PSİKANALİTİK YAKLAŞIM

Müjgan İNÖZÜ MERMERKAYA views24576

Psikoanalitik yaklaşım, ya da kuram kişiliğin incelenmesi için oluşturulmuş bir model olmasının yanı sıra psikopatolojileri tedavi etmek üzere geliştirilmiş psikanalizin de temelidir. Kuram, 1885-1939 yıllarında Sigmund Freud (ö. 1939) tarafından geliştirilmiştir ve günümüzde Freud sonrası kuramcılar ile gelişimini sürdürmektedir. Ortaya çıktığı dönemde büyük ses getirmiş ve çeşitli eleştirilerin de odağı hâline gelmiş olan psikoanalitik kuram, etkilerini psikopatolojilerin tedavisinde kullanılan çağdaş psikoterapi uygulamalarında hâlen göstermektedir. 

Freud insanın psikolojik süreçlerini açıklamak üzere 1900 yılında ilk kez Topografik Modeli oluşturmuştur. Bu modele göre insan zihni bilinç, bilinç öncesi ve bilinç dışı olmak üzere üç bölüme ayrılmaktır. Bilinç, farkında olunan ve üzerine dikkat gösterilebilen süreçleri temsil etmektedir. Bilinç, mantıksal düşünme hâkimiyetindedir ve dış gerçeklik ile bağlantılı olarak hareket eder. Zihinsel yapıda en az yeri kaplayan zihin bölümüdür. Bu nedenle psikoanalitik kurama göre davranışlarımızın çok az kısmı bilinçli süreçler tarafından yönetilir. Bilinç öncesi, bireyin farkındalık ile hatırlayabildiği ancak her an dikkatini üzerinde bulundurmadığı zihin bölümüdür. Bireyin çeşitli çağrışımlar aracılığı ile bilince getirebildiği, farkındalık sağlayabildiği, duygu, düşünce ve hatıraların bilinç öncesi süreçler tarafından yürütüldüğü kabul edilir. Zihinsel yapıda bilinçten daha fazla yer kaplar ancak bilinç dışı kadar geniş değildir. Hem bilinç hem de bilinç öncesi düzeyde nedensellik, zamansal sıralılık ve gerçeklik testi (realite testing) bulunmaktadır. Öte yandan Freud’un kuramında önemli bir yer tutan bilinç dışı süreçlerde ise bu özellikler gözlenmez. Bilinç dışı, bireyin kendi çabası ile bilince getirilemeyen, farkına varılmayan zihin bölümü veya bu özellikte olan süreçlerdir. Freud aynı zamanda bilinç dışı kavramını kişinin davranışlarının altında yatan motivasyonun kaynağını açıklamak üzere de kullanmaktadır. Bu bağlamda bilinçdışını, cinsellik ve saldırganlık ile ilgili dürtülerin, savunmaların, anıların ve duyguların bastırıldığı bölüm olarak açıklar. Bu kapsamda söz edilen bastırma, bilinçdışı materyallerin bilinç düzeyine ulaşmasını engellemektedir. Birey burada yer alan bir materyalin farkında değildir ancak bilinç dışında bastırılan süreçler bireyin davranışlarını etkilemeye devam eder. Zihinsel yapıda en fazla yeri kaplar ve Freud’a göre insan davranışlarının önemli bir kısmı bilin dışı süreler tarafından kontrol edilir.

Freud’un Ego ve İd (1923) adlı kitabının ardından, insanın psikolojik süreçlerinin açıklamak üzere sunduğu topografik model, yerini Yapısal Kişilik Modeline bırakmıştır. Bu modele göre kişilik birbiriyle etkileşim içinde olan üç yapıdan oluşmaktadır: id, ego ve süperego. İd, tümüyle bilinçdışı olan, doğuştan gelen, ilkel dürtüleri ve fantezileri içeren zihin bölümüdür. Bireyin açlık, susuzluk, cinsellik gibi biyolojik dürtülerini de içermektedir. Haz ilkesini temel alan id, ortaya çıkan ihtiyacı hemen doyurmak ile ilgilenir, beklemeye ve engellenmeye toleransı düşüktür. İd, mantık öncesidir ve zamansallık, kısıtlılık, dışsal gerçeklik gibi kavramları barındırmaz. Dil öncesi niteliğe sahiptir, semboller ve imgeler ile ifade edilir; id ile ilgili işaretlere rüyalar ve dil sürçmeleri gibi süreçler aracılığı ile ulaşılır. Ego, id ve gerçeklik arasında düzenleyici bir işleve sahiptir ve gerçeklik ilkesini temel alır. Ego gelişimi, bebeklik döneminde başlar, erken çocukluk döneminde en hızlı gelişim düzeyine ulaşır ve yaşam boyunca gelişmeye devam eder. Egonun görevleri arasında, dürtüsel ihtiyaçların ve dış dünya şartlarının algılanması; ihtiyaçların hem dış dünya şartları hem de ahlaki gereklilikler gözetilerek karşılanması bulunmaktadır. İdin aksine ego hem bilinç hem de bilinçdışı düzeyinde bulunur. Egonun bilinç düzeyindeki kısmı benlik olarak ifade edilirken; bilinçdışı düzeyi, savunma mekanizması süreçlerini barındırır. Süperego, olayları ve durumları ahlaki açıdan değerlendiren zihin bölümüdür. Bu bölümdeki ahlaki değerlendirmeler toplum kuralları, gelenekler ve aileden aktarılan değerleri gözetir ve kişinin vicdani yönünü yansıtır. Hem bilinç düzeyinde hem de bilinçdışı düzeyde deneyimlenen süperego, gelişimini yirmili yaşlarda tamamlar. Yapısal kişilik modelinde yer alan üç yapının (id-ego-süperego) isteklerinin çatışması durumunda, bireyler içsel çatışma yaşamaktadır. Freud, savunma mekanizmalarının bu içsel çatışmalardan doğan kaygı ile baş etmede önemli araçlar olduğunu belirtmiştir.

