Temel kavramı dünyada var olmak (dasein) olan varoluşçuluk, yeni bir yaklaşım ve hayat felsefesi olarak Avrupa’da gelişmiştir. Edebiyat, felsefe ve sanatın çeşitli alanlarını etkileyen ve insanı özgür bir varlık olarak ele alan varoluşçuluk akımının etkisi giderek psikoloji alanına da yansımıştır. İnsanın özünde iyi olduğunu ve kendini gerçekleştirme potansiyeline sahip olduğunu savunan ve kişilik yaklaşımları içinde üçüncü güç olarak tanınan İnsancıl Yaklaşım ise varoluşçulukla yakınlaşıp bütünleşmiş, ardından “Varoluşçu ve İnsancıl Yaklaşımlar” adıyla yeni ve güçlü bir akım olarak ortaya çıkmıştır.
Varoluşçu bakış açısına göre, kişi ancak varoluşunun tüm imkânlarını kullanarak otantik bir yaşama kavuşabilir. Kim olduğumuzu bilmek, hedeflerimizi, davranışlarımızı belirlemek, kaygıyı artırmayan ilişkiler kurmak ve değerler oluşturmak anlamını taşıyan bu yaşam tarzı, seçim özgürlüğümüzü kullanmakla mümkündür. Seçim özgürlüğü bireyi biricik yapan özelliktir ve insan kendi varoluş seçiminden kendisi sorumludur. Özgürlüğü artırmanın yolu ise bilincin genişletilmesiyle mümkündür. Varoluşçu yaklaşım insanların yaşamda karşılaştıkları güçlüklerle nasıl başa çıktıklarına ya da çıkamadıklarına işaret eder. İnsanların yaşarken belli hedeflerinin olmaması, sosyal ilişkileri anlama konusundaki eksiklikleri varoluş problemine bağlanmaktadır. Kişinin kendi potansiyelini ortaya çıkarmak ve seçim yapmak durumundayken yaşadığı kaygıdan kaçmayı seçmesi; sorumluluk almamak ve potansiyelinin farkına varmamak anlamına gelir. May’a göre, normal ve anormal kaygıyı birbirinden ayırmak gerekir. Bir miktar kaygı kişinin varoluşu açısından ontolojik bir özelliğe sahiptir. Diğer yandan bilincimiz sınırlandıkça, savunma mekanizmalarına tutunup kaygımızla yüzleşmedikçe, iç çatışmalar artacak ve nevrotik kaygı gelişecektir. Değerlerin çoğalması, olgun sevgiye dayalı derin ilişkiler kurulması, sorumluluk almak, yaşama tutunmak, etkin olmak, terapistle ilişki kurmak, zorlayıcılık, desteklemek varoluşçu terapötik ilişkideki en önemli süreçlerdir ve dolayısıyla böylesi bir yaklaşım da insancıldır.
Psikoloji alanında kişilik kuramları içinde üçüncü güç olarak tanımlanan İnsancıl (Hümanistik) Yaklaşıma göre ise; insanoğlu iyidir, doğasında yaratıcılık vardır, bilinçli ve seçimlerinde özgürdür. İnsancıl Psikoloji, 1960’lı yıllarda Amerika’da ortaya çıkmıştır. Temeli Kierkegaard, Sartre, Camus gibi varoluşçulara, batı felsefesine dayanır. Maslow’a göre, insanın doğası organize bir bütün olarak, sağlıklı insanların öznel deneyimlerinin incelenmesi yoluyla anlaşılmalıdır. Akıl hastalıklarının anlaşılması için önce akıl sağlığının anlaşılması gerekir. Varoluşçulardan aldıkları en önemli kavram ise ‘oluşum’dur. İnsanın otantik bir yaşam sürebilmesi ancak potansiyellerini gerçekleştirmekle sağlanabilir. Maslow’a göre her insan kendini gerçekleştirmeyi, yaşamını anlamlı kılmayı hedefler. Ona göre fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyacı, sevgi ve saygı içeren temel ihtiyaçların ardından, “İhtiyaçlar Hiyerarşisi”nde en üst düzeyde kendini gerçekleştirme ihtiyacı gelmektedir. Ancak temel ihtiyaçlar doyurulursa, kişi potansiyelinin en üst noktasına ulaşır. Bu üst düzey; özgeci deneyimleri, kişiyi geliştiren seçimleri, farklılığı, içe dönüp bakma sorumluluğunu, dürüstlüğü, en iyi için çabalamayı, farkındalığı barındırır. Acı verse de, savunmalarla, patolojiyle yüzleşme cesaretini edinmek, anlamlı bir yaşam sürdürmek demektir. Bu üst düzey ihtiyaç doğuştan hepimizde vardır, işlevsel hâle gelmesi ise çevre koşullarının güven verici ve eşitlikçi anlayışına bağlıdır. Kendini gerçekleştirme aşamasındaki bir birey, doğal olarak ödüllere, diğer insanlardan gelecek olan onaylara ya da desteğe daha az bağımlıdır. Bu açıdan davranışçılık dar, yalıtılmış bir yaklaşım olarak eleştirilir. Rogers, Maslow gibi insancıl kuramcılar için amaç insan davranışlarını önceden yordamak, denetlemek olmamalı, amaç insanı anlamak olmalıdır. Sağlıklı kişiliğin ölçütü psikopatolojinin olmamasıyla değil, kendinden doyum almak ile de tanımlanır. Terapi süreci sonunda kişi sosyal açıdan uyumlu, içindeki doğal kişiliği ortaya çıkmış, güçlenmiş ve kendini olduğu gibi gösterebilme becerisi gelişmiş olmalıdır.
Şennur Tutarel Kışlak