MEZHEP

Nail OKUYUCU views3499

Sözlükte “gidilecek yer, gidilecek yol, görüş, doktrin ve akım” anlamlarına gelir. İslâmî ilimlerin teşekkülüyle birlikte özel bir mana kazanarak ilmî bir terime dönüşen mezhep kavramı, “dinî konularda doğru ve bağlayıcı olan hükmü tespit etmek için takip edilen yöntem ve bu yöntemle elde edilen ilke, görüş ve uygulamalar bütünü” şeklinde tanımlanabilir. Bu ilke ve görüşler, İslâm’a göre sahih dinî inancın ne olduğu ve bu inanca göre nasıl yaşanması gerektiği hususundaki görüş ayrılıkları doğrultusunda özgün oluşumlara yol açmış ve bunlardan süreklilik arz edip ilmî birer geleneğe dönüşenler “mezhep” olarak anılmıştır. Dinin muhtelif sahalarına dair bilgilerin sistematik bir şekilde derlenip müstakil bilimlere dönüşme sürecinde öne çıkan mezhep, İslâm’ın erken devirlerinde özellikle kelâm ve fıkıh ekolleri için kullanılmıştır. İslâmiyetin temel kaynakları ışığında sahih inancın tespitini ve inançla ilgili problemlerin çözümünü hedefleyen oluşumlara “kelâmî mezhep”, bu inanç doğrultusunda insanın Allah’la ve diğer insanlarla ilişkilerini nasıl yürütmesi gerektiğini yani sâlih ve makbul amelin ne olduğunu belirlemeye çalışan oluşumlara ise “amelî mezhep” denir. Hadis, tefsir ve tasavvuf gibi ilimlerdeki oluşumlar inanç ve uygulamaya dair kapsamlı çözümler sunmadığı için mezhep olarak anılmazlar.

Hz. Peygamber’in vefatı sonrasında müslümanlar, karşılaştıkları yeni meseleleri naslar (Kur’ân ve sünnet) ışığında kendi görüş ve inisiyatiflerini de devreye sokarak çözmek için yoğun bir gayret sarf etmişlerdir. Bu gayret ile elde edilen bilgi ve çözümlerin, hem Hz. Peygamber’in sünnetinde zemin bulması hem de müslümanların hayatını makul bir şekilde düzenlemesi gerekiyordu. Bu durum, bir taraftan nasların özellikle de Hz. Peygamber’in sünnetini yansıtan rivâyetlerin belli ilkeler dâhilinde anlaşılmasını gerektirirken, diğer taraftan elde edilecek yeni çözümlerin yani ictihadların tutarlı ve geçerli yöntemlerle yürütülmesini gerekli kıldı. İlk nesillerin birikimini tenkitten geçiren hicrî ikinci asır âlimleri, dinî bilgi, uygulama ve değerlerin makul bir zemine taşınması için kuşatıcı çalışmalar ortaya koydular. Temel öğretilerini Kur’ân ve sünnet başta olmak üzere İslâm’a özgü kaynaklara dayandıran mezhepler, kaynakların nasıl anlaşılıp yorumlanacağı, naslar ile hayat arasındaki ilişkinin nasıl kurulacağı ve bütün insanları ilgilendiren varlık, bilgi ve değerler gibi problem alanlarında İslâmî yaklaşımın nasıl belirlenmesi gerektiği hususunda bazı görüş ayrılıklarına düştüler. Mezhepleri birbirinden farklılaştıran bu ihtilaflar, dinin aslî kaynaklarıyla açık bir karşıtlık sergilemediği sürece kabul edilebilir bulunmuş ve belli ölçüler dâhilinde müsamaha ile karşılanmıştır. Mezheplerin oluşmasına yol açan çalışmaları yürüten hukuk bilginleri (fukahâ), esasta aynı kaynaklara dayansalar da diğer dinî ve hukukî muhitlerde de görüldüğü üzere pratik sonuçlarda farklılaşabilmişlerdir. Hukuk güvenliği açısından uygulama birliğine duyulan ihtiyaç ve çelişmezlik arayışı belirli bir yerde ve zamanda muayyen ictihadlara bağlanmayı gerekli kılmış ve söz konusu farklılıklar birkaç nesil boyunca sürdürülünce ekolleşmeler yaşanmıştır. Bir mezhebe bağlanmanın pratik açıdan kolaylık sağlaması ve tutarlı davranma hissi vermesi bireyleri de dinî hayatlarında muayyen ictihadlara bağlanmaya yöneltmiş, bu da mezheplerin toplumda yerleşik hâle gelmesi sonucunu doğurmuştur.

Sünnî âlimler tarafından yapılan en genel tasnife göre kelâmî mezhepler, hak yolda olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrılır. Hak yolda olmanın ölçütü, Hz. Peygamber’in sünnetine ilk nesil Müslümanların takip ettiği yola tabi olarak uymak diye belirlenmiştir. Bu yoldan giden gruplardan Mâturîdîler ve Eş’arîler ön plana çıkmış ve belli bir tarihten itibaren hâkim iki Sünnî kelâm mezhebi hâline gelmişlerdir. Erken dönemlerde selef âlimlerinin benimsediği görüşler doğrultusunda şekillenen ve Ehl-i hadis olarak anılan oluşumlar da vardır ancak bunlar kapsamlı bir sistem geliştirmedikleri için mezhebe dönüşmemiştir. Tarih boyunca Hanefîlikle iç içe seyreden ve özellikle Türk-İslâm coğrafyasında yaygın olarak benimsenen Mâturîdîlik, Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’ye (ö. 944) nispet edilir. Mâturidî, dinin temellendirilmesi, akıl-nakil ilişkisi, bilginin kaynakları, imanın mahiyeti, özgür irade ve sorumluluk gibi konularda özgün görüşlere sahiptir. Ebü’l-Hasen el-Eş’arî’nin (ö. 935-936) görüşleri doğrultusunda gelişen Eş’arîlik ise tarih boyunca Şâfiîlik ve Mâlikîlikle büyük ölçüde bütünleşmiştir. Geç dönemlerde felsefî ilimlerle etkileşime giren Eş’arî kelâmcıları özgün bir sentez ortaya koymuş ve kelâm ilminin gelişmesine önemli katkılar sunmuşlardır. Hanbelîlerin inançla ilgili konulardaki genel tavrı selef akâidini ehl-i hadis yaklaşımları doğrultusunda sürdürmek olmuştur. 

Sünnî mezheplerin dışında kalan kelâm mezhepleri arasında Mu’tezile, Şia ve Hâricîlik önem arz eder. Akla aşırı vurgu yaptıkları ve bazı nasları yanlış yorumladıkları için Sünnî kesimin tenkidine maruz kalan Mu’tezile, zamanla ortadan kalkmıştır. Şia ve Hâricîlik ise esas itibarıyla siyasi konulardaki görüş ayrılıklarının itikadî boyut kazanmasının ürünüdürler. Hz. Peygamber’in damadı Hz. Ali’nin soyundan gelenlere din ve siyasette otorite gözüyle bakan Şia, On İki İmam kolunun şekillenmesiyle istikrar bulmuştur. Hâricî mezhebi özellikle iman-amel ilişkisi ve tekfir konusundaki aşırı yaklaşımlarından ötürü dışlanmış ve yaygın bir kabule mazhar olamamıştır.

Fıkıh sahasında II. (VIII.) yüzyılın ikinci yarısından itibaren belirli bir fıkhî birikimi ve geleneği temsil eden fakihler bir fıkıh doktrinine mensubiyeti teorik olarak dile getirmeye başlamış ve bu oluşumlardan bazıları zamanla öne çıkarak hukukun bütün konu ve meselelerini kuşatan bir bütünlüğe ulaşmaları sayesinde mezhebe dönüşmüşlerdir. Bunlardan Hanefîlik, Mâlikîlik, Şâfiîlik ve Hanbelîlik, günümüze kadar devam eden ve İslâm dünyasında yaygın bir şekilde benimsenen fıkıh mezhepleridir. Bu dört Sünnî mezhebin yanı sıra erken dönemlerde belli bölgelerde etkili olan ancak istikrarlı bir şekilde varlığını sürdüremeyen Süfyan es-Sevrî (ö. 778) (Sevrîlik), İbn Cerîr et-Taberî (ö. 923) (Cerîrîlik) ve Davûd ez-Zâhirî’ye (ö. 910) (Zâhirîlik) nispet edilen mezhepler de bulunmaktadır.

