XVIII. yüzyıl sonunda başlayan, yarım asırlık dönemde Avrupa’yı etkileyen ve dünyaya yayılan sanatı, edebiyatı, felsefeyi, müziği içine alan bir akımdır. Romantizmin hem başlangıcı hem de alımlanma tarzı için bütün Avrupa’da ortak bir düzlemden bahsetmek bir zaman ve mekân sınırı çizmek, mümkün değildir. Doğuşunda önemli rol oynayan sosyal hadise ise 1789’daki Fransız İhtilali’dir. Fakat ihtilali takiben, vaat edilenlerin ve beklentilerin gerçekleşmediğinin veya öyle pek çabuk ve kolay gerçekleşmeyeceğinin idrak edilmesi üzerine başta Fransa olmak üzere, sosyal dinî-kültürel huzursuzluk, dengesizlik, kötümser ruh hâli, aydınları etkisi altına alır. Ne ihtilâl öncesine dönülebilen ne de yarınlara ümit bağlanabilen noktada, hayattan bıkkınlık, kötümserlik, melankoli, bunalım ortamı romantizmin yeşermesi için münbit bir zemin olur.
J. J. Rousseau (ö. 1778) , düşünsel zemindeki itirazları ile akımın teşekkülünde önemli rol oynayan düşünürlerdendir. Ona göre, insandaki özgürleşme ve yetkinleşme yetileri nedeniyle, maddesel/fiziksel eşitsizliklerin yanına manevî/siyasal eşitsizlikler de eklenmiştir. İşte bu ikinci eşitsizlik türü insanlar arasındaki ayrıştırmayı keskinleştirmiştir ve efendi-köle ilişkisine dayalı, geri dönüşü mümkün olmayan sivil toplumu, yani sahte uygarlık düzenini kurmuştur. Romantizm bu sebeple, aydınlanmacı felsefenin bir nevi eleştirisi olarak da görülebilir. Ancak bu eleştirinin de eleştirisi gerekmiştir. Rousseau bütün bu düşüncelerinin altında erkekleri kimseye hesap vermeyen mutlak bir otorite olarak görürken, Emile adlı eserinde detaylı olarak anlattığı şekilde, kadınları sadece çocuk yetiştirmede süreçten ve sonuçtan sorumlu olarak vazifelendirecek, vatandaşlık adına talep edilen hakları yalnızca erkekler için söz konusu edecektir.
Victor Hugo’nun (ö. 1885) etrafında toplanan romantikler onun Cromwell önsözü (1827) ve ardından gelen Hernani Tiyatrosu (1830) ile görünürlük kazanmış olurlar ve o güne değin oluşan iklimin adı konulur: Sahnede artık romantik bir edebiyat vardır. Yeni konu ve bakışlar oluşur. Hürriyet sadece kişisel bir vatandaşlık hakkı olarak addedilmez. Edebi olarak da içselleştirilmek istenir. Edebi türlerin geçişliliği ve yeni edebi türler de bu özgürleşme alanına dâhil olur. Trajedi ve komediden başka dram türünün ortaya çıkıp büyük rağbet görmesi, nesir ve şiirin birbirine yaklaşması, bundandır. ‘Duygusal komedi’ türü adında bir tür oluşur. Marivaux (ö. 1763) ve Madame de la Fayette (ö. 1693), ‘duygusal roman’ türü içinde yapıtlar ortaya koyarlar.
Edebiyatta mekânsal olarak da değişiklikler olur. Tasvirlerde, dış dünyanın gerçekliğinden ziyade mekâna bakan insanın duygu dünyası sezdirecek mahiyette betimlemeler tercih edilir. Kır-köy hayatına karşı, bilhassa edebî açıdan yeni bir ilgi uyanır. Bu ilgi, millî geçmişlerin, kültürel değerlerin, folklorik öğelerin edebi metinlerde öncelenmesini doğurur.
Bireyin iç dünyasının, kişisel hayal gücünün bu denli belirleyici olması, merkezin sanatkârın kendi ‘ben’i olması, sanatçının doğuştan getirdiği yaratıcı dehanın çok fazla önemsenmesine yol açar. Duyguları, zekâsı, aklı, hayal gücü, bütün benliğiyle esere kendisini veren sanatkâr, toplumun lideri hatta adeta peygamberi addedilir. Bu bireysel atmosferde ‘tip’ değil, ‘karakter’ tercih edilir, ‘epik’ şiir gözden düşer, ‘lirik şiir’ tahta oturur. Bu edebi yenilikler, samimi bir üslup içermesi sebebiyle ilgi çekse de kimi zaman sanatkâra fazlaca iltimas göstererek okuyucu ve toplumu önemsememe tavrı, dil ve üslubun zaman zaman çok keyfi ve sanatkârane olması nedeniyle sunileşme tehlikesiyle karşı karşıya kalır ve eleştiri de alır.
1850’den sonra Fransa’da pozitif bilimlerin, rasyonalizmin güçlenmesinin ardından romantizm akımının artık eskisi gibi etkin olamadığı görülür.
Türk Edebiyatında, Tanzimat dönemi yazarları içinde tarihe olan ilgisi, eserlerinde vatan temini kullanması, piyeslerindeki aşk ve ihtiras dolu duygusal ortam, kahraman konumlanmalarının tamamen iyi ya da kötü olması gibi özellikleri dolayısıyla başta Namık Kemal (ö. 1888) olmak üzere, Abdulhak Hamid (ö. 1937), Recaizade Ekrem (ö. 1914), Samipaşazade Sezai (ö. 1936) gibi dönem yazarlarının pek çoğunda Romantik etkiler görüldüğü; Servet-i Fünûn dönemi yazarlarının, romantizmden teknik bakımdan değil, duyarlık bakımından etkilendiği söylenebilir. Millî Edebiyat ve Cumhuriyet dönemindeki Memleket Edebiyatı ve Anadoluculuk yönelişlerinde de Romantizm etkisi çok güçlüdür.
Romantizm, 18. Yüzyılın başında sanatta hâkim olan rasyonel tecrübenin katıcılığına olan itiraz ve aydınlanma sonuçlarından tatminsizlik karşısında, Tanrı, tabiat ve insana ilişkin duygunun işin içine katıldığı yeni kavram, düşünüş ve uygulamalarla Batı sanat ve edebiyat teorisinde neoklasizme karşı bir duruş olarak yerini almıştır.
Zeynep Kevser Şerefoğlu Danış