Freud’un psikoanalitik kuram kapsamında ortaya attığı kişilik gelişimi teorisi ise biyolojik kökenli bir modele dayanan Psikoseksüel Gelişim Dönemleri modelidir. Bu modele göre, her bir dönemde farklı bir erojen bölge önemli hâle gelmektedir. Bu erojen bölgeler, ilgili dönemde bir haz kaynağı olarak hizmet ederler. Freud’e göre gelişim evrelerinde döneme özgü erojen bölge ihtiyaçlarının yeterince doyurulmaması, ilgili gelişim dönemine saplanmaya neden olacak ve bu saplanmanın uzun süreli etkilerinin yansıması ise bireyin kişiliğini oluşturacaktır. 

Freud’un psikoanalitik yaklaşımı geliştirmesinin ardından çeşitli kuramcılar kuramı genişletip, değişiklikler yapmış, bazı kuramcılar ise bu kurama karşı çıkarak kendi kuramlarını geliştirmiştir. Bu kapsamda, Carl Jung (ö. 1961) Analitik Psikoloji akımını geliştirerek özellikle cinsellik güdüsünün insan davranışlarını belirlemedeki önemi konusunda Freud ile fikir ayrılığı yaşamıştır. Analitik psikoloji yaklaşımı kişilikte karşıtlıkların uzlaşması, arketipler, kişisel ve kolektif bilinçdışı alanlarına odaklanmıştır. Alfred Adler (ö. 1937) Bireysel Psikoloji kuramı ile insan doğasına sosyal-psikolojik yönden bakarak kişiliğin gelişiminde sosyal ve kültürel rollerin önemini vurgulamış, Freud’un biyolojik-deterministik görüşünden ayrılmıştır. Adler aşağılık duygusu ile başa çıkma çabasına vurgu yapmıştır, bilinçaltından çok bilince odaklanarak sosyal ilgi, amaçlı ve hedefe yönelik davranışa odaklanmıştır. Karen Horney (ö. 1952) kişiliğin gelişiminde sosyal ve kültürel faktörlere vurgu yapmış ve özellikle çocukluk dönemindeki deneyimlerin kritik önem taşıdığını, temel düşmanlık ve temel kaygı duygularının bu dönemde oluştuğunu belirtmiştir. İnsanların kaygı ile başa çıkmak için insanlara yönelme, insanlara karşı olma ve insanlardan uzaklaşma olmak üzere üç tarzı kullandıklarını belirten Horney, kaygı ve nevrotik ihtiyaçlara odaklanmıştır. Daha yakın zamanda geliştirilen ve psikodinamik kurama bağlı olan diğer kuramcıların geliştirdiği yaklaşımlar Ego Psikolojisi (Anna Freud, Hartman) uyumlu ego işlevlerinin rolüne odaklanırken; Nesne İlişkileri Kuramında (Klein, Kernberg, Winnicott) kişiliğin gelişiminde ve nesne dünyasının oluşumunda kişiler arası deneyimin ve kişiler arası ilişkilerdeki zihinsel temsillerin önemi vurgulanır. 

Özetle psikoanalitik kuram, geniş ve kapsamlı bir yapıdaki ilk kişilik kuramı olarak değerlendirilmektedir. Bu kuram kapsamında, daha önce ele alınmamış pek çok kavram psikoloji literatürüne kazandırılmıştır. Kuram, hem kendinden sonra gelen kuramlara hem de günümüz psikoterapi tekniklerine ve klinik uygulamaya yön vermesi açısından büyük önem taşımaktadır. 

Müjgan İnözü Mermerkaya

Kaynakça

Carducci, Bernardo J. The Psychology of Personality. London: Wiley-Blackwell, 2009.

Freud, Sigmund. “The Ego and the Id (1923).” TACD Journal 17, Sayı: 1 (1989): 5-22.

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi