Kelime anlamı “Allah’ın kendisini hidayete erdirdiği kimse” olup terim olarak, “kıyâmetin kopmasından bir süre önce ortaya çıkarak, yeryüzünü kaplayan zulüm ve fesadın yerine, adâlet ve hakkâniyeti hâkim kılacak bir lider ve beklenen kurtarıcı” anlamına gelmektedir.
Kur’ân’da doğrudan “mehdî” kelimesi geçmemekle birlikte hidâyet kökünden gelen fiil ve isimler kullanılmakta ve her üçü için de aynı anlamı ifade etmek üzere hem Allah’ın (A’râf, 7/155) hem Hz. Peygamber’in (Şûrâ, 42/52) hem de Kur’ân’ın (Ahkâf 46/30) hâdî/mehdî (doğru yolu gösteren) olduğu ifade edilmektedir. Bu genel anlama uygun olarak Hz. Peygamber bir hadis-i şeriflerinde kendisinden sonra sünnetinin yanı sıra râşit halifelerin sünnetine de uyulmasını isterken râşit halifeler için sözlük anlamıyla “mehdiyyîn” (doğru yolda olanlar) ifadesini kullanmıştır (Ebû Dâvûd, “Sünne”, 5; Tirmizî, “İlim”,16). Şair sahabîlerden Hassan b. Sâbit’in (ö. 63/682) bir şiirinde Hz. Peygamber için mehdî ifadesini kullandığı nakledilmiştir. Bu nitelemelerden anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde Araplar arasında bu tabirin lafzî anlamıyla kullanıldığı bilinmektedir.
Mehdî terimleşmiş anlamıyla ise hadis kaynaklarında yer alan ve bu inancın dayanağını oluşturan rivayetlerde yer almaktadır. Bu rivayetlerin bir kısmında mehdînin Ehl-i Beyt mensuplarından, yani Hz. Peygamber’in soyundan çıkacağı belirtilmektedir (Ahmed b. Hanbel, “Müsned”, I, 84; İbn Mâce, “Fiten”, 34). Yine bazı rivayetlere göre gelecek olan mehdî Peygamber Efendimiz ve babasıyla aynı adı taşıyacak, zulümle dolmuş dünyayı adaletle dolduracak, onun zamanında insanlar daha önce görmedikleri nimet ve bolluğa kavuşacaktır (Ebû Dâvûd, “Mehdî”, 1; Tirmizî, “Fiten, 52, 53; İbn Mâce, “Fiten”, 34).
İslâm öncesi inançların tamamında ve hemen hemen tüm dinlerde mehdî tasavvuruna benzer dünyanın son döneminde gelecek beklenen kurtarıcı inancı vardır. Mecûsîlikte yedi temel inanç esasından biri “uyarıcı/kurtarıcı”lıktır. Beklenen kurtarıcı için her inanç ve kültür havzası farklı bir isim vermiştir. Aztekler “quatzalcoatl”, Eski Mısırlılar “ameni”, Hinduizm “kalki”, Budizm “maytreya”, Mecûsîlik “saoşyant”, Yahudi ve Hristiyanlar ise “mesîh” tabirini kullanmaktadırlar. Bu kurtarıcı, farklı kültür ve dinlere göre dünya tarihinin sonunda Tanrı tarafından yeryüzüne gönderilecek ve yeryüzünü hâkimiyetine alacak bir hükümdar, dinî bir lider, insanları doğru yola iletecek bir peygamber olarak görülür. Kurtarıcının bir peygamber olacağı kabul edilen kadim dinlerde bulunan bu inançla, Hz. Peygamber’in kendisinden önceki kutsal metinlerde müjdelenmiş olması arasında bağlantılar kurularak, söz konusu kurtarıcının Hz. Muhammed (s.a.v.) olduğu da değerlendirilmiştir.
Kıyametten önce bir süreliğine İslâm inancının ve adaleti hâkim kılacak, Hz. Peygamber’in soyundan olan ve Mehdi olarak nitelenen adil yöneticinin geleceği, bu konuda hadis kaynaklarında yer bulan çok sayıda rivayeti dikkate alan başta Ehl-i Sünnet mezhebini teşkil eden Eş’ariyye ve Matüridîyye olmak üzere itikadî mezhep âlimlerince genel kabul gören bir husustur. Ancak Ehl-i sünnetin Mehdî inancı, bu inancı imanın bir ilkesi olarak gören, O’na insanüstü özellikler yükleyen, ölmüş veya kaybolmuş bir kişinin dönmesi şeklinde gören, Mehdî’nin geleceğini kabul etmeyen kimsenin dinden çıktığını iddia eden Şii fırkaların Mehdî inancından farklı olup, Mehdî’nin varlığı ve geleceğini kabul konusu temel inanç meseleleri arasında değildir. Bu itibarla Mehdî’nin geleceğini kabul etmeyenlerin küfre düştüğü iddia edilemez. Nitekim klasik dönemde İbn Haldûn ve modern dönemde birçok kelam ve akaid âlimi Kur’ân-ı Kerim’de Mehdî’den bahsedilmemesi, Buhârî ve Müslim gibi önde gelen hadis kaynaklarında bu konuyla ilgili hadislere yer verilmemesi, sıhhat dereceleri tartışılan diğer kaynaklardaki rivayetlerin de kesin bilgi ifade edecek mahiyette bulunmaması ve İslâm tarihi boyunca ve günümüzde birçok olumsuzluğun da kaynağı olması nedeniyle mehdîlik konusuna mesafeli durmuşlar, İslâm’ın genel prensipleriyle bağdaşmadığını ifade ettikleri bu inancın diğer dinlerin ve Şia’nın etkisiyle İslâm aleminde yayıldığını belirtmişlerdir.
Mehdînin gelmesini bekleme ve geleceğine inanma Şîa’da ise en yaygın ve aslî inançlardan birini teşkil etmiştir. İlk devirlerden itibaren hemen bütün Şiî fırkalarında -değişik fırkalara göre bu şahıs farklılaşsa da- mehdî kabul edilen şahsın gaybeti yahut geçici bir süre gözden kaybolmasının ardından toplum içine dönerek işlevini yürüteceğine inanılmıştır. Şîa içinde mehdî konusuyla en çok ilgilenen fırka olan İmâmiyye-İsnâaşeriyye’nin doktrinine göre on ikinci imam Muhammed b. Hasan el-Askerî (ö.868) hâlen gaybet hâlindedir ve sağdır; yeryüzünü adaletle dolduracağı belirtilen kāim el-mehdî odur. İmâmiyye’de onun zuhuruna ve beklenen mehdî olduğuna inanmak bir iman esasıdır.
Mehdî inancının, bu inanca sahip olanları özellikle toplumların kriz dönemlerinde kısmen de olsa teselli edip rahatlatarak hayata bağladığı ve dayanma gücü verdiği bir vakıadır. Müslümanlar arasında da Hz. Peygamber’in vefatından kısa bir süre sonra henüz sahabeden bazılarının hayatta olduğu Emevîler döneminde ortaya çıkan kargaşa ortamı ve özellikle Hz. Hüseyin’in (ö. 61/680) Kerbelâ’da zâlimâne bir şekilde şehit edilmesini takiben “Mehdî” inancı, belirli bir kesim için kurtuluş çaresi ve manevi bir sığınak vazifesi görmüştür. İslâm tarihi boyunca da sosyal sarsıntılara ve zulme mâruz kalan Müslümanlar, bir moral kaynağı olarak Mehdî inancına sarılmışlardır.
Bununla birlikte bu inancın, ilahî birtakım güçlerle desteklenen bir lider olmaksızın İslâm’ın uygulanamayacağı ve adaletin tesis edilemeyeceği şeklinde yanlış anlaşılması, belli dönemlerde Müslümanların zihinlerinde ne kadar gayret ederlerse etsinler yeryüzünde zulmü engelleyip iyiliği hâkim kılmanın imkânsız olduğu düşüncesinin oluşmasına sebep olmuş, kitlelerin harekete geçmesini engellemiş ve insanları Mehdî’yi beklemeye sevk ederek İslâm toplumlarını çözümsüzlüğe sürüklemiştir. Ayrıca mehdîlik İslâm tarihi boyunca birçok defa istismar edilmiş, belirli şahıs ve toplulukların mehdî olduğu ileri sürülerek, dinî ve siyasi hedeflere ulaşılmak istenmiş, Müslümanların toplumsal birliği parçalanmış, kanlı savaşlar meydana gelmiştir.
Mahmut Çınar