MEVLEVİLİK

Sezai KÜÇÜK views2582

İslâm âlimi, mutasavvıf ve mütefekkir Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye (ö. 1273) nispet edilen tarikatın adıdır. Aşk, vecd ve semaya düşkün tasavvuf yaşantısıyla Melâmet tarzı bir tasavvuf anlayışını benimseyen Mevlânâ, yaşarken bir tarikat ihdas etmemiş ve bir tekke kurmamıştır. Mevleviliğin bir tasavvuf yolu olarak şekillenmesi kendisinden sonra bu yolu devam ettiren müridleri tarafından olmuştur. Vefatından sonra müritlerinden Çelebi Hüsameddin (ö. 1284) ve daha sonra Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled (ö. 1312), Mevlânâ’nın tasavvufî meşrebi ve yaşantısı temel alınarak Mevleviliği bir tarikat olarak şekillendirmeye başlamışlardır. Çelebi Hüsameddin zamanında Mevlânâ’nın kabri üzerine bir türbe yaptırılmış, türbenin etrafında bulunan Mevlânâ’nın babasının ve dostlarının kabirleri ziyaretgâh hâline getirilmiş, vakıflar ihdas edilmiş, Mevlânâ’ya mensub olanlar içinden, burada Kur’an okuyan ve Mesnevî kıraat edenlere ve sema meclisleri tertip edenlere bu vakıflardan destek olunmaya başlanmıştır. Sultan Veled’in posta geçmesiyle Mevlânâ’nın yolu olan Mevlevilik âdab ve erkânıyla tesis edilmiş, teşkilatlanmış ve yayılmaya başlamıştır. Anadolu’nun siyasî ve içtimaî sıkıntılar yaşadığı bu dönemde Selçuklu yöneticileriyle, Türkmen beyleriyle iyi ilişkiler kuran Sultan Veled, Anadolu’nun bazı şehirlerinde Mevlevihaneler kurmayı başarmıştır. Daha sonra yerine geçen oğlu Ulu Arif Çelebi (ö. 1320) ile birlikte artık Mevlevilik Anadolu sınırlarını da aşarak İran’a kadar yayılmıştır. Tarikat merkezi Konya Mevlânâ Dergâhı olmuş, Mevlevilik Mevlânâ soyundan gelen “Çelebi”ler tarafından yönetilmeye başlanmıştır. XIV. asrın ilk yarısından itibaren ayin, erkân ve kıyafet açısından da kuruluşunu tamamlayan Mevlevilik, XV. asır içinde tarikatın postuna geçen Pir Adil Çelebi dönemi (1421-1460) ile birlikte de âdâb ve erkânı yerleşmiş bir tarikat hâlini almıştır.

İlk dönemi itibarıyla Germiyanoğulları başta olmak üzere Karamanoğulları, Menteşoğulları, Aydınoğulları ve Saruhanoğulları beylikleri topraklarında yayılan Mevlevilik, Osmanlı topraklarına II. Murad tarafından yaptırılan Edirne Mevlevihanesi ile girmiş ve İstanbul’un fethinden sonra da İstanbul’da sırasıyla Galata (1491), Yenikapı (1597), Beşiktaş (1622), Kasımpaşa (1625) ve Üsküdar (1793) Mevlevihaneleri tesis edilmiştir. 

16. yüzyılın ilk yarısından itibaren Mevleviliğin yayılmasında en etkili isim Afyonkarahisar Mevlevi şeyhi Dîvâne Mehmed Çelebi (ö. 1544’den sonra) olmuştur. Halep, Burdur, Eğirdir, Sandıklı, Mısır (Kahire), Kudüs, Şam, Cezayir, Sakız, Midilli, Lazkiye, Tebriz, İsfahan, Bağdat ve Fas Mevlevihâneleri onun tarafından tesis edilmiştir. Bu asrın başlarında tamamı Mevlevilerden oluşan köyler var olduğu gibi, zamanla Mevlevilik köylerden kasaba ve şehirlere çekilerek gittikçe üst zümrelere ait bir tarikat hâlini almış ve bu asrın sonları itibarıyla de tarikat bir devlet kurumu görüntüsü vermeye başlamıştır. Mevlevihaneler üst düzey devlet yöneticileri ve zengin eşraf tarafından tesis edilirken, aynı zamanda tarikat siyaseten de devletin daima yanında yer almış, bunun karşılığı olarak da vakıf gelirleri artmıştır. Mevlevilik devletle olan münasebetinde bu asırdan itibaren zaman zaman kısa süreli sıkıntılar yaşasa da XVII. asırdan itibaren Osmanlı toplumunda en etkin tarikatlardan biri hâline gelmiştir. 18. yüzyıl içinde Mevlevilik artık Osmanlının hâkim olduğu her noktaya ulaşan bir tarikat olmuştur. Balkanlar, Arap ülkeleri ve Akdeniz’deki adalara kadar yaygınlık kazanmıştır. Özellikle İstanbul Mevlevihaneleri Osmanlı tarikat kültürüne katkıları yanında, ilim, irfan ve sanat açısından 1925 yılında tekkeler kapatılıncaya kadar önemli vazifeler icra etmişlerdir. Tasavvufî faaliyetleri yanında birer musikî konservatuarı, sanat akademisi ve edebiyat fakülteleri görevleri yapan bu dergâhlarda Osmanlı kültür ve sanat dünyasının Buhûrîzâde Mustafa Itrî (ö. 1711), Şeyh Galib (ö. 1799), Hammamîzâde İsmail Dede Efendi (ö. 1846) gibi meşhur isimleri yetişmiştir. Mevlânâ’nın tesiri, Mevleviliğin misyonu, Mevlevihanelerin faaliyetleri ve buralardan yetişen önemli isimlerin etkinliği sayesinde Osmanlı padişahlarının ilgi ve alakası yüzyıllar boyu bu tarikat üzerinden eksik olmamış, 19. asrın başlarından itibaren Osmanlı padişahları III. Selim, II. Mahmut, Abdülmecîd, Abdülazîz, II. Abdülhamîd ve Sultan V. Mehmed Reşâd İstanbul ve diğer Mevlevi tekkelerine madden ve manen destek olmuşlardır. Sultan V. Mehmed Reşâd bu padişahlar içinde Mevlevi olduğu bilinen ve Mevlevilere en çok destek olan padişah olarak bilinir. Mevleviler de daima devletin yanında bulunmuş, Balkan ve 1. Dünya savaşlarına iştirak ederek vatan için üzerlerine düşen görevleri yerine getirmişlerdir. 

1925 yılında Türkiye’de tekkelerin kapatılmasıyla Mevlevilik çelebilik makamını yani merkezini Konya’dan Halep’e taşımış, Türkiye dışındaki Mevlevihaneler bu merkeze bağlanmıştır. Konya’daki Mevlânâ türbesi ve dergâhı da 1926 yılında alınan bir kararla müzeye dönüştürülmüş ve ziyarete açılmıştır. Halep’e taşınan Mevlevilik, 1945 yılında Suriye hükûmetinin aldığı bir kararla kapatılmış ve Çelebilik makamıyla birlikte Mevlevilik kurumu da tarihe karışmıştır. 

Bugün Konya başta olmak üzere çeşitli şehirlerde Mevlânâ’nın vefat yıldönümü münasebetiyle 7-17 Aralık tarihleri arasında icra edilen “Şeb-i Arûs” törenleriyle Mevlevilik kültürü yaşatılmaya çalışılmaktadır. 

Merkeziyetçi bir anlayış ve yönetime sahip Mevleviliğin Konya’daki Mevlânâ türbesi ve dergâhı, bu tarikatın merkezi kabul edilir ve tarih boyunca tarikat buradan Mevlânâ’nın torunları “çelebiler” tarafından yönetilmiştir. Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Mevlevihanelere şeyhler bu merkezden atanır veya azledilir. Mevlevihaneler fonksiyonları bakımından âsitane ve zâviye diye ikiye taksim edilmiş, içinde “Mevlevi Çilesi” (manevi eğitim) çıkarılan büyük dergâhlara âsitâne, temsilcilik görevi yapan küçük dergâhlara da zâviye ismi verilmiştir. 

Mevleviliğin iç teşkilatlanmasında müntesipler şeyh, dede, çilekeş can ve muhip diye dört dereceye ayrılır. Çilekeş canlar asitanelerde manevi eğitimden (çile) geçerek eğitilir. 1001 gün süren çile, asitanelerde “dede” unvanı almış ve kendilerine “dergâh zabitanı” denilen Mevlevi dedeleri tarafından dergâha dâhil olan dervişlere uygulanır. 1001 günlük süre içinde Mesnevi’nin ilk on sekiz beytine istinaden on sekiz vazife yerine getirilir, bu esnada seyr u sulûk (manevi eğitimin) gereği sema öğrenmek ve mesnevi dersleri zaruridir. 

