YÖK (YÜKSEKÖĞRETİM KURULU)

M. A. Yekta SARAÇ views4397

Yükseköğretim Kurulu, yükseköğretimi düzenleyen ve yükseköğretim kurumlarının faaliyetlerine yön veren, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile kendisine verilen görev ve yetkiler çerçevesinde özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, anayasal bir kuruluştur.

Kurulun teşkilatı, görev, yetki, sorumluluğu ve çalışma esasları 1981 tarihli 2547 sayılı Kanun ile çizilmiştir. 1982 Anayasası’nın 131.maddesi ile de Kurulun görev tanımı “Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek bu kurumların kanunda belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını, geliştirilmesini ve üniversitelere tahsis edilen kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için planlama yapmak” şeklinde belirlemiştir.

Bu tarih Yükseköğretim Kurulunun ikinci defa kurulmasıdır. Yükseköğretim Kurulu’nun ilk kuruluş sürecinde bizzat yükseköğretim kurumlarının talebi ve önerileri söz konusudur. Ekim 1971 tarihinde İstanbul Üniversitesi, İTÜ, Ankara Üniversitesi, Ege Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi “Üniversiteler Ortak Kanun Tasarısı’nı hazırlamış ve bu tasarıda Yükseköğretim Kurulu adı altında üniversiteler üstü bir idari otorite kurgulanmıştır. Kurulun tanımı, görevleri, kuruluş ve işleyişinin yer aldığı tasarıda şimdiki gibi Yükseköğretim Kurulu’ndan bağımsız olmak üzere bir de Üniversitelerarası Kurul ile Üniversiteleri Denetleme Kurulu öngörülmüştür.

7 Temmuz 1973 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu’na göre göre; Yükseköğretim Kurulu, üniversiteler ve diğer yüksek öğrenim kurulları arasında koordinasyonu sağlamak ve yükseköğretim alanında yeni üniversite ve diğer kurulların kurulması, mevcutların geliştirilmesi, insan gücünün, yatırımların ve kaynakların etkili bir şekilde kullanılması için kısa ve uzun vadeli planlar hazırlamakla görevli bir kuruluştur. Yükseköğretim Kurulu; Millî Eğitim Bakanının başkanlığında, her üniversitenin en yetkili organınca profesörler arasından, iki yıl için seçilecek birer temsilci ile Kuruldaki üniversite temsilcileri sayısı kadar aynı süre ile Bakanlar Kurulunca Devlet Planlama Teşkilatından, Millî Eğitim Bakanlığından ve Maliye Bakanlığından seçilerek atanacak üyelerden müteşekkildir.

1975 yılında Anayasa Mahkemesi 1750 sayılı kanunun aralarında Yükseköğretim Kurulunun kurulması kararını da içeren bazı maddelerini iptal etmiştir. Oysa Yükseköğretim Kurulu’nun 12 Eylül darbesinden çok önceleri kurulmuş olması böyle bir kuruma duyulan ihtiyaca cevap vermek arayışının sonucudur. Nitekim bu ihtiyaç Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra da ortadan kalkmamıştır.

