Şartlı idare, yönetimi belli bir şarta (anayasa)’ya bağlayan idare tarzı anlamına gelir. Devlet başkanının veya icra gücünün idaresinin keyfiliğini, esasları belli, yazılı bir temel kanun ile sınırlamayı amaçlayan sistemdir. İngiltere ve Amerika’da yayınlanan haklar bildirgelerinden sonra 26 Ağustos 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Evrensel Bildirgesinde belirtilen insanın temel hak ve özgürlüklerinin umumileşmesi iktidar kavramının yeniden yorumlanmasını gerektirmiştir. Halktan kaynaklanmayan iktidarın kimse tarafından kullanılamayacağı ilkesiyle kralların otoritelerinin halk lehine kısıtlanması düşüncesi on dokuzuncu asırda meşruti monarşileri yaygınlaştırmıştır.
Osmanlı Devleti’nde klasik dönem sonrasında kademeli olarak ortaya çıkan devleti çağın gereklerine uygun hâle getirme ve yaşatma çabalarının siyasi yönetim tarzına yönelik uygulamasıdır. Yakın dönem Türk devlet anlayışında mutlakiyet ile cumhuriyet arasında yer alan ve iki defa uygulama sahasına konan bir idare tarzıdır. İlk uygulanışı 23 Aralık 1876 tarihli olup geleneksel zihniyetin esaslarını tespit etmek ve yazıya geçirmek şeklinde tezahür etmiştir. Burada gerçekleşen III. Selim (ö. 1808) reformlarından itibaren sağlanan gelişimin zirvesidir. Osmanlılık düşüncesinin başarısıdır. Bununla birlikte daimi bir hâl alan meşveretin bütün tebaa ile mi yoksa sadece Müslümanlarla mı yapılacağı dış politik baskıların durumuna göre şekillenmiştir.
1826-1839 dönemindeki siyasi başarısızlıkların yarattığı karışıklık devletin idari yapısında köklü değişikliklerin yapılması gerekliliğini göstermiştir. Daimi elçilikler vasıtasıyla Avrupa’dan aktarılan tabii haklar, halkın hâkimiyet hakkı, düşünce özgürlüğü kavramları Osmanlı idare anlayışında yeni bir tercih yapmayı zorunlu kılmıştır. Meclis üyelerinin seçimle belirlendiği Fransız usulü değil, üyeleri devlet başkanının seçtiği Avusturya örneği tercih edildi. Aslında Mustafa Reşit Paşa (ö. 1858) başta olmak üzere sürecin önde gelen isimleri kadim anlayışın terk edilmesini gündemlerine almamışlardı. Osmanlı devletinde belli ihtiyaçlar için toplanan meclislerin yerine kalıcı hukukî müesseselerin kurulması süreci 1838’de Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye ile başlayıp Dâr-ı Şurâ-yı Askeri ve Dâr-ı Şurâ-yı Bâb-ı Âli ile gelişti. Kabine sisteminin getirilmesi, meşveret usulünün kurumsallaşması, Padişahın kendi isteği ile Gülhane Fermanı’nda yetkilerini kısıtlaması temel amacın gerçekleşmesine beklenen etkiyi yapmadı. Gayrimüslim ağırlıklı eyaletlerin kopuşu değişimi mecburi hâle getirdi.
Modernleşmeyi kendi inanç ve tarihî köklerine dayandırmayı ilke edinen Yeni Osmanlıların dürüst bir padişah ve Meclis-i Şûra-yı Ümmet ile devleti kurtarma çözümleri; Sultan Abdülaziz’in (ö. 1876) hâl’i, V. Murad’ın (ö. 1904) tahta çıkarılması sürecinde batı tarzında bir anayasal düzeni gündemin ilk sırasına yükseltmiştir. 1876 Anayasası Yeni Osmanlı düşüncesini ve beklentilerini yok saymış ve her şeyi Padişahın isteğine bağlayan bir yapı meydana getirmiştir. İslâmî bakış açısıyla “devlet esasen şeriatla mukayyed olduğu için Osmanlı zaten meşruti hükûmettir” anlayışı meşrulaştırılmıştı. Hükûmeti ve devlet başkanını kontrol edeceği düşünülen Meclis yerine; açılması, kapanması, kanun teklif etmesi dahi Padişahın iznine bağlanan bir danışma organı, Meclis-i Mebusan kurulmuştur. Sistem katı mutlakiyetten çıkıp “anayasalı mutlakiyet” olmuştur. Yönetenler kadar yönetilenlerin de aynı temel kanuna göre hareket etmesi yani “devletin sağlam bir düzene bağlanması” olarak anlaşılan Meşrutiyet idaresi, büyük güçlerin baskısını atlatmaya dönük hükûmet manevrasına araç edilmiştir. Yaklaşık 11 aylık faaliyetten sonra Rusya ile yapılan mütareke görüşmeleri sırasında 14 Nisan 1878 tarihli bir irade ile tatil edilmiştir.
Meşrutiyetin yeniden ilanı II. Abdülhamid (ö. 1918) yönetimine muhalefetin bayrağı hâline gelmiştir. 30 yıllık bir aradan sonra Balkanlardaki 3. Ordu subayları ve Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin baskıları sonucunda 23 Temmuz 1908 tarihinde ilan edilmiştir. II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra 21 Ağustos 1909 tarihinde yapılan düzenlemeler ile meşrutiyet usulü gerçekten hayata geçirilmiştir. “Meşrutiyet ve millet egemenliği düşüncesinin sağlamlaştırılması” amacıyla yapıldığı ilan edilen düzenlemeler ile Anayasa devletin temel kanunu olarak yönetimi sınırlayacak hâle getirilmiştir.
Padişah, anayasa ve şeriata bağlı, hükûmet meclise karşı sorumlu hâle getirilirken Meclis milleti ilgilendiren temel konularda yetki sahibi yapılmıştır. Bu yetkiler çok uzun ömürlü olmasa da ikinci Meşrutiyet, hâkimiyet-i milliye esasında kurulacak Cumhuriyet idaresi için ön hazırlık devresini oluşturmuştur.
Cezmi Eraslan