Bir kelimenin kendi gerçek (temel) anlamı dışında, başka bir anlam için kullanılmasıdır. Kelimenin hakiki (gerçek/temel) anlamının anlaşılmasına karîne-i mânia adı verilen akla dayalı (aklî) bir engel vardır. Bu, sözü söyleyenin sözü gerçek anlamda kullanmadığının delili olur.

Bilgi veren bilimsel metinlerde, hukuk dilinde bir sözün gerçek anlamının anlaşılmasına engel bulunmadıkça mecaza gidilmez. Ancak gerçek anlam kullanımdan düşmüş ise veya maksadın o olduğu şeklinde düşünce problem doğuruyorsa o zaman mecaza gidilir, kelime/metin mecaz temelinde yorumlanır. Edebiyat metinlerinde ise durum farklıdır. Bu metinlerde hakikat (gerçek anlam) öncelikli yerini çoğu zaman mecaza bırakmıştır. Bundan dolayı bu tür metinlerde zihin, kavradığı ilk anlam gerçek anlam olduğu hâlde mecazı arar, her ikisi de ihtimal dahilinde ise daha ziyade mecaza yönelir. Diğer bir ifade ile metinlerin kurgusundaki amacı bilgi verme, tasvir etme, etkileyicilik gibi faktörler burada rol oynar.

Mecaz ikiye ayrılır: aklî mecaz, lügavî mecaz.

Aklî mecaz: Bir fiili asıl failinden başkasına isnat etmektir. Bu, “isnâdda mecaz” olarak da adlandırılır. Aklî mecazda kelimeler gerçek anlamlarında kullanılır. “Geçen yıllar saçınızı ağartmış.” cümlesinde saçın ağarmasının birtakım fizyolojik ve biyolojik gelişmelere değil de geçen yıllara isnat edilmesi aklî mecaza örnektir.

Mecâz-ı hazfî: Bazı eserlerde aklî mecaz adı altında değerlendirilen bir mecaz çeşidi de mecâz-ı hazfidir. İfadesi kastedilen asıl anlamı gösteren kelimenin düşürülerek yapıldığı mecazdır. Haziften (eksiltme) sonra kalan ibaredeki kelimelerden birisinin anlamının değişmesi lazımdır. “Bu adresi bir de kahveye sor.” cümlesinin takdiri “kahvedeki insanlara sor”dur.

Lügavî mecaz: Kelimelerin bir ilişki dolayısıyla lügat anlamlarından başka anlamları göstermesi mecâz-ı lügavîdir. Kendi içinde iki kısma ayrılır: Bir kelimenin kendi gerçek anlamı dışında kullanılmasını sağlayan alâka, yani zihnin hakiki anlamdan mecazi anlama geçişini sağlayan münasebet benzerlik ise o mecaza “isti’âre”, benzerlik dışında bir alâka ise “mecâz-ı mürsel” adı verilir. Mutlak anlamda mecaz denildiğinde mecâz-ı mürsel anlaşılır.

Mecâz-ı mürsel şu üç şartla gerçekleşir: a) Kelimenin gerçek anlamı dışındaki bir anlam kastedilmeli, b) Gerçek anlam ile mecazi anlam arasında -benzerlik dışında- bir ilgi bulunmalı, c) Gerçek anlamın anlaşılmasına bir engel (karîne-i mânia) bulunmalıdır.

