Sanayileşme süreci, ekonomik yapının sanayi lehine değişmesi ve ekonomik faaliyetler içinde sanayinin payının artması olarak tanımlanabilir. Sanayileşme genellikle GSYH (Gayrisafi Yurt İçi Hasıla), ihracat veya toplam istihdam içinde sanayinin payı gibi rakamlarla ölçülmektedir. Sanayi üretimi, makine ve teçhizat kullanımıyla ham madde ya da yarı-mamul malları fiziki ya da kimyasal olarak yarı-mamul ya da mamul mallara dönüştüren imalat faaliyetleri olarak tanımlanır. İmalat sanayi ürünleri Uluslararası Standard Sanayi sınıflamasında C10-C33 faaliyet kolları olarak sınıflandırılmıştır.
Bugünün dünyasında sanayi ürünleri; diğer iş kollarına göre verimliliğin ve ölçeğin yüksek olduğu, iş bölümü, makineleşme, otomasyonun geliştiği üretim alanları olan fabrikalarda üretilmektedir. Sanayileşme ve imalat sanayi üretimi, 1960’lı yıllarda Nicholas Kaldor tarafından “büyümenin motoru” olarak nitelendirilmiş ve sonrasında yapılan ampirik araştırmalar Kaldor’u desteklemiştir. Kaldor Kanunları olarak adlandırılan hipotezlerde, sanayinin verimliliğinin ve verimlilik artışının sanayi dışı iş kollarından yüksek olduğu ve bu iş kollarındaki verimlilik artışlarını da tetiklediği üzerinde durulmaktadır. Artırımsal üretim, esnek üretim, robotlaşma, 3 boyutlu prototipleme ve üretim gibi yeni yöntemler sanayi üretimini yeniden şekillendirmekte ve sanayi verimliliğinin daha da artmasını sağlamaktadır. Öte yandan, bilgisayar ve robot gibi sınai teknolojinin ve ürünlerin hizmet sektöründe giderek daha da çok kullanılması Kaldor’un öngörüleriyle uyumlu olarak sanayi dışı bu sektörlerde verimliliğin artmasına da yol açmaktadır.
Yülek sanayileşmenin bir fabrikalaşma ve fiziki altyapılaşmadan çok mavi ve beyaz yakalı sanayi çalışanları ile birlikte firmalar, kamu kesimi ve üniversiteler gibi kurumsal yapıların kabiliyetlerinin yükseltildiği bir süreç olduğunun altını çizmektedir. Japonya, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Güney Kore gibi örnekler, sanayi politikalarının sağlıklı bir sanayileşme sürecini sağladığını göstermektedir. Başarılı sanayileşme yoluyla kısa sürede yüksek gelirli ülkeler arasına giren Güney Kore’de sanayi politikaları üretim ve ihracatın ürün yapısını katma değerli, teknolojik ve markalı ürünlere doğru değiştirmeyi başarmıştır.
Sanayi Devrimleri coğrafi açıdan dünyada üç ayrı dalga hâlinde yaşanmıştır. Birinci Sanayi Devrimi 18. yüzyılın ikinci yarısında Birleşik Krallık’ta, tekstil, çelik gibi sektörlerin başı çekmesiyle başlamıştır. Makineleşmenin emek verimliliğini artırmasıyla Birleşik Krallık hızla “dünyanın fabrikası” ve en büyük ekonomisi hâline gelmiştir. Aynı zamanda da dünyanın en önemli ham madde ve enerji tüketicisi hâline gelmiştir. Fransa, Hollanda gibi ülkelerin de aşağı yukarı aynı zaman diliminde ilk sanayi devrimini yaşadıkları söylenebilir. İkinci sanayileşme dalgası 19. yüzyılda Almanya, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşandı. Üçüncü sanayileşme devrimi ise 20. yüzyılın ikinci yarısında Doğu Asya’da, önce Japonya ve ardından Güney Kore, Tayvan, Hong Kong ve Singapur gibi ülkelerde yaşandı. Öte yandan, 1978 yılından sonra dünyaya açılan Çin Halk Cumhuriyeti’nin sanayileşme süreci ise ekonomik ve nüfus büyüklüğünün de etkisiyle dünya ekonomisinde yepyeni bir döneme girilmesine vesile oldu. Çin, küçük Birleşik Krallık’ın 17. ve 18. yüzyıldaki yerini alarak dünyanın gerçek manada fabrikası hâline geldi.
Sanayi Devrimleri sürecine bir başka bakış da teknolojik açıdan yapılabilir. Bu bakışa göre, Birinci Sanayi Devrimi 18. yüzyılın ikinci yarısında tekstil sanayinde başladı. Kumaş imalatındaki yeni icatlar ile pamuk fabrikaları küçük evlerdeki iplik eğirme ve dokumanın yerini aldı. İlk sanayi devriminde su ve buhar gücü ana enerji kaynaklarıydı. İkinci Sanayi Devrimi 19. yüzyılın sonlarında üretim montaj hatlarında seri üretim yönteminin uygulanmasıyla gerçekleşti. 1870’lerde Cincinnati’deki bir mezbaha, buraya gönderilen hayvan karkaslarının taşınmasında kolaylık olması için kullanılan raylı sistem sayesinde, ilk modern üretim hattı olarak kabul edilir. 1913’te ise Henry Ford, Cincinnati’deki bu örnekten yola çıkarak T Model için meşhur üretim hattını geliştirdi. Üçüncü Sanayi Devrimi, özellikle otomobil üretiminde elektronik ve bilgi teknolojilerinin imalat süreçlerini otomatikleştirmesinin ve kontrol etmesinin sonucu olarak ortaya çıktı. 1968’te Bedford Associates adlı bir Amerikan şirketinin ilk programlanabilir mantıksal kontrol (PLC) sistemi olan Modicon 084’ü piyasaya sürmesi üçüncü sanayi devriminin başlangıcı olarak kabul edilir.
21. yüzyılda imalat faaliyetlerinin ve bilgi teknolojilerinin iç içe geçtiği sanayide dijitalleşmenin “Dördüncü Sanayi Devrimi” başlattığını ileri sürenler vardır. Bu süreç, daha evvelce Amerika Birleşik Devletleri’nde “Nesnelerin İnterneti” gibi kavramlarla da ifade edildi. Alman Hükûmeti ise 2020 Hi-Tech Strategy (2020 Yüksek Teknolojisi Stratejisi) ile Sanayi 4.0 (‘Industrie 4.0’) kavramını geliştirerek bu süreçte Almanya’nın dünyaya Sanayi 4.0 çözümleri ihraç ederek gelir elde etmesi hedefini koydu.
Sanayileşmede, ilk sanayi devriminden itibaren yukarıda bahsedilen genel eğilimler dışında, ülke bazında kendini yineleyen ve tipik ardışık aşamalardan oluşan bir süreçten de söz edilebilir. Üretim makineleri; yıllarca atölyelerde yaparak öğrenme tecrübesinin imalattaki yaparak öğrenme şekline dönüşmesini de içeren AR-GE çalışmalarının biriktirdiği “teknolojik bilgi”nin somut çıktılarıdır. Teknoloji en basit anlamda, girdilerin çıktılara dönüşmesi arasındaki ilişkidir. Bir ülke yabancı makineleri ithal ettiğinde, ihracatçı tarafından makine formunda geliştirilen teknolojiyi de ithal etmiş olur. Makine ithalatı sermaye derinleşmesinin somut görünümü şeklinde tezahür eder ve üretim teknolojisini değiştirdiğinden yurt içi iş gücündeki (saat başına) verimliliğin başlangıçta hızla artmasına sebep olur (birinci aşama); düşük sermaye birikimine sahip ülkelerin sermaye derinleşmesiyle bir dönem yüksek GSYH büyümeleri yaşadıkları genelde gözlemlenmektedir.
İthalatçı ülke, işletmeleri ve iş gücü ithal makinelerin daha verimli işletilmesi için gereken becerilere zamanla sahip olur. Yeni teknolojilerin benimsenmesi (ikinci aşamanın ilk yarısı), girdilerin miktarları ile çıktıların miktarları arasında yeni ve daha verimli eşleştirmelerin kullanımı (geliştirilmesi değil) olarak tanımlanabilir. Birinin teknolojik makineyi iyi kullanması onun makinenin tamirinde veya servisinde de iyi olacağı anlamına gelmez. Bu becerileri de kazanmak bir sonraki aşamada gerçekleşir ve (mesela bakım/tamir maliyetlerini azaltarak) toplam verimliliği yükseltir (ikinci aşamanın ikinci yarısı).
Sanayileşme sürecindeki üçüncü aşama taklittir. Eğer ülke bu aşamaya gelmişse firmalar ithal makinelerin ya da ürünlerin benzerlerini ya da çok az değiştirilmiş versiyonlarını ters mühendislikle imal eder. Bu yeni bir sektörün ortaya çıkması manasına gelir. Örneğin kumaş üreten firmalara sahip ülkenin artık tekstil makinesi üreten firmaları olur ya da yeni (taklit) ürünler üretilmeye başlanır. İçlerinde ABD, Güney Kore, Japonya ve Rusya’nın bulunduğu ülkeler bu aşamayı farklı zamanlarda yaşamıştır. Üçüncü aşama olan taklit, ithal ikamesinin yanı sıra yeni öğrenme metodları ve beceriler yoluyla ülke için yeni bir büyüme motoru ortaya çıkartabilir. Bunun nedeni, imalatta öğrenilenler de dâhil olmak üzere bilginin kamunun malı hâline gelmesi ile bu aşamada önemli bilgi etkileşimlerinin oluşmasıdır. Resmî olarak eğitilmiş ya da fabrikalarda yaparak öğrenmiş insanlar tarafından, ters mühendislik ile uygulanan taklit, resmî AR-GE faaliyetleriyle bütçesi olmayan firmaların ihtiyaçlarını kısa yoldan karşılar.
Sanayileşme sürecindeki dördüncü ve son aşama yeni ürünler geliştirmektir. Bu, ya resmî veya gayrıresmî AR-GE faaliyetleri ile ya da artırımsal yenilikle olur. Her ikisi de toplam faktör verimliliğindeki artışa dayalı olarak GSYH büyümesi sağlar. Bu aşamadaki ülkeler; küresel olarak rekabet edebilen, maliyeti yüksek ancak aynı zamanda belirli bir fiyatlandırma gücü sağlayan yeni ürünler geliştirebilen ve ticarileştirebilen firmalara sahiptir.
Dünya üzerindeki ülkelerin çok azı sanayileşme sürecinde üç ya da dördüncü aşamaya ulaşabilmiş olup bunlar tamamıyla yüksek gelirli ülkelerden oluşmaktadır. Diğer ülkeler ise bir ya da ikinci aşamada olan ülkeler olup bunlar da düşük ya da orta gelir tuzağında yer alan ülkelerdir. Sayısı çok az olan yüksek gelirli ülkeler dünya toplam ihracat değerinin büyük kısmını gerçekleştirmektedir. Bu ülkelerde yüksek teknolojili ya da markalaşmış ürünler ihracatın büyük kısmını oluşturur. Orta ve düşük gelirli ülkeler ise düşük fiyatlı, katma değerli ve teknolojili ürünleri üretip ihraç etmektedir.
Ülke tecrübeleri, toplam ekonomik faaliyetler içinde sanayinin payının sanayileşme sürecinde yükselmeye başladığını ancak bir zirve noktasını yakaladıktan sonra düştüğünü göstermektedir. Düşüş süreci ise ‘sanayisizleşme’ (de-industrialization) olarak adlandırılmaktadır. Bununla birlikte, yüksek verimliliğin bir sonucu olarak sanayisizleşme sürecinde de sanayinin reel üretim miktarı artmaya devam etmektedir. Zirveye ulaşılması ve sanayisizleşme sürecinin başlangıcı ülkeden ülkeye değişmekle birlikte üç ayrı kalıptan söz edilebilir. Almanya ya da Güney Kore, Çin, Japonya gibi ülkelerde zirve seviyesi diğerlerine göre yüksek olup diğer ülkelere göre düşüşe direniş yaşanabilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerde zirve seviyesi ve düşüşe direniş nispeten daha düşüktür. Hindistan gibi prematüre sanayisizleşen ülkelerde ise zirve düşük seviyelerde yakalanmakta ve düşüş hızlı olmaktadır.
Sanayileşme kendiliğinden tetiklenen ve gelişen bir süreç değildir. Almanya, Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Güney Kore gibi ülke tecrübeleri sanayileşme ve gelir artışı süreçlerinin sanayi politikaları tarafından desteklenmesi gerektiğini göstermektedir. Bununla birlikte, genel sanayi politikaları ülkelerin ikinci aşamaya geçmesinde etkili olmakla birlikte üçüncü ve dördüncü aşamaya geçmelerine imkân sağlamamaktadır. Bu aşamaların gerçekleşmesi için stratejik sektörlere odaklanan, dışa açık, teknoloji ve kamu satın alma politikalarını kapsayan ve eğitim politikalarının eşlik ettiği odaklanmış sanayi politikaları gereklidir.
Murat A. Yülek