Tasavvuf geleneğinde kavram olarak insanı kendisinin ve kainatın gerçekliklerine, bu gerçeklikleri bir bütün olarak kendisinde toplayan Hz. Muhammed’e ve mutlak hakikat olan Hakk’a ulaştıran mistik yol anlamındadır. Sözlükte “gidilecek yol, izlenecek usûl, hâl, gidiş, mezhep, meslek” gibi anlamlara sahip olan kelime, tasavvuf terminolojisinin ana kavramlarından biridir. Erken dönem tasavvuf literatüründe (hicri II-VI, miladi VIII-XII) daha çok “tarîk, meslek, mezheb” kelimeleriyle ifade edilen kavram yaygın anlamıyla tüm aşamaları içerecek şekilde sufi tecrübe olgusuna işaret eder. Sufiler dinî bir ağaca, ağacın gövdesini şeriata, dallarını tarikata, meyvesini de hakikate benzeterek bir açıklama modeli geliştirmişlerdir. Bir seyrusülûk süreci olarak tarikatta nihai hedef, insanın varlıktaki çokluktan (kesret) varlıktaki birliğe (vahdet-i vücûd) ulaşmak ve varlık birliğini bir deneyim olarak idrak etmektir (mârifet). Dinin sacayakları olan şeriat, tarikat ve hakikat üçlemesinde tarikat, şeriatta derinleşerek hakikate erme yöntemi şeklinde tarif edilebilir.
Dinde inançla ilgili konularda itikadî fırkalar; kulların yapmakla sorumlu tutulduğu zâhirî fiiller konusunda fıkhî mezhepler; kalbin bâtınî amelleri ve ruhun hâlleri konusunda da tarikatlar ortaya çıkmıştır. Tarikat mutlak açıdan Hz. Muhammed’in yolu (tarikat-ı Muhammediyye) olmakla birlikte, bu ana yola varacak tali yollar İslâm coğrafyasında yaygınlık ve farklılık kazanmıştır. Kurumsal anlamıyla tarikatların bu farklılığının kökeninde insanların mizaç, meşrep ve ihtiyaçlarının değişkenliği vardır. İlk dönem tasavvufunda kurucularına nispetle Muhâsibiyye (Hâris el-Muhâsibî), Kassâriyye (Hamdûn Kassâr), Tayfûriyye (Bâyezîd-i Bistâmî), Cüneydiyye (Cüneyd-i Bağdâdî), Nûriyye (Ebu’l-Hüseyin en-Nûrî), Sehliyye (Sehl-i Tüsterî), Hakîmiyye (Hakîm Tirmizî), Harrâziyye (Ebû Saîd el-Harrâz), Hafîfiyye (Ebu Abdullah Muhammed b. Hafîf) ve Seyyâriyye (Ebû Abbâs Seyyârî) gibi adlarla anılan tarikatlar söz konusu değişkenliği yansıtır.
İslâmî Orta Dönem, 6./12. ve erken 7./13. asırlar, Gazzâlî öncesi dönemde teşekkül eden bir yol ve yöntem olarak tasavvufun süreklilik kazanarak, şeyh-mürid ilişkisine dayalı, terbiye odaklı daha sistematik, disiplinli bir kurumsal form kazanmasına şahit olmuştur. Sufi yolun kurumsal yapıya kavuşması içsel ve dışsal faktörler olmak üzere iki açıdan gerçekleşmiştir: İçsel faktör, tarikatın kurucu öncü neslinin yola silsile, evrâd, ezkâr, âdâb ve erkân içeren karmaşık bir sistematik bütünlük kazandırması; dışsal faktör ise “pir” denilen kurucu figürün sadece kendi müritlerine değil seyahatlerle toplumun sıradan bireylerine ve siyasal iktidara dinî tebliğde bulunması, bireysel ve toplumsal sorunlara çareler üretmesidir. Böylelikle yöntem bütünlüğüne sahip tarikatlar toplumsal düzeyde iktidar alanı oluşturan tarihsel bir fenomen hâline de gelmişlerdir.
Kurumsallaşmış tarikat olgusunun İslâm toplumlarında yaygınlık kazanmasında “pir” adlı birincil ve ikincil kurucu şahsiyetlerin ruhanî, ilmî ve ahlakî yetkinlikleri önemli rol oynadığı gibi, tarihsel akış çerçevesinde siyasi-toplumsal şartlar da etkin faktörlerdi. Bazı tarikatlarda tarikat kurucusuna ilk kurucu anlamında “pîr-i evvel”, ilk kurucunun prensiplerine bağlı kalarak düşünce, adap ve erkân açısından tarikatta bir kısım yenilikler yapana ikinci kurucu anlamında “pîr-i sânî” denilmiştir. Mesela, Halvetiyye’de pîr-i evvel Ömer el-Halvetî (ö. 1397), pîr-i sânî Seyyid Yahya Şirvanî’dir (ö. 1466). Tarikat pirinin türbesinin bulunduğu dergâha da “âsitâne, pîr evi, pîr makamı, huzûr-i pîr” gibi adlar verilmiştir.
Tasavvufun erken döneminden itibaren nübüvvete ittiba temelli bireysel dindarlık anlayışının merkezî bir unsur olması, “tarikat insân-ı kâmilden ibarettir” tanımında görüldüğü üzere erken orta dönemde mistik yolun insânî bir organizma şeklinde telakki edilmesini doğurdu. Kâmil bir insan prototipi olarak “pir” figürü yeni dönemde müridin sadece ruhsal ihtiyaçlarını tatmin eden ve kazandığı iktidar alanıyla toplumsal dinî roller devşiren bir tarihsel şahsiyet değil, Allah-âlem-insan münasebetini kozmik seviyede sağlayan ‘yol’un bizatihi kendisi kabul edildi. Tarikatların kurucu figürlerinin şahsında Hz. Muhammed’e ulaşan kesintisiz bir silsileye sahip kadim Muhammedî yolun (tarikat-ı Muhammediyye) vücut bulması fikri günümüze değin sürekliliğini korumuştur. Yeni dönemde bir şeyhe intisap edip, zikir telkini sonrası seyrusülûk etmek “yolun evladı” olmakla özdeş tutulmuştur. Kurucu pirin vefatıyla tarikat kurumu mahiyetini yitirmemiş, yol evladı olan halifelerde, bir insânî organizma olan tarikatın ve/veya pirin ruhu teşahhus ederek devamlılık kazanmış, tarikatların kurumsal anlamda kollara ayrılarak çeşitlenmesi, halifelerin farklı coğrafi bölgelere dağılmasıyla sağlanmıştır. Yolun terbiye sistematiğinin tahkim edilmesinde özellikle pir aileleri tarihsel roller üstlenmişlerdir.
Tarihî süreçte, Doğudan gelen Moğol istilalarıyla Bağdat’taki Abbasi hilafetinin yıkılması ve Batı’dan gelen Haçlı saldırıları sonucu homojen yapılı güçlü evrensel sünnî-cemâî toplumda var olan geleneksel dinî birliğin zafiyete uğraması gerçeği göz önüne alındığında, sufi şeyhlerin karizmatik otoriteleri etrafında biçimlenen tarikatların toplumsal birliğin tesisi sürecinde kurumsal birlik hüviyetine bürünmesi daha anlaşılabilir bir çerçeveye kavuşmuştur. Tarikatlar bir yandan ulema kesiminin diğer yandan hilafetin dağılması sonucu ortaya çıkan Müslüman saltanatların desteğini alarak İslâm toplumunun birlik ve düzenini sağlamada etkin faktörler oldular. Ancak aynı süreç heterodoks sufi akımların yeşermesine de zemin hazırlamıştır. Ortadoğu’da Selçuklular, Suriye-Mısır bölgesinde Eyyübiler ve Memlüklüler rejimlerinin zaviye, hangâh ve ribât yapılarının kurulmasına, tekke vakıflarının düzenlenmesine siyasi ve ekonomik destek vermeleri tarikatların kurumsallaşmasına, sufi ağın geniş coğrafi iklimde inşasına hız kazandırmıştır. Kurumsal tarikatlar, kendine has örgütlü bir toplum modeline yol açmış, tarikat merkezlerinin vakıflar yoluyla hayatiyetini sürdürmesi sağlanmış, zamanla yanına kütüphane, dershane, hastaların tedavi edildiği bir bölüm, misafirhane, ambar, ahır, bağ-bahçe gibi birimler de eklenmiştir. Tarikat şeyhlerinin dinî ve dünyevi bilimleri eklektik tarzda içselleştirip ulema kesiminde görüldüğü üzere disipliner körlükten uzak bir şekilde, bireyin varoluşsal sorunlarına dokunacak tarzda entelektüel bir yetkinliğe sahip olmaları, tarikatların toplumsal seviyede kabul görmesinde diğer bir etken faktördür.
Günümüze değin intikal eden ana tarikatlar adlarını sufi pirlerin ya künyelerine ya lakaplarına nispetle alırlar. Ana tarikatlardan onlarca alt kol ve şubeler doğar. Kol pirleri ana tarikatın temel adap sistematiğini bozmaksızın yolun adabı, derviş çeyizi vs. gibi konularda ilâvelerde bulunmuşlardır. Ancak “pirlik” velâyet yolunun zirvesi kabul edilmesi sebebiyle hem manevi hem de müessesevi bir makam olduğu için, bazı tarikat rükünlerine yenilik (ziyâdât) getiren şeyh “pir” kabul edilmemiştir. Alt kollar –coğrafî bölgelere göre değişiklik gösterse de genellikle ya ana tarikatın ismiyle beraber ya da müstakil bağımsız bir tarikat adıyla yazılı kaynaklarda veya şifahi sufi gelenekte zikredilmiştir.
Tarikat adabının teşekkülü, Abbasi hilafetinin yıkılması sonrası oluşan siyasi hanedanlıkların ve imparatorlukların örgütsel hiyerarşisinin ve seremonik ritüel zenginliğinin paralelinde biçimlenmiştir. Şehir merkezlerindeki tekkelerle yerleşik birimlerden uzak çevrelerdeki zaviyelerin bazı adap farklılığının kökeninde bu durum vardır. Aynı tarikatın farklı coğrafyalardaki şubelerinde adabın farklı yerel formlara bürünmesi de söz konusudur. Dolayısıyla tarikat ritüelleri zamansal kesite ve coğrafî iklime göre değişkenlik gösterir. Merkezden uzak bazı tarikat örgütlenmeleri yerel unsurları içselleştirerek zaman zaman heterodoks akımlar olarak da gözükmüşlerdir. Bir genelleme içermekle birlikte Horasan kökenli tarikatlar müridin terbiyesine odaklı şeyhlik yapısını, Hicaz kökenli tarikatlar ise alışılagelmiş İslâmî uygulama ve inançlardan ödün vermeyen itidalli bir çizgiyi benimsemişlerdir. Anadolu tarikatları ise Hicaz ve Horasan tavırlarını mezceder bir özellikte Mâverâünnehir” tasavvuf hareketliliğinin karakteristik özelliklerine süreklilik kazandırmışlardır. Tarikatın kurumsal içeriğinin zaman zaman yolun hedeflediği gayeye ulaşmada engel olarak görülmesi, Melâmîler denilen sufi grupları da üretmiştir.
Tarikatlar tarihsel hafızalarını silsileleriyle gelecek nesillere naklederler. Hz. Ebu Bekir’e dayanan Nakşibendiyye dışındaki kurumsal tarikatların silsilesi Hz. Ali kaynaklıdır. Diğer iki halifeye (Hz. Ömer, Hz. Osman) uzanan tarikat türlerine tasavvuf literatüründe yer verilmekle birlikte günümüze intikal eden tarikatların çoğu Alevî silsileye sahiptir.
Tarikatlar zikir telkini ve sülûk yöntemlerine göre farklı tasniflerle anılır. Cehri ve hafi tarikatlar. Hafi zikir Nakşibendiyye’ye mahsus bir usul olmakla birlikte, bazı tarikatlar her iki usulü de tatbik edegelmiştir. Cehri tarikatlar, oturarak (kuudî), ayakta (kıyâmî), dönerek (devrânî) yapılan zikir usullerinden ya birini ya hepsini bireysel veya toplu hâlde yapmalarına göre farklılık gösterir. Allah’ın isimlerini (Lâ ilâhe illallah, Allah, Hu, Hak, Hayy, Kayyum, Kahhâr) zikrederek süluk tatbik eden tarikatlara esmâî, sadece ism-i zât olan Allah ismini zikreden yola müsemmâ tariki denilir. Nakşbendiyye, Mevleviyye müsemmâ; Halvetiyye, Kâdiriyye gibi tarikatlar esmâî yollardır. Bir diğer tarikat tasnifi nefsânî ve rûhânî usul ayrımına dayanır. Ruhânî metotta, ruh evrâd ve ezkârla güçlendirilerek kötülük odağı olan nefis etkisiz duruma getirilmeye, nefsânî usulde insan nefsi birtakım riyâzet ve mücâhedelerle doğrudan etkisiz kılınmaya çalışılır. Ruhânî usulde insanın göğüs bölgesinde yer aldığı kabul edilen kalp, ruh, sır, hafî, ahfâ adlı beş latife ile (letâif-i hamse) birlikte ism-i zât (Allah) zikri gerçekleştirildikten sonra iki kaş arasında bulunduğu farz edilen nefsin ve ardından bütün bedenin zikre katılması sağlanır. Orta Asya’da ortaya çıkan Nakşibendiyye bu tarikata örnektir. Halvetiyye gibin nefsânî metodu uygulayan tarikatlarda Allah’ın bazı isimleriyle zikre devam edilerek nefis ilk mertebe olan emmârelik vasfından sırasıyla levvâme, mülhime, mutmainne, râzıye, marziyye ve kâmile/zekiyye mertebelerine ulaştırılmaya gayret edilir. Bu usule Allah’ın çeşitli isimleriyle zikredildiği için esmâ tariki de denir. Nefsânî usulde rüyalar dervişin yoldaki durumunu gözlemlemede büyük önem taşır. Tarikatlar terbiye yönteminde farklılığa sahip olsalar da ulaşmak istedikleri hedef açısından hepsi birdir.
6./12. ile 13./19. asırlar arasında Irak, Suriye, Mısır, Kuzey Afrika, Orta Asya, Anadolu ve Hindistan kökenli karizmatik sufi pirlerin etrafında örgütlenen gruplar, mistik, sosyal ve kültürel akımlar oluşturmada benzer türde etkinliğe sahip olmuşlardır. Coğrafi köken ve kurucu figürlerine nispetle söz konusu tarihler arasında oluşan ana tarikatlar, alt kollarıyla birlikte dünya coğrafyasını bir ağ gibi sararlar.
Müslüman toplumların tarihine bakıldığında halkın tedbir ve tasarrufuyla meşgul olan çoğu devlet adamının, aydınların, bilim zümrelerinin, sanatkârların ya tarikat terbiyesinden geçtiği ya da bu yollara muhabbet beslediği bir vakıadır. Toplumun kemâli ferdin kemâline bağlıdır anlayışını benimseyen tarikatlar fonksiyonel açıdan ferdin manevi tekâmülünü amaçlamakla birlikte, gayr-i müslimlerin ihtidâsında, sömürgeci güçlere karşı Müslüman halkı müdâfaa etmek üzere direniş cepheleri oluşturmada, İslâm ordularına komutan ve asker olarak destek vermede, fethedilen toprakların İslâmlaşmasında ve şehirleşmesinde toplumsal dayanışmanın güçlenmesinde tarihsel roller üstlenmişlerdir. Bununla birlikte insanın sülukunu ve ahlaki açıdan arınmasını önceleyen geleneksel sufi yöntemi zamanla yitiren bazı tarikat yapıları, özellikle modern dönemde dünyevileşen bir yapıya doğru gitmişler, siyasi-toplumsal hedefler uğruna başlangıç çizgilerini kaybetmişlerdir.
Semih Ceyhan