Kelime anlamı “biriyle gizlice konuşmak, işaret etmek, ilham etmek” gibi anlamlara gelen vahiy, terim olarak Allah’ın insanlar arasından peygamber olarak seçtiği kimselere bazı emir, hüküm ve bilgileri bildirmesi veya bu yolla bildirilen şey demektir.
Geniş anlamda vahiy Allah’ın, iradesini, yarattığı bütün varlıklara iletmesini ifade eder. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın peygamberlerin yanısıra diğer insanlara, meleklere, hayvanlara ve cansız varlıklara vahyetmesinden de söz edilmiştir. Mesela, Allah’ın canlı varlıkları, gökleri ve yeri belli kurallar çerçevesinde hareket edecek şekilde yaratması, meleklere, müminlere destek olmalarını emretmesi vahiy terimiyle ifade edilmiştir. (bkz. Nisâ, 4/163; Mâide, 5/111; Enfâl, 8/12; Nahl, 16/68; Kasas, 28/7; Fussilet, 41/12; Şûrâ, 42/51; Zilzâl, 99/5).
Sonuç olarak Allah, canlı cansız yarattığı bütün varlıkları sürekli yönlendirmektedir. Bu da çoğunlukla sözsüz, bazen de sözlü olarak gerçekleşir. Bunların hepsine vahiy denmekle birlikte yaygın ve dar anlamıyla vahiy, Allah’ın insanlar arasından peygamber olarak seçtiği kimselere, kendi iradesini iletmesidir. Allah bu iradesini peygamberlere hem sözlü hem sözsüz, diğer insanlara ise sözsüz olarak iletir. Bu iletişim Kur’ân’da Allah’ın beşer ile konuşması olarak tanımlanmış (Şûrâ, 42/51) ve sadece üç şekilde gerçekleştiği belirtilmiştir:
1. Allah’ın herhangi bir aracı olmadan, ilham vermek suretiyle mesajı mana olarak doğrudan insanın kalbine bırakması. Bu tür vahiy gerek uyanık gerek uykudayken (sadık rüyalar) hem peygamberler hem de diğer insanlar için söz konusudur. Peygamberler için bu tür bilgi aktarımı kutsal kitapları oluşturan vahiy türünden farklı olup İslâm kültüründe “ilham” olarak bilinir. Hz. Mûsâ’nın annesi (Kasas, 28/7) ve Hz. İsa’nın havarîleri (Mâide, 5/111) için söz konusu olan vahiy, Hz. İbrahim’in oğlu İsmail ile ilgili rüyası (Sâffât, 37/102) ve Hz. Peygamber’in nübüvvetin ilk dönemlerinde gördüğü sadık rüyalar (Buhârî, “Bed’ü’l-vahiy”, 1) bu türdendir.
2. Allah’ın herhangi bir aracı olmadan kendi sözünü doğrudan işittirmesi. Vahyin bu şeklinde peygamber Allah’ın sözünü işitse de aradaki engel sebebiyle gözleriyle kendisini göremez. Kur’an’da bu tür konuşmaya “perde arkasından konuşmak” denilmiştir. Hz. Mûsâ’nın Tûr’da (Kasas, 28/30), Hz. Peygamber’in miraçta Allah kelamını işitmesi böyledir.
3. Allah’ın, bir elçi (büyük meleklerden Cebrail) vasıtasıyla dilediği bilgi, hüküm ve emirleri peygamberine bildirmesi. Peygamberlere çoğunlukla vahiy bu şekilde gelir. Bu tür vahiyde hem lafız hem mana Allah’a aittir. Kur’ân-ı Kerim de Hz. Peygamber’e bu şekilde indirilmiştir. Hz. Peygamber meleği bazen gerçek (aslî) hâliyle, kimi zaman insan sûretinde görerek, bazen de meleği görmeden sadece sesini duyarak vahiy almıştır. Nitekim Hz. Peygamber vahyi getiren melek olan Cebrail’in bazen görünmeksizin zil sesine benzer bir şekilde kendisine vahyettiğini bazen de insan suretine bürünerek konuştuğunu belirtmiştir. Gelen meleğin Allah’ın elçisi olduğu ve getirdiği mesajın Allah’ın mesajı olduğu hususunda peygamber kesin bilgi sahibidir.
Peygamber inancı olmayan dinlerde vahiy, riyazet yoluyla belli nitelikleri kazanan kişilerin Tanrıya ait mutlak bilgiyi elde etmesidir. Peygamber inancına sahip dinlerde ise vahiy inancı bazı farklarla birlikte İslâm dinindeki vahiy anlayışıyla yakındır. Mesela, Yahudilikte peygamberler vahyin başlıca muhatapları olmakla birlikte bazı İbrani ataları veya kralları, din adamı sınıfı olan kohenler de vahiy almışlardır. Hristiyanlıkta ise Hz. İsa vahiy ile bütünleşmiştir vahyin bizzat kendisidir. Onun konuşması bizzat Tanrının konuşmasıdır. Diğer peygamberlere gelen vahiyler sözlü vahiyken Hz. İsa canlı vahiydir.
İslâm âlimleri vahyin aklen mümkün ve gerekli olduğu hususunda görüş birliği içindedir. Zira Allah’tan vahiy aldıklarını söyleyen peygamberler iddialarını kanıtlamak için sadece O’nun yaratmasıyla gerçekleşebilen mûcizeler göstermiştir. Bunun yanında aklî deliller de ileri sürülmüştür. Vahiy ürünü bilgilerin insan ve evren için gönülleri ve zihinleri tatmin eden bir yorum içermesi, düzenli ve temiz bir yaşayışı amaçlayan hidayet verici nitelikler taşıması, vahiyden yoksun olan toplumların insanları bunalımdan kurtaracak bir sistem ortaya koymaktan âciz kalması bu bilgilerin bir temele dayandığına işaret etmektedir. Farklı kabiliyetlere sahip insanlar arasından bir topluluğun diğerlerinin idrak edemediği gayb âlemiyle irtibat kurması aklen mümkündür, bu durum tarihin şahitliğiyle de sabittir.
İnsanı yoktan yaratan, akıl nimetiyle donatan ve hak ile batıl, iyi ile kötü, doğru ile yanlış arasında tercih yapma iradesi veren Yüce Allah onu kendisine kullukla sorumlu tutup buna göre âhirette karşılık göreceğini bildirmiştir. Aynı zamanda insanı başıboş bırakmamış, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den, son peygamber Hz. Muhammed’e (s. a. v.) kadar göndermiş olduğu peygamberler ve onlara indirdiği vahiy vasıtasıyla inanç, ibadet, sosyal ilişkiler ve ahlâk alanında izleyeceği doğru yolun temel ilkelerini göstermiştir. Bu yönüyle vahiy, insanların fert ve toplum olarak hem dünya hem de âhiret saadetine, yani gerçek ve ebedi mutluluğa ulaşmaları için ilahî bir rehber ve kılavuz mahiyetindedir. Son ilahî vahiy olan Kur’ân-ı Kerim bütün insanlığa gönderilmiş evrensel bir kitap olup günümüze kadar değişmeden gelmiş ve kıyamete kadar da korunacaktır.
Muhammet Abay