2547 sayılı Kanun/YÖK Kanunu süreci ise aslında MEB merkezli yürütülen bir çalışma ile başlamıştır. Bununla birlikte hazırlanan ilk taslaklarda MEB’nın merkezi olarak yönlendiricilikten çok daha öte yönetici pozisyonu baskın idi. Millî Güvenlik Konseyi’ne gönderilen taslak için daha sonra yine Bakanlıkça bir ihtisas komisyonu kurulmuş, üniversite rektörleri ve bir kısım akademi başkanlarının temsilcileri ile toplantılar yapılarak taslak değerlendirilmiş ve geliştirilerek 20 Ekim 1981 de Millî Güvenlik Konseyine sunulmuştur. Bu taslağı hazırlanmasında rol oynayan iki önemli isim bu kanun taslağı çalışmalarına katkı sağlaması için 1981 yılında Paris’ten çağırılan Prof. Dr. İhsan Doğramacı ile darbe sonrası Anayasa yazımı konusunda görevli Danışma Meclisi üyesi Prof. Dr. Kemal Karhan’dır. Bu kanunun hazırlık safhasında Avrupa Rektörler Konferansı Genel Sekreteri Andris Barlban başta olmak dokuz ülkenin üst düzey üniversite yöneticilerinin de görüşleri alınmıştır. (Bilindiği üzere Türk yükseköğretiminde 1933 reformu da dahil yapılan değişikliklerde her zaman yabancı uzmanların raporları ve önerilerinin rolü olmuştur.) Hazırlanan kanun teklifi 4 Kasım 1981 tarihinde TBMM’de kabul edilmiş ve 6 Kasım 1981 tarih ve 17506 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. İlgili kanunun 1982 yılında anayasal zemininin teferruatlı bir şekilde oluşturulmasında ise Yükseköğretim Kurulu’nun ilk defa 1973 yılında 1750 sayılı kanun ile kurulmasından sonra bazı maddelerinin Anayasal zemini bulunmadığından dolayı iptal edilmesi önemli rol oynamıştır.

Her ne kadar bu yasadan önce Türk yükseköğretimini, Kıta Avrupa yükseköğretim sisteminden ayırarak Anglo Sakson sistemine geçmeye hazırlayan adımlar atılmış ise de bu maksada uygun radikal dönüşüm bu tarihî değişiklik ile gerçekleşmiştir. Nitekim yeni kurulan sistemin ABD’deki eyaletlerde bulunan koordine ve gerektiğinde yönetme görevinde bulunan kurumsal yapıları andırmasının da bundan dolayı olduğu ileri sürülmektedir. İlk YÖK Başkanı ve üyeleri 21 Aralık 1981 yılında atanmıştır. İlk Kurul 25 üyeden oluşmaktadır. Bugün bulunduğu binanın arazisi Hacettepe’den satın alınmış ve Doğramacı’nın talebi üzerine bulunulan mevkie Ankara Belediyesince Bilkent adı verilmiştir.

YÖK kanundaki değişiklikler kurulduğu tarihten itibaren yüzlerce değişikliğe konu olmuştur. 11.10.1984 tarihli 2914 sayılı KHK ile de Yükseköğretim Personel Kanunu çıkarılmıştır. İlk yıllardaki en köklü değişiklik ile 21 Aralık 1987 yılında YÖK Genel Kurulun üye sayısında Bakanlık kontenjanı ağırlığının artırılmasıdır.

Yükseköğretim Kurulunun kurulması ile 1980-1981 yılında toplam 237.369 öğrenci, 20.816 (4904 Öğretim Üyesi olmak üzere) öğretim elemanı ve 19 üniversite için yeni bir dönem başlamıştır. Tüm yükseköğretim sistemi bütüncül bakış açısıyla düzenlenmiş, parçalı ve dağınık yapısı tek çatı altında toplanmıştır. Yükseköğretim Denetleme Kurulu ile Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi de Yükseköğretim Kurulu’na bağlanmıştır. Üniversite, fakülte ve program açılması ile kontenjan belirleme, üniversitelere yerleşecek öğrencilerin seçilmesi, üniversitelerin denetlenmesi, rektör ve dekan ataması gibi yetkiler tanımlanmıştır.

İlk genel sekreter Uygur Tazebay ve ilk ÖSYM Başkanı olarak Altan Günalp atanmışlardır. Yükseköğretim Denetleme Kurulu’nun ilk başkan ve üyeleri 06.03.1982 tarih ve 15.03.1982 tarihli Genel Kurul kararları ile atanmışlardır. 1981 yılında 19 olan devlet üniversitesi sayısı 1982 yılında akademiler ve bakanlıklara bağlı yüksekokulların katılımıyla 27 olmuştur. 1984 yılı itibarıyla 27 üniversiteye hizmet veren Kurulda 271 personel bulunmakta idi.

18 Ocak 1982 tarihli toplantıya Millî Eğitim Bakanı Hasan Sağlam başkanlık etmiş Yükseköğretim Kanunu ve Kurul hakkındaki görüşlerini ve önerilerini dile getirmiştir. 1988 yılına kadar Genel Kurul ya da Yürütme Kurulu ayrımı yapılmamıştır. İlk Genel Kurul ve ilk Yürütme Kurulu’nun (ayrımının) yapıldığı tarih 1988’dir.

YÖK’ün anayasal konumu, yükseköğretim sistemini özellikle Millî Eğitim Bakanlığı’nın tesir ve yetki alanından çıkarmış, bu durum millî eğitim alanını düzenleyen Bakanlık ile YÖK’ü sonraki tarihlerde sıklıkla karşı karşıya getirmiştir. Bazı YÖK başkanlarının Kurul’un Anayasadan kaynaklanan ve kendisini özerk kılan haklarını kullanıyor olması, Kurul üzerinde vesayet kurmak isteyen kimi bakanlar ile çalışma zemininde gerginliklere neden olmuştur. Bazı Başkanların ise Kurulun toplumun bütününü ilgilendiren meselelere, taleplere ve hassasiyetlerine duyarsız kalması ve hatta toplumun değerlerini yok sayması bu gerilimi artıran ve toplumun nezdinde itibarını sarsan diğer bir unsur olmuştur.

Bakanlık ve Başkanlık arasındaki gerginlikler ilk defa MEB tarafından düzenlenen “Millî Eğitim Şuralarında” görünür hâle gelmiş, ilk önemli tartışma 1986 yılında gerçekleştirilen 12. Millî Eğitim Şurasında “öğretmen yetiştirme”ye dair gündemde ortaya çıkmıştır. Öğretmen yetiştiren okulların Doğramacı’nın muhalefetine rağmen YÖK’ten alınıp Bakanlığa bağlanmasına ilişkin alınan tavsiye kararı akabinde Doğramacı ve yükseköğretim temsilcileri toplantıyı terk etmişlerdir.

Millî Eğitim Şurasında görünür hâle gelen Bakanlık nezdindeki YÖK ile ilgili algının ilk sonucu 21 Aralık 1987 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 301 sayılı KHK’da açıkça görülebilecektir. Bu değişiklik ile 2547 sayılı kanunda sıralanan YÖK Genel Kurulu’ndaki Bakanlık temsilcisi sayısı artırılmıştır.

YÖK’ün karar mercii olan Kurul’un yapısının değiştirilmesine dair bu değişikliğin ardından 1989 yılında bu defa YÖK’ün sadece bir koordinasyon kurulu olarak çalışmasını sağlamak ve anayasa değişikliğine gerek kalmadan yetkilerini sınırlamak amacıyla dönemin iktidar partisi ANAP tarafından yeni bir yasa tasarısı hazırlanmış ve ODTÜ’nün ilk kuruluşunun model olarak alındığı üniversite sistemini içeren benzer bir model önerilmiştir.

Mayıs 1989 tarihinde bazı Üniversitelere “özgün üniversite” statüsü sağlayan bir taslak hazırlanmış, bu taslak Doğramacı ve Kenan Evren tarafından değil, Üniversite çevrelerinden de gelen itiraz neticesinde Hükûmet tarafından geri çekilmiştir.

Söz konusu model Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde, dönemin Millî Eğitim Bakanı Avni Akyol tarafından yeniden gündeme getirilmiş, ancak kanun Sosyal Demokrat Halkçı Parti tarafından anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine götürülmüştür. Mahkeme, kanunun öngördüğü “özgün üniversite” modelini Anayasanın 130. Maddesine aykırı bulmuş ve “üst yönetim kurulu” kavramının anayasanın söz konusu maddesi ile öngörülen yapıya aykırı olduğuna hükmetmiştir. Yasa teklifleri bununla sınırlı kalmamış daha sonra göreve gelen Millî Eğitim Bakanları tarafından da Yükseköğretim Kurulu’nun yapısını değiştiren ve yetkisini daraltan alternatif yasa tasarıları hazırlanmıştır.