Fıkhî mezhepler, özelde amelle ilgili nasların tarihsel gerçekliği ve anlamlarının tespiti, yorumlanması, âyetler ve hadisler ile yaşanan hayat arasında bağların kurulabilmesi için ilmî çalışmalar yürütmüş; bu sayede belli kural ve ilkeler dâhilinde işleyen, iç irtibatlara sahip, tutarlı ve kuşatıcı görüşlerden oluşan sistemlere ulaşılmıştır. Bu faaliyeti ilk kez başarıyla tamamlayan Ebû Hanîfe’nin (ö. 767) tespit ettiği ilkeler ve ulaştığı ictihadların benimsenip sürdürülmesiyle ortaya çıkan fıkıh ekolü Hanefî Mezhebi adını almıştır. Kûfe’de doğup Irak’ın muhtelif şehirlerine, oradan da doğu İslâm ülkelerinin büyük bir kısmına yayılan Hanefîlik, İslâm tarihinde görülen ilk fıkıh mezhebidir. Hanefîlik Irak’taki ağırlığını zamanla yitirse de İran ve Türkistan şehirlerinde, Mâverâünnehir’de, bugünkü Türkî cumhuriyetlerin bulunduğu iç ve uzak Asya ülkeleri ile Kuzey Asya topraklarında, Hint alt-kıtasında ve Çin içlerinde yayılmıştır. Hanefîlik, Anadolu ve Balkan coğrafyasının yanı sıra Suriye, Mısır ve Tunus gibi Arapların yaşadığı topraklarda da müntesip bulmuştur. Hanefîlik, günümüz İslâm dünyasında hem coğrafi açıdan hem de mensup sayısı bakımından en yaygın fıkıh mezhebi olma özelliğini sürdürmektedir.

Ebû Hanîfe’nin genç bir çağdaşı olan Mâlik b. Enes (ö. 795), benzer bir çalışmayı Hicaz’daki bilgi birikimi ve süregelen dinî yaşantı üzerinden yürüterek alternatif bir fıkıh sistemine ulaşmayı başarmıştır. Özellikle Medine halkının dinî ve hukukî yaşantısının sürdürülmesi ilkesine yaslanan ve maslahat ilkesini önemseyen İmam Mâlik’in görüşlerinin öğrencileri tarafından sürdürülmesi ile Mâlikî Mezhebi ortaya çıkmış; bu mezhep Medine merkezli olarak Hicaz bölgesinde, ardından Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs topraklarında yaygın bir şekilde benimsenmiştir. Günümüzde Hicaz’da nispeten zayıf olsa da Arap yarımadasının batısında, Mısır’ın güneyi ile Sudan ve çevresinde, Libya’dan Moritanya’ya uzanan hatta ve sahra-altı Afrika ülkelerinin çoğunda yaygın bir şekilde benimsenmektedir.

İmam Mâlik’in öğrencisi olan Muhammed b. İdris eş-Şâfiî’nin (ö. 820) geliştirdiği fıkhî anlayış, İslâm tarihinde yeni bir mezhebin doğmasına yol açmıştır. İmam Şâfiî, hem hocasının hem de Hanefîlerin nasların tespiti ve anlaşılmasıyla ilgili geliştirdikleri yaklaşım ve teorileri birçok açıdan eleştirmiş ve özellikle hadis rivâyetlerini daha fazla önemseyen bir anlayış geliştirmiştir. Şâfiî’nin hayatının son evresini geçirdiği Mısır’da ortaya çıkan Şâfiîlik, Irak ve Horasan bölgelerine yayılmış, zamanla merkez Arap coğrafyasının en yaygın mezhebine dönüşmüş, sonraki yüzyıllarda Kafkasya, Çinhindi bölgesi ile güneydoğu asya takımadalarında da benimsenmiştir. Günümüzde Mısır, Suriye ve Irak gibi Arap ülkelerinde Sünnî nüfusun ağırlıklı bir kısmı Şâfiî olup Endonezya, Malezya gibi ülkeler ile Kafkasya’da yaşayan müslümanların önemli bir kesimi bu mezhebe mensuptur.