Mecâz-ı mürselde gerçek anlamdan mecazi anlama geçişi sağlayan alâkaların başlıcaları şunlardır: Bir lafzın gerçek anlamı ile mecaz anlamından birisinin diğerinin cüzü olması, yani bütünü zikrederek o bütüne dahil olan cüzü veya aksine cüzü söyleyerek dahil olduğu bütünü kastetmek. (“Saçımı kestirdim” cümlesiyle kastedilenin saçın bütününün değil bir kısmının olması gibi); Bir lafzın gerçek anlamı ile mecaz anlamından birisinin diğerine mahal olması, yani bir mahalli söyleyerek o mahalde bulunanı yahut bir mahalde bulunanı söyleyerek o mahalli kastetmek gibi. (“Ahmet dersten çıktı.” cümlesinde ders ile dersin verildiği sınıfın kastedilmesi gibi); Sebep-sonuç ilişkisi, yani bir lafzın gerçek anlamı ile mecaz anlamından birisinin diğerine sebep olmasıdır. (“Bereket yağıyor.” cümlesinde bereket ile berekete sebep olan yağmurun kastedilmesi gibi); Genel anlam-özel anlam ilişkisi, yani genellik ifade eden bir kelimeye ona dahil olan bir hususun anlamını vermek veya hususa, dahil olduğu genelin anlamını vermek. (“Bu akşam çorbayı bizde içelim.” cümlesinde çorba ile yemeğin kastedilmesi gibi.); Bir kelimenin gerçek anlamının mecaz anlamın ortaya çıkışına zemin oluşturması. (“Bütün aile onun eline bakıyor.” cümlesinde “el” kelimesine el ile ortaya konan nimet, ihsan, yardım manalarının kastedilmesi gibi); Bir kelimenin gerçek anlamının mecaz anlamına alet olması, yani bir lafza kendisinin alet olduğu anlamın verilmesi. (“O kalemiyle hayatını sürdürüyor.” cümlesinde “kalem” ile yazı yazmanın kastedilmesi gibi.); Öncelik-sonralık ilişkisi, yani bir şeyi geçmişteki ismiyle veya gelecekte bulunacağı hâl ile anmak. (Bir annenin yetişkin evladı için söylediği “Bizim çocuk” sözü gibi.)

İstiâre ise bir kelimeye aralarındaki “benzerlik” dolayısıyla lügat/temel anlamının dışında yeni bir anlam vermektir. “Yüreğime ateş düştü” cümlesinde ıztırap ve derdin ateşe benzetilmesiyle oluşan bir istiâre vardır. Dolayısıyla istiâre aslında benzetmenin iki temel unsurundan birisinin kaldırılması ile oluşan kısaltılmış bir teşbihtir. 

Teşbihte iki unsur arasında bir ilişki kurulur. Hatta bu bazen gizli bir karşılaştırma gibidir. Teşbihte açıkça söylenip ve belirtilen bu ilişki istiârede söylenilmez, sezdirilir. Bunun sağladığı başlıca yarar metni çözenin hayaline ve onun yorumlama gücüne bir şeyler bırakmadır. İstiârede adı anılanın tüm yan anlamlarından, çağrışımlarından, bütün anlam değerlerinden yararlanılmaya çalışılır. Ayrıca teşbih ve istiârenin amaçlarından birisi de somutlaştırma, yani anlatılmak istenilen duygu ve düşüncenin daha etkili ve belirgin tarzda dile getirilmesidir. Başarı ihtimali az veya çok zor olan bir iş için uğraşmayı iğneyle kuyu kazmaya benzetmek gibi. İstiâre ile bazen de mücerret şeyler, duygu ve düşünceler somutlaştırılır. Cansız varlıklar kişileştirilir (teşhis) ve konuşturulur (intak). Lafızların manaları zenginleşir, konuşana az sözle çok mana ifade etme imkânı sağlar ve söze îcâz özelliği kazandırır. İstiâre aslında aralarında anlam açısından ilişki bulunan -veya öyle kabul edilen- iki kelime veya cümlenin birini diğeri yerine kullanmaktan oluşan bir dil hadisesidir.

Mecazlar dilin bünyesinde tabii bir şekilde bulunur. Hatta günlük dilde mecazları farkına varmadan kullanırız. Bu durumdaki mecazlar dilin o dili kullanan herkesçe paylaşılan ortak malzemesidir. Bir mecazın sanat olarak kabul edilmesi için o mecazın dildeki hazır malzeme olmaması lazımdır. “Lambayı yak!”, “Bu sıkıntı beni öldürecek.”, “Bu yolda saçımızı başımızı ağarttık.” gibi cümleler şeklen mecaz olsa bile bunlar dildeki hazır malzeme olduğu için “sanat” vasfına haiz değildir. 

M. A. Yekta Saraç

Kaynakça

Ahmed Cevdet Paşa. Belâgat-ı Osmaniyye. İstanbul: 1299/1882. 

Bilgegil, Kaya. Edebiyat Bilgi ve Teorileri. İstanbul: Yeni Zamanlar, 1989.

Saraç, M. A. Yekta. Klasik Edebiyat Bilgisi Belagat. İstanbul: Gökkubbe Yayınları, 2010.

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi