Dinî bir terim olarak tevekkül “bir kimsenin acizliğinin farkında olarak kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesi” şeklinde tarif edilmiştir. Tevekkül, Allah’ın varlığına, birliğine, âlemde yegâne kuvvet sahibi olduğuna güçlü bir iman neticesinde ortaya çıkar.
Tevekkül kalbin bir eylemidir, bu sebeple insanın bedeni ile çalışması tevekküle engel değildir. İslâm âlimleri sebepleri yerine getirmekle birlikte onlara değil Allah’a güvenilmesi gerektiğine vurgu yapmışlardır. Tevekkül kavramı, Kur’ân ve Sünnet bütünlüğü içinde ele alındığında kişinin kendi irade ve seçimleriyle ilişkili bulunan işlerini Allah’a havale etmesi olarak değil, yaptığı tüm davranışlarından sorumlu olduğu ve bunların karşılığını mutlaka göreceği konularda Allah’a güvenmesi şeklinde anlaşılmasının daha isabetli olduğu ifade edilebilir. Burada önemli olan, insanın sebeplere gönül bağlamaması ve bunların ötesinde sebeplere sahip olanın Allah olduğunu unutmadan yalnızca O’na güvenmesidir.
Hz. Peygamber’in, “Devemi bağladıktan sonra mı tevekkül edeyim yoksa bağlamadan mı?” diye soran bir sahâbîye, “Önce bağla, sonra tevekkül et” yolundaki cevabı (Tirmizî, “Ḳıyâme”, 60) tevekkül ile sebeplere sarılmanın ilişkisini net olarak ortaya koyar. Hz. Ömer kendilerini tevekkül ehli göstererek vakitlerini camide geçiren bir grubu “siz tevekkül ehli değil hazır yiyicilersiniz” diyerek bu hayat tarzından menetmiştir. İslâm’ın ilk dönemlerinde olduğu gibi günümüzde de görülebilen, çalışıp kazanmadan yaşamanın tevekkül olarak yanlış bir şekilde algılanması gibi tutarsız tevekkül anlayışlarının ortaya çıkmasında tevekkülle ilişkili olarak kullanılan kader, irade, çalışma, sorumluluk gibi kavramlara yüklenilen isabetsiz ve farklı anlamların önemli bir etkisi olduğu söylenebilir.
Gerçek bir tevekkülün oluşması için şu şartların önceden yerine getirilmesi gerekir: Allah’ın birliğine, kudretine ve her şeyden münezzeh olduğuna inanıp güvenmek. Tevekkül ettiği iş hususunda beşer planında yapılması ve tamamlanması gereken bütün sebepleri Allah’ın emirlerine uygun olarak yerine getirip hazırlamak. Gerçek manada şartlarını hazırladığı iş hakkında yaptığı tevekkül için Allah’a sığınarak sadece sarf ettiği gücünün karşılığı oranında bir beklenti içerisinde bulunmak ve eline geçene kanaat etmek. Sebepleri önceden hazırlanan bu tevekkülün karşılığında verilen nimetlere, beklentilere uygun olsun ya da olmasın şükretmek, verilmediği takdirde sabretmek.
Tevekkülün en büyük faydası insanı karamsarlıktan, ümitsizlikten korumasıdır. Kul gerekli sebeplere ve tedbirlere başvurmasına rağmen sonucun umduğu şekilde çıkmaması hâlinde ilâhî takdirin o şekilde tecelli ettiğini bilerek kendisini veya sebepleri suçlamaktan kaçınır, iyimser ruh hâlini korumayı, moral çöküntüsünden kurtulmayı başarır.
Süleyman Derin