Dört sünnî fıkıh mezhepten sonuncusunun kendisine nispet edildiği Ahmed b. Hanbel (ö. 855), İmam Şâfiî’den ders alan ancak daha çok hadis alanındaki uzmanlığıyla temayüz eden bir âlimdir. Beşerî düşünce ve çözümlemelere nispeten daha dar bir yer açan ve ilk nesillere bağlılığı en önemli ilke sayan İbn Hanbel, öğrenci ve takipçilerinin fıkhî meselelerle ilgili görüşlerini derleyip geliştirmeleri ile birlikte bir mezhep imamına dönüşmüştür. İlk olarak Bağdat ve çevresinde yayılan Hanbelîlik, Suriye-Filistin topraklarında ve Arap yarımadasında da müntesip bulmuştur. Günümüzde Suudî Arabistan ve Körfez ülkelerinde yaşayan Sünnî müslümanların önemli bir kısmı Hanbelî iken bu mezhep diğer Arap ülkelerinde nispeten daha az takip edilmektedir. Sünnî dünyada hâkim olan bu mezheplere karşılık Şiîlerin İsnâaşeriyye (On İki İmam) kolu fıkıhta Cafer b. Sâdık’a nispet edilen Caferîliğe mensup iken; Zeydiyye kolu, fıkıhta da aynı adla anılan mezheplerini sürdürürler. Caferîlik İran, Irak, Lübnan, Bahreyn, Hindistan ve Pakistan’ın bazı bölgelerinde yaygın iken Zeydîler günümüzde sadece Kuzey Yemen’de yaşamaktadır. Hâricîlerin yaşayan mutedil bir kolu olan İbâzîlik ise aynı adla anılan fıkıh mezhebini sürdürür. Günümüzde Umman’da, Libya, Tunus ve Cezayir’in bazı bölgelerinde İbâzîler bulunmaktadır.

Nail Okuyucu

Kaynakça

Âmidî, Seyfeddin. el-İkâm fî uûli’l-akâm. nşr. İbrâhim el-Acûz. Beyrut: 1985.

Bağdâdî, Abdülkahir. el-Fark beyne’l-fırak. thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid. Kahire: Dâru’t-Türâs, ts.

Dönmez, İbrahim Kafi. “İctihadın Bağlayıcılığı Meselesi ve Fıkıh Mezheplerine Bağlanmanın Anlamı.” Usûl: İslâm Araştırmaları I, Sayı: 1 (2004): 35-48.

Ebû Zehre, Muhammed. Târîhu’l-mezâhibi’l-İslâmiyye. Kâhire: Dâru’l-Fikri’l-Arabî, ts.

Eş’arî, Ebü’l-Hasen. Makâlâtü’l-İslâmiyyîn ve ihtilâfü’l-musallîn. ; thk. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid. Kahire: Mektebetü’n-Nehdati’l-Mısriyye, 1969.

Hacvî, el-Fikrü’s-sâmî fî târîhi’l-fıhi’l-İslâmî. nşr. Eymen Sâlih Şa’bân. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1416/1995.

Karaman, Hayreddin. İslâm Hukukunda İctihad. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1975.

“Mezhep.” Temel İslam Ansiklopedisi V içinde. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı İSAM Yayınları, 2019. 531-542.

Üzüm, İlyas, Bekir Topaloğlu ve Ferhat Koca.“Mezheb.” Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi XXIX içinde. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2004. 526-542.

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi