Sosyal ilişkilerin ve sosyal organizasyonun doğasını tanımlama girişimidir. Her ne kadar sosyal ilişkiler ve sosyal organizasyon çok eskiden beri teorize edilse de toplumun kendi başına bir varlık olarak kabul edilmesi sosyal teorinin ortaya çıkışında etkili olmuştur. 18. yüzyıl Aydınlanma düşünürleri, toplumsallığı ilk defa sistematik olarak ele almışlardır. Bu yüzyıldan itibaren toplum, önceden belirlenmiş yurttaş ve yönetici arasındaki bir anlaşma veya sözleşmeyi ifade ettiği hukukî anlamını yitirmiş ve topluluk olarak sosyal bir anlam kazanmıştır. Dolayısıyla toplumun insan eylemlerinin bir ürünü olduğu düşüncesine verilen tepkiler sosyal teorinin sınırlarını belirlemiştir. Bu hâliyle de sosyal teori kavramını toplumun doğası üzerine düşünce olarak tanımlamak isabetli olacaktır.
Başlangıçta moderniteye özgü sorunlar ve değişmeler üzerine düşünme girişimi olarak sosyal ilişkilere ve organizasyonlara ait yaklaşımlar sosyal teorinin kavramsal çerçevesini oluşturur. Böylece modern düşünce içinde gözlenen insan özerkliği veya özgürlüğüne yaklaşımların farklılığı, çözüm önerisi olarak sunulan sosyal teorilerin de farklılığını doğurmuştur.
20. yüzyılda ise sosyal teori daha ziyade ulusal gelenekler açısından ele alınmıştır. Bu durum doğal olarak çok çeşitli sosyal teorilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bununla birlikte genel değerlendirmelerin yapıldığı sosyal teori çalışmalarında dört ulusal gelenek öne çıkmıştır: Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, Birleşik Krallık ve Almanya. Bu dört ulusal gelenek aynı zamanda sosyal teorinin sınırlarının kapitalizm, siyasî devrimler, sanayileşme, şehirleşme ve bilimsel düşünce gibi sosyal yaşamı radikal bir şekilde dönüştüren güçlerle ilişkili olarak belirlenmesine yol açmıştır.
20. yüzyılda ise Avrupa’nın doğasının, sosyal teorinin ortaya çıktığı dönemden çok farklı oluşu ve ayrıca sosyal bilimlerdeki disipliner dönüşüm nedeniyle pek çok farklı türden sosyal teori yaklaşımları görülmektedir. Bu farklılıklar, üzerinde anlaşılmış bir sosyal teorinin bulunmayışını da beraberinde getirmektedir. Bununla birlikte hâlen sosyal teorinin ne olduğuna ilişkin yaklaşımların, daha ziyade ulusal ve entelektüel geleneklerin ve düşünce okullarının bakış açıları çerçevesinde belirginleştiğini söylemek gerekir.
Sosyal teorinin doğuşunun toplumun kendi başına bir varlık olarak kabul edilmesiyle ilişkili olmasından dolayı onun sosyoloji ile farkının da önem taşıdığını belirtmekte fayda vardır. Bu fark hem sosyal teorinin hem de sosyolojinin anlamlarını ve ilgi alanlarını ortaya koymaktadır. Sosyal teori ile sosyolojinin arasındaki genel fark, sosyal teorinin toplumun doğası ve sosyal ilişkiler üzerine sistematik düşünme, sosyolojinin ise sosyal yaşamın empirik olarak incelenmesine ait bir disiplin olarak kabul edilmesiyle çizilmektedir. Bu bakımdan sosyal teori bir yandan büyük ölçüde sosyoloji ile sınırlandırılmakta bir yandan da onunla rekabet hâlinde olarak değerlendirilmektedir.
Bryan S. Turner sosyal teorinin ana konularının üç başlık hâlinde sıralanabileceğini öne sürer: 1. teori ile ampirik araştırma arasındaki veya daha yalınca, kavramlar ve gerçekler arasındaki ilişki, 2. teori ve değerler arasındaki veya bilimsel araştırma ve (ahlakî) yargı arasındaki ilişki, 3. akademik çalışma ile daha geniş toplum veya teori ile politika arasındaki ilişki. Bu bakımdan Turner’a göre her zaman belli ölçülerde öne çıkması gereken bu konular, aynı zamanda modern sosyal teorinin felsefî, ahlakî, metodik ve politik temelini de ortaya koymuş olmaktadır.
Anthony Giddens’a göre sosyal teori, insanın davranışıyla ilgili tüm disiplinlerin ortak olarak paylaştığı bir teori bütünüdür. Bu nedenle sosyal teori zaten sosyoloji, antropoloji, ekonomi, politika, beşerî coğrafya, psikoloji, kısaca sosyal bilimlerin tüm yelpazesiyle ilgilidir. Giddens ayrıca sosyal bilimler çalışanların, teorilerinin ve araştırmalarının sonuçlarına uzak veya kayıtsız kalamayacaklarını öne sürerek sosyal teorinin aynı zamanda bir eleştirel teori olduğunu da söylemektedir. Zira ona göre nesneler dünyasına uygulanan doğa bilimlerinden farklı olarak sosyal teori etkisiz bilgi nesneleri olmayan insanlarla ilgilidir. İnsanlar sosyal teoriyi ve araştırmalarını kendi eylemlerine dâhil edebilen ve buna da eğilimli olan aracılardır.
Tüm bu tartışmaların etrafında sosyal teorinin modern dönemle birlikte başlı başına bir alan olarak ele alınması göstermektedir ki başlangıçta modern toplum düşüncesi ile sosyal teori oldukça yakın bir şekilde değerlendirilmiştir. Modern topluma yaklaşımlar, kendi çağına özgü olarak rasyonel bir örgütlenme ya da rasyonel olarak açıklanabilir bir örgütlenme biçimi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Modern toplum ayrıca yine çağına özgü bir şekilde bilimsel bir araştırmanın ve teori geliştirmenin nesnesi olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte anlama ve yorumlamaya ilişkin sosyal bilimlere özgü düşünce biçimlerinin 20. yüzyıl başlarından itibaren hızla kabul edilmeye başlaması, bir amaca yönelik nesnellik iddialarının toplumsal ilişkiler açısından sorgulanmasını doğurmuştur. Gelinen aşamada ise sosyal teorilerin çeşitlenmesi ve farklılıklarının olması kaçınılmaz bir hâl almıştır.
Ömer Say