Bir Mevlevi için Kur’an-ı Kerim, Hadis-i Şerif, Mesnevî, Mevlâna menâkıbı ve Evrâd-ı Kebîr-i Mevlâna okumak, şeriata sıkı sıkıya sarılmak, bütün farzları ve sünnetleri yerine getirmek, gece gündüz tevbe etmek, her dileğini Allah’tan dilemek, kendini daima muhasebe etmek, nefsiyle sürekli mücahede etmek ve onu riyazete alıştırmak gibi hususlar yolun en başta gelen âdâb ve erkânındandır. Yine her Mevlevi hayatını idame ettirmek için bir meslek öğrenmeli, insanlara saygı ve hürmetle davranmalı, yaptığı her işi Allah için yapmalıdır. Mevlevihânelerde mutâd günlerde yapılan Mukâbele-i Şerîf ya da Âyîn-i Şerîf’e geçerli bir mazereti olmadığı müddetçe de katılmalıdır. 

Bütün tarikatlarda olduğu gibi Mevlevilikte de evrâd okuma geleneği vardı. Şeyhin belirlediği miktarlarda günlük olarak Mevlevi evrâdı okunduğu gibi hem zikir meclislerinde hem de diğer vakitlerde İsm-i Celâl (Allah.. Allah..) çekmek Mevleviliğin gereğidir.

Mevlevi dergâhlarında dervişin manevi eğitiminin ikmali yanında musiki ve sema başta olmak üzere her bir dervişe kabiliyetlerine göre ilim, sanat, edebiyat ve bazı mesleki kabiliyetler de talim edilmiştir. Bütün bu eğitimler âsitânenin Matbâh-ı Şerif denilen içinde yemek ve insanın piştiği dergâh müştemilatının merkezi kabul edilen mekân ve bu mekânı tamamlayan semahane, türbe, derviş hücreleri, meydan-ı şerif, mescid ve selamlık gibi yerlerde icra edilmiştir. 

Mevlevilik erkânı, kıyafeti, maddî ve manevî teşkilatıyla ritüelleri sıkı, zerafete ve nezakete daima önem veren, mensuplarını ilim, irfan, sanat ve kültürde daima üst düzeyde tutmaya çalışan bir tarikat olmuştur. Bu sebeple Mevlevilik Türk toplumunun manevî yapısına sağladığı katkı yanında edebiyat, kültür ve sanatına da oldukça mühim katkılar sağlamıştır.

Sezai Küçük

Kaynakça

Ahmet Eflâkî. Menâkıbü’l-Ârifîn (Âriflerin Menkıbeleri). Çev. Tahsin Yazıcı. İstanbul: MEB. Yayınları, 1989.

Arpaguş, Safi. Mevlevîlikte Ma’nevî Eğitim. İstanbul: Vefa Yayınları, 2009.

Furûzanfer, Bediüzzaman. Mevlânâ Celâleddîn. Çev. F. N. Uzluk. İstanbul: MEB Yayınları, 1990.

Gölpınarlı, Abdülbaki. Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik. İstanbul: İnkilap ve Aka Kitabevleri, 1983.

Gölpınarlı, Abdülbaki. Mevlevî Âdâb ve Erkânı. İstanbul: İnkilap Kitabevi, 2006.

Mecdeddîn Ferîdûn Sipehsâlar. Risâle-i Sipehsâlar. Mevlâna ve Etrafındakiler. Haz. Mustafa Çıpan. İstanbul: Kapı Yayınları, 2019.

Öngören, Reşat. “Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi XXIX içinde. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayıncılık, 2004. 441-448.

Sultan Veled. İbtidânâme. Çev. A. Gölpınarlı. Ankara: Konya Turizm Derneği Yayınları, 1976.

Tanman, M. Baha. “İstanbul Mevlevîhâneleri.” Osmanlı Araştırmaları XIV içinde. İstanbul: Enderun Kitabevi, 1994. 177-183.

Tanrıkorur, Bahrihüda. “Mevlevîyye.” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi XXIX içinde. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayıncılık, 2004. 468-475.

Trabzonlu Köseç Ahmed Dede. et-Tuhfetü’l-behiyye fi’t-tarîkati’l-Mevlevîyye. Haz. Ali Üremiş. Ankara: Serander Yayınları, 2007.

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi