Varlıkların kimliklerini ve özelliklerini nedensel olarak belirleyen bir metafiziksel varoluşa sahip olduğuna inanma tutumu; her varlığın kendisini belirleyen veya bir şeyi o şey yapan, öyle oluşunu sağlayan bir şeyin var olduğunu iddia eden, bir varlığı her ne ise o kılan değişmez özelliklerinin bütünü olarak doğası ya da özünün varoluş karşısında ontolojik bir önceliğe sahip olduğunu ileri süren görüştür.
Özcülük, ilk defa Sokrates (ö. MÖ 399), Platon (ö. MÖ 348/7) ve Aristoteles (ö. MÖ 322) tarafından savunulmuştur. Özcüler, her varlığın, sahip olması gereken birtakım değişmez, evrensel nitelikleri bulunduğunu ve sözcüklerin de tek bir tanımı veya anlamı olduğunu savunurlar. Nietche, Satre ve Rorty gibi anti-özcü düşünürler ise metafizik, epistemolojk ve ahlaki anlamda bir evrensellik fikrinin savunulamayacağını, her şeyin, göreli bir karakter arz ettiğini ve sosyal bir biçimde oluşturulduğunu ileri sürerler. Özcü tavır farklı alanlarda kendini gösterir. Bu alanların başlıcaları şunlardır:
Metafizikte, öze bir gerçeklik yüklenerek, özün var oluş karşısında ontolojik bir önceliğe sahip olduğunu savunan tavırdır. Tikellerin, somut nesnelerin özelliklerine göre birtakım doğal türlere ayrıldıklarını ve her tekilin üyesi olduğu türü ya da sınıfı kesin ve belirli çizgilerle diğerlerinden ayırt etmenin mümkün olduğunu, her varlığı ya da tekili belli bir sınıfın üyesi yapan bir öz bulunduğunu savunan öğreti.
Mantıkta, bazı özelliklerin bireylerde zorunlulukla var olduğunu öne süren anlayış. Örneğin “İnsan düşünen hayvandır” denildiğinde insanı diğer yakın türünden ayıran “düşünme” özelliği, Aristotelesçi özcülüğün bir devamı olarak, insan kavramının ayrılmaz bir özü olarak kabul edilir. Bu bağlamda, insanı insan yapan öz, onun akıllı bir hayvan oluşudur. İnsanı öteki hayvan türlerinden ayırt eden başka özellikleri olsa da insanın ayırt edici/tanımlayıcı özelliği, akıllı oluşudur.
Epistemolojide, Aristotelesçi özcülüğe dayalı geliştirilen, tür ile ayrım belirlenerek yapılan tanım, anlamı belirlemede güvenilirliği sağladığı için uygun bir tanım şekli olarak kabul edilir ve söz konusu tanımların kavramların bilgisini verdikleri ve kavramsal bilginin tüm diğer bilgilerin temelinde yer aldığını savunan öğreti. Anlam teorisine göre geliştirilen dilci tanımlama öğretisi ise sözcükleri anlamak için onların birtakım değişmez özlerinin bulunması gerektiği fikrine karşı çıkar ve nesneleri özüne göre değerlendirmez.
Bilim felsefesinde, bilim adamlarının bir olgunun ya da olayın gerisindeki öz ya da gerçekliği keşfetmek, varlığın doğasına sezgi yoluyla nüfuz etmek suretiyle, genel-geçer bilimsel açıklamalara ulaşabilecekleri, bu bağlamda bilimin özlerle ve bu özlerin doğru tanımı ile ilgili bir etkinlik olduğunu öne süren görüş. Yirminci yüzyılın önemli filozoflarından Karl Popper öncülüğün her türüne karşı çıkar. Özcülüğün siyasi, ahlaki ve bilimsel ilerlemeye engel olduğunu söyleyerek, tavır alır ve metodolojik nominalizm savunur. Bilim insanlarını anlamlandırmaktan çok açıklamalar üzerinde akıl yürütmeye çağırır. Sözcüklerin derin anlamlarının analizine önem vermek yerine, nesnel gizemleri çözmeye davet eder.
Felsefi antropolojide, varoluşçuluğa veya varoluş felsefesine karşıt olarak, insanın olmakta olan değil de olmuş olan varlık olarak değişmez bir özü ve doğasının bulunduğunu öne süren görüş.
Eğitim konusunda, özün varlığına inanan ve onun kazandırılmasını esas kabul eden düşünsel ve epistemolojik bir yaklaşımı benimseyen kültürün, sistematik ve disiplinli bir şekilde öğrencilere kazandırılması gereken ortak bir bilgi çekirdeğine sahip olduğunu benimseyen öğreti. Esasici eğitimin amacı, bireyin toplumsallaşmasını ve zihinsel gelişimini sağlamak, yeteneklerini geliştirmek, kültürel değerleri bireylere aktararak hem kültürel mirası korumayı hem de toplumsal çatışmayı önleyerek toplumsal bütünleşmeyi sağlamaktır.
Adnan Ömerustaoğlu