Çocuğun doğumundan ilkokula başlayıncaya kadar olan süreçte evde ve okulda gerçekleşen tüm yaşantılar olarak ifade edilebilir. İnsan hayatının ilk beş yılı en önemli dönemlerden biri olup hayatın sonuna kadar insanın yapacaklarını etkiler. Dünya ile ilk tanışma, farklı insanlarla ilk temas ve ilk alışkanlıklar, bu yıllarda gelişir. İnsanın gelişimi üzerinde çalışanlara göre, insanın karakteri de bu yıllarda, daha ilkokuldaki programlı öğretime başlamadan, aile-içi yaşantılar ve okul öncesi eğitimle yerleşir. İlkokul öncesi eğitim yeri olan ailede başlayan eğitim, okul öncesi eğitim kurumları aracılığıyla da desteklenir ve gelişir. Doğumu izleyen ilk yıl ve onu takip eden yıllar, bireyin öğrenme hızının ve kapasitesinin en yüksek olduğu yıllardır. Bu açıdan çok değerli olan bu dönemin boşa harcanmaması ve çok iyi değerlendirilmesi gereklidir.
İlkçağ düşünürleri Platon (ö. MÖ 348/7) ve Aristo da (ö. MÖ 322) dâhil olmak üzere birçok kültürde, çocuğun bu ilk yıllardaki eğitiminden aile sorumlu görülür. Çocuk konusundaki yeni görüşler, Hümanizma ile insana bakış açısında başlayan değişimlerle ortaya çıkmaya başlar ve 16-17. yüzyıllarda hız kazanarak devam eder. Bu yüzyıllar boyunca farklı düşünürlerin çocuk hakkındaki görüşleriyle beslenen çocukluk düşüncesine dayalı çağdaş okul öncesi eğitimle ilgili kavramlar ve bu alana özgü eğitim modelleri, XIX. yüzyılın sonu ve XX. yüzyılın başlarından itibaren önem kazanan bir konu hâline gelir. J. Heinrich Pestalozzi (ö. 1827), Fredrich Froebel (ö. 1852), Maria Montessori (ö. 1952), Jean Piaget (ö. 1980) ve John Dewey (ö. 1952), bu alanda görüşleri ile öne çıkanlar arasındadır. Konuya verilen önem ve bu konudaki talepler, özellikle kadınların sosyal yaşama ve çalışma hayatına daha çok katılmasıyla birlikte artmaya başlar. Bunun sonucu olarak gelişmiş ülkelerde okul öncesi eğitim, formel/zorunlu eğitimin doğal bir parçası olarak kabul edilir.
Türkiye açısından tarihî sürece bakıldığında, 1908’den önce bazı illerde özel ana mekteplerinin açıldığı bilinir. Resmî ana mekteplerinin açılışı ise Balkan Savaşlarından itibaren yaygınlaşmaya başlar. Bu gelişmelerin sonucu olarak 1913’ten itibaren anaokulu eğitimi alanında bazı yasal düzenlemelerin yapılmaya başlanması dikkati çeker. Okul öncesi eğitimle ilgili çeşitli uygulamalar ve yasal düzenlemelerle birlikte büyük kentlerde anaokullarının sayısının da hızla arttığı görülür. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülkenin içinde bulunduğu şartlar, özellikle ilköğretime öncelik verilmesini gerektirdiğinden bu yıllarda küçük çocukların eğitimi, aileler ve çalışan kadınlar açısından, yerel yönetimlerin sorumluluğuna bırakılmıştır. Okul öncesi kurumsal eğitimle ilgili çalışmalar, 1960’lardan itibaren artmaya başlar. Bu tarihlerden sonra giderek artan toplumsal farkındalık, özellikle 1990’lı yıllardan sonra Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan bazı çalışmalarla alanın hızlı bir gelişme göstermesine imkân sağlamıştır.
Okul öncesi eğitimle ilgili çalışmalar, Millî Eğitim Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığ’ının sorumluluğunda yürütülmektedir. Okul öncesi eğitim, zorunlu olmamakla birlikte, temel eğitim kademesi içinde eğitim sisteminin bir parçasını oluşturmaktadır. Özellikle büyük şehirlerde kadınların çalışma hayatına katılmaları, toplumsal açıdan okul öncesi eğitim kurumlarını ciddi bir ihtiyaç hâline dönüştürmüştür. Ancak çağ nüfusunun tümünün bu eğitime erişiminin henüz yeterli düzeyde olduğu söylenemez. Giderek toplum tarafından değeri daha çok fark edilmeye başlayan bu eğitim aşamasının, özellikle ilkokuldan önceki bir yılının zorunlu eğitim kapsamına alınarak parasız hâle getirilmesinin, erken dönemde tüm çocuklar için iyi bir başlangıç oluşturacağı düşünülebilir.
Ayla Oktay