Sözlükte temel anlamı “ortak olmak, ortaklık ve ortak koşmak” şeklinde belirtilen şirk, terim olarak “Allahu Teâlâ’nın varlığında, hiçbir varlığa benzememek gibi kendisine mahsus özelliklerinde, kâinatı ve içindeki her şeyi yoktan yaratma ve yönetme gibi fiillerinde ve kendisine ibadet edilmede eşi, benzeri, dengi ve ortağı bulunduğuna inanmak ve bu doğrultuda davranmak” demektir. Dolayısıyla şirk, İslâm dininin en temel ilkelerinden biri olan tevhidin zıddıdır. Allahu Teâlâ, “kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamayacağını, bunun dışında kalan günahları ise dilerse bağışlayacağını” bildirmiş, “Allah’a ortak koşan kimsenin derin bir sapıklığa saptığını” (Nisâ 4/48, 116) ve “şirkin en büyük zulüm olduğunu” (Lokmân 31/13) buyurmuştur. Hz. Peygamber de “Allah katında en büyük günah nedir?” diye sorulunca, “Seni yaratan Allah’a şirk koşmandır.” cevabını vermiş, insanı helâke sürükleyecek yedi büyük günahın en başında Allah’a şirk koşmayı saymıştır (Buhârî, “Tevhîd”, 40; “Edeb”, 6; “Şehâdet”, 27; Dârimî, “Diyât”, 9; Nesâî, “Tahrîm”, 3).
Tevhid bir yandan insanın iman hayatına yönelik iken bir yandan da günlük hayatı ve dinî hayata ilişkin davranışları ile ilgili olduğu gibi şirk de bu iki boyutta ortaya çıkabilir. Buna göre, Allah gibi başka bir ilâhın bulunduğunu veya O’nun özelliklerine sahip başka bir tanrının varlığını kabul eden; yaratma, rızık verme, diriltip öldürme gibi fiillerinde O’nun ortağı olduğuna inanan, yani başka bir varlığı ilâhlık mertebesine yükselten; hem Allah’a hem de O’nun yanında başka bir varlığa ibadet eden, hattâ kendisini Allah’a ulaştıracağını düşündüğü yarı-ilâh aracı varlıklara inanan kimse müşriktir. Nitekim Hz. Peygamber’in muhatabı olan müşrikler bile Allah’tan başka kâinatı yaratan ve onu yöneten bir varlık olmadığı hususunda bir şuura sahip olmalarına rağmen (Lokmân 31/25; Mü’minûn 23/84-89), kendilerini Allah’a yaklaştırmaları (Zümer 39/3), Allah katında kendilerine yardımcı olmaları (Yûnus 10/18) için yaptıklarını söyleyerek cin ve melek gibi varlıkları Allah’a ortak koşmuşlar, bunları Allah’ın oğulları ve kızları diye nitelemişlerdir. Ayrıca güneş, ay ve yıldızlar gibi gök cisimlerine ilâhlık özellikleri atfederek putlara tapmışlardır.
Yine Kur’ân’ın ifadesiyle, ibadete konu edilmese, kendisine tapınılmasa bile, Allah’ın olduğu gibi başka bir varlığın, mesela şeytanın veya başka insanların, emir ve yasaklarını yerine getirmek; bunu da onları yaratıklar üzerinde tam bir hüküm sahibi sayarak, bu anlamda sanki otorite olma noktasında Allah’a denk görerek yapmak tevhide aykırıdır (Nisâ 4/119). Nitekim Hz. Peygamber Yahudi ve Hristiyanlar’ın kendi din adamlarına karşı tutumunu eleştirerek “Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesîh’i rableri olarak kabul ettiler. Hâlbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O’ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Tevbe 9/31) âyetini okumuş ve bunu “Onlar bu haham ve papazlara tapmıyorlardı. Fakat onlar kendilerine bir şeyi helal kılınca bunu helal sayıyorlar, haram kılınca da haram biliyorlardı.” şeklinde açıklamıştır (Tirmizî, “Tefsîr”, 9).
Bunların yanı sıra, sevgi, saygı, tazim ve hürmet gibi duygularda aşırılığa giderek herhangi bir varlığı aşırı yüceltmek ve ona yönelmek de bir nevi şirk olarak değerlendirilmiştir. Allahu teâlâ kendisine duyulması gereken sevgi ve muhabbetin ondan başka şeylere yöneltilmesini kendisine şerik tutulması olarak niteler. Şüphesiz Allah’tan sonra en çok saygı gösterilecek varlık Hz. Peygamber’dir. Nitekim Allahu Teâlâ, kendisini sevme ve O’nun affına kavuşma yolunun Hz. Peygamber’e uymaktan geçtiğini (Âl-i İmrân 3/31-32), Hz. Peygamber’e itaat etmenin Allah’a itaat etmek anlamına geldiğini (en-Nisâ 4/80) buyurmuştur. Ancak pek çok âyette de Hz. Peygamber’de hiçbir ilâhî özelliğin bulunmadığını vurgulamıştır (Âl-i İmrân 3/79-80; Mâide 5/116-117; Kehf 18/110). Peygamberimiz de kendisine saygı ve sevgi göstermek adına tevhide aykırı tutum ve davranışlara düşülmemesi için gerekli ikazlarda bulunmuş, gelen taleplere karşı Allah’tan başkasına secde edilemeyeceğini buyurarak kendisine secde edilmesini kesin biçimde yasaklamış (Ebû Dâvûd, “Nikâh”, 40) ve “Hristiyanlar’ın Meryem oğlu Îsâ’yı insanüstü niteliklerle övdüğü gibi siz de beni övmeyin. Ben sadece Allah’ın bir kuluyum. Benim için Allah’ın kulu ve Resûlü deyin.” buyurmuştur (Buhârî, “Enbiyâ”, 48; Dârimî, “Rikâk”, 68). Hz. Peygamber için durum böyle olunca, Müslümanın Allah’tan başka varlıklara duyacağı saygı ve sevginin yaratılmışlık ve beşeriyet sınırlarının ötesine geçemeyeceği, ister din âlimi, mezhep imamı, tarikat şeyhi gibi önder konumunda kimseler, isterse anne baba, evlat, eş, dost olsun hiç kimsenin müminin kalbinde Allah sevgisine ortak olamayacağı, Allah’a gösterilecek tazime konu edilemeyeceği ortaya çıkar. Kaldı ki Kur’ân-ı Kerîm, peygamberlerin, Allah katında makbul olan sıddıklar, şehitler ve salih kimselerin (Nisâ 4/69), insanların hüsnüzanda bulundukları velilerin, hattâ meleklerin (Nisâ 4/172; Yûnus 10/62-64) ulûhiyete ait hiçbir özellik taşımadığını ve onlara böyle özellikler yüklenemeyeceğini bildirmiştir. Buna bağlı olarak Allahu Teâlâ’dan başka herhangi bir varlığa kutsallık atfetmenin; gereğinden fazla, aşırı tazimde bulunarak bu yönde davranışlar sergilemenin de tevhide aykırı olduğu anlaşılacaktır. Mesela Kâbe, Hacerü’l-esved, Mescid-i Nebevî veya Mescid-i Aksâ, Hz. Peygamber’in hırkası ve sakalı gibi varlık ve mekânlar, Müslümanlar’ın hayatında kapladıkları yer ve taşıdıkları hatıralar açısından saygıya lâyıktır, onlara belki bir anlamda kutsiyet atfedilerek gereken hürmet elbette gösterilecektir. Ancak Hz. Ömer’in Hacerü’l-esved için dile getirdiği “Senin zararı ve faydası dokunmayan bir taş olduğunu biliyorum. Resûlullah’ın seni öptüğünü görmeseydim, ben de öpmezdim.” (Buhârî, “Hac”, 50; Müslim, “Hac”, 248-251) sözü, bu hususta sergilenmesi gereken doğru tavrı ortaya koymaktadır.
“Büyük şirk” olarak nitelenen, Allah’a herhangi bir hususta ortak koşmanın yanı sıra; amellerde Allah’tan başka etmenleri göz önünde bulundurmak da “küçük şirk” olarak nitelendirilir. Nitekim Hz. Peygamber ümmeti hakkında doğrudan Allah’a ortak koşulması anlamında açık şirkten değil (Müslim, “Fezâil”, 30), ibadetleri riyâ, yani başkalarına hoş görünmek, için yapmaktan ibaret gizli şirkten endişe ettiğini belirtmiştir (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, IV, 403; İbn Mâce, “Zühd”, 21).
Ulvi Murat Kılavuz