Kelime olarak “Durmak”, “durdurmak”, “alıkoymak”, “habs etmek” gibi anlamlara gelen vakıf (çoğulu evkâf) kişinin sahip olduğu malın özel mülkiyetten çıkarılarak insanların istifadesine sunulmasını ifade eder. Bu anlamda habs (çoğulu ahbâs) kelimesi de kullanılır. Klasik kaynaklardaki vakıf tarifi de şöyledir: “Menfaati insanlara ait olacak şekilde bir aynı (malı veya ekonomik değeri) Allah’ın mülkü hükmünde olmak üzere ebedî olarak temlik ve temellükten mahbus ve mennû kılmaktır.”
Vakfa konu olan mallar alım-satım, hibe ve mirasa konu olmayacak şekilde (kaynaklardaki ifadesiyle, Allah’ın mülkü hükmünde olmak üzere) belli amaçlar için tahsis edilir. Bu şekilde vakıf şeklinde yapılan tahsislerle kamu ve özel mülkiyet dışında üçüncü bir mülkiyet alanı oluşturulmuştur. Böylece vakıf, İslâm tarihi boyunca ihtiyaç duyulan alanlarda hizmete dönüştürülen maddi kaynakların ve kurumsal yapının adı olmuştur. İslâm’ın hayır yapma ve sadaka anlayışını sistematik olarak hayata geçiren ve serveti hizmete dönüştüren bir müesssese olarak vakıflar İslâm toplumlarında merkezi bir rol üstlenmişlerdir. Bu yönüyle tarihçiler İslâm medeniyetini bir vakıf medeniyeti olarak tanımlarlar.
Uygulamaya paralel olarak kurumsal gelişiminin yanında vakfın hukukî yönü de ayrıntılı olarak işlenmiştir. Fıkıh kitaplarında ayrı bir bölüm olarak vakıf konusu yer aldığı gibi doğrudan vakfı konu edinen eserler de telif edilmiş, bütün yönleriyle vakıf konusunu işleyen zengin bir literatür oluşmuştur. Bu eserlerde vakfın bağlayıcı olup olmaması, hukukî durumu, amacı, vakfa konu olan malların kaynağı ve mülkiyet durumu gibi açılardan çeşitli tasniflere tabi tutularak incelenmiştir. Bunun yanında vakıf kurumu içerisinde ortaya çıkan zürrî vakıflar, irsâdî vakıflar, para vakıfları, icâreteyn ve gedik gibi çeşitli uygulamalar da farklı yönleriyle tartışmalara konu olmuştur.
İslâm’ın toplumsal barışı ve sosyal dayanışmayı sağlamaya yönelik prensipleri kişisel kazanç ve faydadan ziyade toplumun menfaatlerini öne çıkaran diğergam bir insan modelini hedeflemektedir. Âyet ve hadisler ışığında İslâm’ın ortaya koyduğu hayır yapma, infak ve sadaka anlayışı vakıf kurumu vasıtasıyla hayat bulmuş ve sürdürülebilir bir sistem oluşturulmuştur. Hz. Peygamber’in sadaka-i câriye hadisi olarak bilinen hadîs-i şerifinde insanın vefatıyla birlikte amellerinin sona ereceği, ancak faydalı ilim, salih evlat ve sadaka-i câriye sahiplerinin vefatlarından sonra da sevap kazanmayı sürdürebilecekleri müjdelenmektedir. Sadaka-i câriye süreklilik arz eden sadakayı ifade etmektedir ki, İslâm toplumlarında bunun vakıf kurumu ile uygulamaya geçirildiği görülmektedir.
Bu anlayışla İslâm tarihi boyunca ilk dönemlerden itibaren sayıları binlerle ifade edilen vakıflar kurulmuştur. Asr-ı Saâdet ve Hulefâ-yi Râşidîn döneminde ilk örnekleri görülen vakıflar Emeviler, Abbasiler, Memlükler, Karahanlılar ve Selçuklular dönemlerinde yaygın bir kurum hâline gelmiştir, vakıf hizmetleri için büyük kaynaklar tahsis edilmiştir. Osmanlılar ise kendilerinden önceki İslâm toplumlarından devraldıkları vakıf sistemini daha da etkin bir kuruma dönüştürmüşler, farklı alanlarda yeni uygulamalar geliştirmişlerdir. Bunun yanında, Osmanlılar vakıfların yönetim ve denetimine yönelik önemli düzenlemeleri hayata geçirmiş; 1826’da oluşturulan Evkaf Nezareti vasıtasıyla vakıfların yönetimi merkezi bir yapıya kavuşturulmuştur.
“Vâkıf” denilen şahıslar tarafından kurulan vakıflar idari ve iktisadî açıdan bağımsız kurumlar olarak mütevelli adı verilen yöneticiler tarafından vakfiyelerinde belirlenen amaçları yönünde faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Gelir getirmesi için tahsis edilen “akarât”tan elde edilen gelirler vakfın “hayrât” olarak ifade edilen amaçları için harcanarak hizmete dönüştürülürdü. Otonom bir yönetim ve işleyişe sahip olan vakıflar İslâm toplumlarında ve özellikle Osmanlılarda yerleşim yerlerinin birçok ihtiyacının karşılanması için gerekli altyapıyı ve finansmanı sağlamışlardır. Profesyonel bir yönetim ve sıkı bir denetimle hizmet veren vakıflar ihtiyacın yerinde tespiti ve hizmetin sağlanması açısından da etkin bir işleyişe sahip olmuşlardır. Başta padişahların ve hânedan mensuplarının kurduğu vakıflar olmak üzere toplumun her kesiminden insanların katkılarıyla oluşturulan ve sayıları binlerle ifade edilen vakıflar vasıtasıyla geniş bir hizmet sektörü oluşturulmuştur. Para vakıfları örneğinde ise vakıfların aynı zamanda bir finans kurumu ve sosyal güvenlik kurumu fonksiyonunu da üstlendiği görülmektedir.
Vakıf sistemi içinde gerçekleştirilen hizmetler dinî ve kültürel hizmetler, altyapı ve bayındırlık hizmetleri, sağlık ve eğitim hizmetleri, sosyal güvenlik ve hayır hizmetleri şeklinde özetlenebilir. Başta cami ve mescitler olmak üzere medrese ve darüşşifalardan oluşan eğitim ve sağlık kurumları, imaretler, kütüphane ve benzeri kurumlar, su tesisleri, köprü, kaldırım gibi altyapı tesisleri ilave bir kaynağa ihtiyaç duymaksızın vakıflar tarafından asırlar boyu işletilmiş, bu gibi hizmetler için devlet bütçelerinden kaynak ayrılmasına ihtiyaç duyulmamıştır. Vakıfların gelir elde etmesi için oluşturulan çarşı, han, hamam, imalathane ve mesken gibi yapılar da şehirlerin gelişimine katkı sunmanın yanında sosyal hayatın, ticari ve sınai faaliyetlerin gerektirdiği altyapı ihtiyacını karşılamıştır. Bu yönüyle vakıflar İslâm şehirciliğinin gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur.
Müslümanların sahip olduğu hayır yapma anlayışı vakıf sistemine sürekli bir kaynak aktarımını sağlamış, sayıları ve hizmetleri devamlı artan bir yapı oluşturulmuştur. 20. yüzyılın başlarında vakıfların yönettiği kaynağın miktarının devlet bütçesinin yarısına denk olduğu şeklindeki değerlendirmeler vakıf hizmetlerinin büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Ancak, son asırlarda yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik değişimler vakıf kaynaklarının azalmasına ve hizmet alanlarının daralmasına yol açmıştır. Günümüzde de İslâm medeniyetindeki geleneği sürdüren vakıf, dernek ve benzeri kurumlar özellikle hayır faaliyetleri ve eğitim gibi alanlarda önemli hizmetler vermeye devam etmektedir.
Tahsin Özcan