Sözcük olarak “danışma, görüş sorma, fikir alışverişinde bulunma” gibi anlamlara gelen “şûra”, terim olarak “yöneticilerin görev alanlarına giren işler hakkında bilgi ve tecrübe sahiplerine danışıp kararlarında onların görüşlerini göz önünde bulundurmalarını” ifade eder. Aynı zamanda “danışma kurulu” manası da taşır. Şûra yerine meşveret, müşâvere ve istişare kelimeleri de kullanılır. Bununla birlikte şûra daha ziyade siyasî ve idari alanla ilgili olup kurumsal bir nitelik taşırken istişare bireysel, günlük hayatla ve özel ilişkilerle ilgilidir.
İstişare insanlığın ilk dönemlerinden itibaren genellikle toplum nezdinde bilinmekte ve çeşitli şekillerde uygulanmakta idi. Mesela İslâm öncesi dönemde Araplar krallık, devlet veya kabile yönetiminde şûra sistemini kullanmışlardır. Mekke’de şehir veya kabile yönetimi ile ilgili hususlar Hz. Peygamber’in (ö. 632) beşinci kuşaktan dedesi Kusay b. Kilâb (ö. 480) tarafından kurulan Dârünnedve’de görüşülüp karara bağlanmıştır. Yine İslâm öncesinde Türkler de devlet işlerini danışma yoluyla yürütme geleneğine sahiptiler ve şûranın karşılığı olarak “kengeş” (danışma, görüşme, düşünme) kelimesini kullanmaktaydılar. Devlet yönetimiyle ilgili siyasî, askerî vb. her türlü mesele kurultaylarda müzakere edilip tartışılır ve karara bağlanırdı.
İslâm dini ferdî, ailevî, toplumsal ve de devlet işleri ile ilgili hususlarda istişareye büyük önem vermiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de istişarenin birçok örneğine yer verildiği gibi 42. sûre Şûra adını taşımaktadır ve bu sûrenin 38. âyetinde “Onlar aralarındaki işlerini danışarak (şûra ile) yaparlar.” denilerek Müslümanlar bu özellikleriyle övülmüşlerdir. Âl-i İmran sûresinin 3/159. âyetinde Hz. Peygamber’in, yönetimle ilgili işlerde ashabına danışması, kararını verdikten sonra da Allah’a dayanıp güvenmesi (tevekkül) istenmiştir. Bakara sûresinin 2/233. âyetinde ise aile içinde istişarenin önemine dikkat çekilmiş ve çocuğun sütten kesilmesi kararının verilmesinde eşlerin istişare yapması öngörülmüştür. Ayrıca sahabîlerin birçok hususta Hz. Peygamber’e gelip istişare ettikleri bilinmektedir. Hz. Peygamber de hem ashabına istişare etmelerini tavsiye etmiş hem de kendisi vahiy dışındaki birçok konuda onların görüş ve kanaatlerine başvurmuştur. En çok hadis rivayet eden Ebû Hureyre’nin (ö. 678) “Ben arkadaşlarına Resûlullah’tan daha fazla danışan birini görmedim.” şeklindeki ifadeleri bu noktada çok önemli bir tespittir (Tirmizî, “Cihâd” 35). Hz. Peygamber Bedir’de müşriklerle savaş kararı alınması, savaştan sonra da esirlere uygulanacak muamele hakkında sahabîlerle istişare etmiştir. Uhud Savaşı öncesinde Medine’yi şehirde kalarak savunma düşüncesinde olduğu hâlde istişare sonucu çoğunluğun görüşüne uyarak düşmanla Uhud’da karşılaşmıştır. Hendek Gazvesi öncesi Medine’nin savunması hususunda yapılan istişarede Selmân-ı Fârisî’nin görüşünü kabul ederek şehrin etrafına hendek kazdırmıştır.
Râşid Halifeler döneminde de halife seçimi, vali tayini ve savaş gibi idari tasarruflarda şûrayla karar verildiği gibi veya Kur’ân ve Sünnet’te hükmü bulunmayan birçok fıkhî mesele de istişare yoluyla çözüme kavuşturulmuştur. Hz. Ebû Bekir’in (ö. 634) halife seçilmesi, siyasî otoriteye baş kaldırıp dinden dönenler veya zekât vermek istemeyenlerle savaş kararının alınması, çeşitli malzemeler üzerine yazılmış olan Kur’ân-ı Kerîm sahifelerinin bir kitap (mushaf) hâlinde toplanması vb. kararlar istişare sonucu oluşmuştur. Hz. Ömer (ö. 644) de kendisinden sonraki halifeyi belirlemek üzere altı kişilik bir şûra heyeti tayin etmiş ve Hz. Osman şûra yoluyla halife seçilmesini sağlamıştır. Hz. Osman da (ö. 656), birçok meselede olduğu gibi, ortaya çıkan iç karışıklıkların bastırılması hususunda valileriyle istişare yaparak fikirlerini almıştır. Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra kendisine halifelik teklif edilen Hz. Ali, bu işin şûra yoluyla belirlenmesini istemişse de ısrarlar karşısında, yeni hadiselere meydan vermemek için görevi kabul etmiştir. Önceki halifelere danışmanlık yapmasına rağmen birçok hususta kendisi de ashab-ı nebiye danışarak karar almıştır.
İslâm tarihi boyunca Müslümanlar tarafından kurulan devletlerde hükümdara danışmanlık yapmak üzere çeşitli kurul ve kurumlar oluşturulmuş, özellikle âlimler bu istişare meclislerinin önemli üyeleri olmuştur. Emevi ve Abbasi devletlerinde kurulan istişare meclisleri, Büyük Selçuklular’da devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı Dîvân-ı A’lâ, Türkiye Selçukluları’nda en büyük karar ve danışma organı Dîvân-ı Saltanat (Dîvân-ı A’lâ), Osmanlı Devleti’nde önemli ve olağanüstü konuların görüşüldüğü Meclis-i Meşveret (Meclis-i Şûra) örnek olarak zikredilebilir.
İslâm alimlerinin çoğuna göre devlet başkanını seçme ve gerektiğinde azletme yetkisine sahip “ehlü’l-hal ve’l-akd” adı verilen seçici meclis fikri de şûra anlayışının bir yansımasıdır. Çağdaş ilim adamlarından bir kısmı bu meclisi, günümüzün parlamenter veya başkanlık sistemlerindeki yasama ve yürütme organlarının fonksiyonlarına benzer görevler üstlenen bir kurul gibi değerlendirme eğilimindedir.
İstişare için başvurulacak kişilerin; alanında bilgi ve tecrübe sahibi, muhakemesi sağlam ve özellikle güvenilir olması gerekir. İstişarenin sağlıklı sonuç vermesi için ortamın farklı fikirlere açık ve serbest olması, kararlarda şahsî menfaatlerden uzak, iyi, doğru ve toplumsal faydanın gözetilmesi önemlidir. Netice itibarıyla şûra (meşveret, istişare) dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen İslâm’ın, insanların dünyevî işlerinde istikametten sapmadan her daim doğruya ve hayra ulaşabilmeleri için kavramsallaştırdığı bir danışma mekanizmasıdır. Tarih göstermiştir ki bu ve benzeri mekanizmalar doğru kullanıldığında fert ve toplumların yararına, huzur ve mutluluğuna katkı sağlayan işlere imza atılmıştır.
Günümüzde ise şûra, sosyal-politik ve ekonomik alanlarda danışmanlık kurumları olarak farklı isim ve yapılar hâlinde karşımıza çıkabilmektedir. Ombudsmanlık, parlamento, kurullar, bilirkişilik, müsteşarlık, müşavirlik, danışmanlık ve rehberlik müesseseleri gibi yapılar bunlardan bazılarıdır. Bu yapılarda temsil hakkını elde eden meslek erbabının işinin ehli olması; doğru, iyi ve hayırlı olanı hedefleyen bir niyetle hareket etmesi verilen kararların isabetli olmasında, danışan kişi ve kurumların ise zarar görmemesi hususunda önemlidir. Toplum yönetimine talip olan kimselerin de makam taassubu ve hırsına kapılmadan önemli kararlarda şûra mekanizmalarından istifade etmeleri hem kendi vicdanlarında hem de toplum nezdinde hüsnükabul görmelerine imkân sağlayacaktır.
Tuğrul Tezcan