sözleşmesinde “Mandater Devlet” sıfatıyla İngiltere’nin asli vazifesi “2 Kasım 1917 Tarihli Balfour Deklerasyonu’nu hayata geçirme misyonu” idi. 1914’te Osmanlı Devleti idaresindeki Filistin’de 80.000 kadar olan Yahudi sayısı, İngiliz manda idaresinin sona erdiği 1948’de yarım milyonu aşmıştı.
Almanya’nın Afrika’daki eski sömürgeleri, Namibya dışında, B grubu manda olarak tanımlandı. Tanganika İngiltere’nin, Ruanda-Burundi Belçika’nın idaresi altına konulurken, Kamerun ve Togo ise İngiltere ile Fransa arasında ayrı yönetim bölgeleri şeklinde idare edilecekti.
C Sınıfı mandalar Okyanusya’daki bazı adalar ve Namibya üzerinde kuruldu. Almanya’nın Yeni Gine adasının kuzeydoğu bölgesindeki kolonisi Avustralya’nın, Mikronezya denilen bölgede sahip olduğu adalar Japonya’nın, Samoa adası Yeni Zelanda’nın manda yönetimine bırakıldı. Nauru adası ise İngiltere-Avustralya-Yeni Zelanda ortak manda yönetimine verilmiştir.
Milletler Cemiyeti’nin teşekkülünden sonra Türkiye’de Millî Mücadele döneminin ağır şartları içinde manda meselesi tartışılmıştır. Mayıs-Haziran 1919’da Anadolu’da Millî Mücadele’nin başladığı günlerde bazı Osmanlı aydınları mandayı bir “ümit” olarak görüyorlardı. Halide Edip (ö. 1964), Rauf (Orbay) Bey (ö. 1964), “Kara” Vasıf Bey (ö. 1931), Yunus Nadi Bey (Abalıoğlu) (ö. 1945) gibi sonradan Millî Mücadele içinde bulunacak kişiler, İngiltere ve Fransa’nın intikamcı emperyalist “emellerine” karşı, Amerikan yandaşı bir tutumu benimsediler. Başkan Wilson’un Ocak 1918’de Kongre’ye hitaben yaptığı konuşmada dile getirdiği 14 ilkeden 12’ncisi Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünün korunmasını öneriyordu. Bu yüzden Osmanlı aydınları arasında ABD’ye umut bağlayan çoktu. Sivas Kongresi’nin sonuç bildirgesi ile mandacılık meselesine nokta konulmuş oldu.
2. Dünya Savaşı sonrasında Milletler Cemiyeti’nin yerine kurulan Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nda Manda Sistemi’nin izdüşümü olarak Vesayet Konseyi oluşturuldu. Bu organ kendi inisiyatifi ile değil BM Genel Kurulu’nun görevlendirmesi ile çalışıyordu. Manda statüsündeki Filistin, Mikronezya, Namibya gibi ülkelere ek olarak, Japonya himayesindeki Kore ya da İtalya sömürgesi Somali, Libya gibi ülkeler de Vesayet Rejimi kapsamına alındı. Vesayet rejimindeki ülkelerin hepsi, bir ölçüde bağımsız oldular. Milletler Cemiyeti Manda Sistemi’nden intikal eden Filistin Sorunu BM’nin gerekli rolü alamadığı ve çözüme kavuşturamadığı tek konu olarak varlığını sürdürmektedir.
Mehmet Bülent Uludağ