Etiğin temel ilkelerinin siyasal yaşamdaki çeşitli meselelere uyarlanması anlamına gelen bir uygulamalı etik alanıdır. Örneğin devletin şeffaf olması ya da siyasetçilerin siyasal gücü kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmaması gerektiğinden bahsederken etiğin dürüstlük, doğruluk, eşitlik ve tarafsızlık gibi birtakım ilkelerini siyasete uyarlamış oluruz.
Siyasî etik geniş anlamda siyaset-etik ilişkisini merkeze alarak soruşturur ve siyaset felsefesine karşılık gelir. Örneğin Isaiah Berlin’e göre etik, insanların birbirleri ile ilişkilerinin sistematik incelemesinden, insanların birbirlerine davranış tarzlarının kaynağı olan telakkiler, ilgiler ve idealler ile hayatın bu gibi amaçlarının dayandığı diğer sistemlerden oluşur. Hayatın nasıl yaşanması gerektiği, ne yapmanın doğru olduğu hakkındaki inançlar ahlakî araştırmanın konusunu oluşturur. Bunlar genelleştirilip siyasete (gruplara, ülkelere ve daha genel olarak insanlığa) uygulandığında siyaset felsefesi adını alırlar. Bu anlamda siyaset felsefesi, topluma uygulanan etiktir.
Etiğin siyaset bağlamında düşünülme biçimlerinden hareketle siyasî etiğin üç temel konu ile ilgilendiğini söylemek de mümkündür. İlk olarak siyasî etik, siyasetçilerin ve kamu görevlilerinin davranışlarının ahlakî bir değerlendirmesini yapar. Bu anlamda siyasî etik; yolsuzluk yapma, rüşvet alma, adam kayırma, vatandaşları aldatma gibi kamu gücünün kötüye kullanılmasının örnekleri olan eylemleri siyasetteki ahlâk dışı eylemler olarak görür. İkinci olarak siyasî etik, siyasî hedeflere ulaşmaya yönelik araçların (ve süreçlerin) ahlakî değerlendirmesini yapar. Devletin kamu düzeni ve güvenliğinin sağlanması siyasî hedefine ulaşmak için müracaat etmiş olduğu ceza verme, özgürlüğü kısıtlama, savaşma gibi yöntemlerin ahlakî sorgulaması araçlara yönelik değerlendirmelerin örneklerinden bazılarıdır. Üçüncü olarak siyasî etik siyaset anlayışlarının ve siyasî hedeflerin ahlakî değerlendirmesini de yapar. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin devlet eliyle mi yoksa özel sektör tarafından mı yapılmasının daha adil olacağı ya da bir devletin dış güvenliğini zorunlu askerlik uygulamasıyla mı yoksa profesyonel ordu oluşturmak yoluyla mı sağlamasının daha ahlakî olacağı gibi meseleler tartışılırken bu tür değerlendirmeler yapılır.
Etiğin siyaset bağlamında düşünülmesi çoğu zaman kolay ve sorunsuz bir şekilde olmaz. Zira siyaset ile etik arasındaki ilişki, birçok durumda gerilimli bir ilişkidir. Siyaset bir seçim ya da tercih meselesi olduğundan hayatın somut durumlarında bazen etiğin ilkeleri birbirleriyle çatışır ve ahlakî ikilem dediğimiz şeyle karşı karşıya kalırız. Bu durumda hangi etik ilkeyi tercih edeceğimiz de siyasî etiğin konusunu oluşturur. Siyaset söz konusu olduğunda etiğin taleplerinin askıya alınması meselesi literatürde kirli eller problemi olarak adlandırılır. Aslında kirli eller problemi gündelik (özel) yaşamda da karşımıza çıkan bir problemdir. Zira özel yaşamda da birtakım ahlakî ikilemlerle karşı karşıya kalındığı, dolayısıyla çatışan ahlâk ilkelerinden birinin zorunlu olarak çiğnendiği durumlar söz konusudur. Fakat siyasal eylemler daha ağır ve kapsayıcı sonuçlar doğurduğu için kirli eller problemi esas olarak siyasal yaşamın bir problemidir. Bazı durumlarda etiğin ilkelerini hayatın somut koşullarıyla uzlaştırmak gerekir. Bu durumlarda etiğin ilkeleri ya esnetilir ya da geçici olarak askıya alınır. Bu esnetme ya da askıya almanın haklı olup olmadığı ya da hangi durumlarda haklı olabileceği meselesi siyasî etiğin önemli tartışma konularındandır.
Siyaset ile etik arasındaki gerilim siyasî etik ile ilgili farklı yaklaşımların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Deontolojik yaklaşım ve idealist yaklaşım, etiği öne çıkaran yaklaşımlarken faydacı yaklaşım ve realist yaklaşım siyaseti öne çıkaran yaklaşımlardır. En iyi ifadesini Immanuel Kant’ın (ö. 1804) düşüncelerinde bulan deontolojik yaklaşım ahlakî eylemi evrensel ahlâk ilkelerine uygun eylem olarak tanımlar ve kişinin sonucu ne olursa olsun ahlâk ilkelerine uygun eylemde bulunması durumunda ahlâklı olabileceğini iddia eder. Deontolojik yaklaşıma göre ahlâk ilkeleri siyaset için de geçerlidir ve bu ilkelerin siyasal yaşamda da taviz verilmeden uygulanması gerekir. Deontolojik yaklaşım toplumsal yarar, ulusal çıkar ya da devletin yüksek menfaati gibi gerekçelerle ahlâk ilkelerinin esnetilmesini ya da terkedilmesini haklı bulmaz. Deontolojik yaklaşımın tersine faydacı yaklaşım teleolojik (sonuç odaklı) bir anlayışı esas alır. Faydacı yaklaşıma göre eğer bir eylem toplumdaki toplam faydayı artırıyorsa ahlakî eylem olarak kabul edilir. Siyaset-etik geriliminde etiği öne çıkaran bir başka yaklaşım da idealist yaklaşımdır. İdealist yaklaşım birtakım değerlerin (ideallerin) var olduğunu siyasetin de bu değerler doğrultusunda yapılması gerektiğini kabul eder. En iyi ifadesini Niccolò Machiavelli’nin (ö. 1527) düşüncelerinde bulan realist yaklaşım ise değerlerin (ideallerin) gerçek olmayıp birer kurgu olduklarını dolayısıyla da gerçekte siyasetin birtakım değerler doğrultusunda değil güç ve çıkar ilişkileri doğrultusunda işlediğini iddia eder. Realist yaklaşıma göre ahlâk siyasette amaç olarak değil güç ve çıkar ilişkilerini meşrulaştıran araç olarak işlev görür. Realist yaklaşım devletin menfaatlerini ahlakî gerekliliklerin üzerinde gören hikmet-i hükûmet düşüncesinin temelini oluşturur.
Siyasî etik bir yönüyle ahlâkın siyaset açısından önemine işaret eder. Buna göre siyaset-etik ilişkisinde belirleyici olan etiktir. Etik siyasete yön tayin eder ve siyaset ancak bu sayede anlamsız bir güç ve çıkar mücadelesi olmaktan kurtulur. Siyasî etik diğer yönüyleyse siyaset-etik ilişkisinde siyasetin göreli özerkliğine işaret eder. Bu özerklik siyasetin doğasından kaynaklanır. Siyaset bir eylemdir ve bu nedenle yaşamın somut ve acil sorunlarına çözüm üretmek zorundadır. Çoğu zaman bu sorunların çözümü soyut etik ilkelerin esnetilmesini veya ertelenmesini gerektirir. Böyle durumlarda siyaset etikten önce gelir. Bu önceleme hiçbir şekilde siyasetin ahlâk dışılığına işaret etmez. Tersine siyasetin önceliği, Max Weber’in (ö. 1920) de belirttiği gibi siyasal eylemin sonuçlarının sorumluluğunun üstlenilmesine işaret eden farklı bir ahlakî duyarlılık biçimi üzerinde temellenir. Bu anlamda siyasetin önceliği, ahlâk uygulamaya konulurken siyasetin mantığına riayet edilmesine gönderme yapar. Siyasî etik gerçekliğin bir “iyi” doğrultusunda değiştirilmesine yönelik çabayı ima ettiği için idealist anlayıştan bağımsız düşünülemez. Fakat bu çaba ancak mevcut gerçeklerin dikkate alınması durumunda amacına ulaşabileceği için siyasî etik mutedil bir realizme de ihtiyaç duyar.
Derda Küçükalp