Bütün siyasi mülahazalara ve eleştirilere rağmen dönemin Cumhurbaşkanı Özal tarafından 1991 yılında İhsan Doğramacı yeniden YÖK Başkanı olarak atanmıştır.

YÖK’ün yapısının değiştirilmesi, yetkilerinin sınırlandırılması maksadıyla yapılan mevzuat değişikliklerinin yanı sıra dönemin temel tartışma konularından en önemlisi rektörlerin nasıl seçileceği/atanacağına dair tartışma ve akabinde gerçekleşen kanuni değişikliktir. 1 Temmuz 1992 tarihli, 3826 sayılı kanun ile Rektör seçimi süreci yeniden düzenlemiştir. Rektörler daha önce Yükseköğretim Kurulu’nun belirlediği 4 aday arasından Cumhurbaşkanınca atanmaktaydı. Bu yeni sistemde ise üniversite öğretim üyelerince gizli oy ile belirlenen 6 aday arasından seçilmekte ve bu adaylar arasından YÖK’ün belirleyeceği 3 adayın Cumhurbaşkanı Makamına arzına karar verilmekteydi. Taslağın ilk hâlinde YÖK süreçte yok iken Doğramacı’nın girişimleri ile altı adayın arasından YÖK tarafından üçünün seçilmesi ve Cumhurbaşkanınca bu üç kişiden birisinin rektör olarak atanması şeklinde düzenleme gerçekleşmiştir.

1992’de YÖK ile Hükûmet arasındaki krizi derinleştiren diğer bir konu ise yükseköğretim kurumlarının kurulmasına dair süreçte yaşananlardır. Başbakan Yıldırım Akbulut zamanında, 26 Nisan 1991’de 30 Üniversite açılacağı bilgisi kamuoyu ile paylaşılmıştır. Avni Akyol’un Millî Eğitim Bakanlığı zamanında komisyondan geçen bu taslağa YÖK ile beraber gerek Bakanlar Kurulu’ndan gerekse bazı siyasilerden muhalefet edilmiş, 3 Temmuz 1992’de çıkarılan 3837 sayılı kanunla Afyon, Aydın, Balıkesir, Bolu, Çanakkale, Denizli, Hatay, Kars, Isparta, Kahramanmaraş, Kırıkkale, Kocaeli, Kütahya, Manisa, Mersin, Muğla, Niğde, Sakarya, Şanlıurfa, Tokat ve Zonguldak illerinde 21 yeni üniversite ile İzmir ve Kocaeli (Gebze)’de iki yüksek teknoloji enstitüsü kurulmuş, üniversite sayımız 52’ye yükselmiştir. Bu üniversitelerin rektörlerinin atanmasında 2547 sayılı yasanın rektör seçimi prosedürü uygulanmamış, rektörler hükûmetin önerileri doğrultusunda Cumhurbaşkanınca atanmıştır.

Bu süreç rektör seçimine karşı gelen ve Üniversite sayısının arttırılmasını istemeyen YÖK Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın 10 Temmuz 1992 tarihinde istifa etmesi ile neticelenmiştir. Doğramacı’nın istifa gerekçesi ve konuya ilişkin görüşü bugün için de önemini koruyan bir şekilde “hesap verebilirlik” üzerine kuruludur: “Üniversiteler, özellikle devlet üniversiteleri, vatandaşların vergileri ile finanse edilmektedir. O nedenle, üniversitenin sahibi toplumdur. Toplumun temsilcisi de, devlet ve seçimle gelen hükûmetlerdir. Üniversitenin topluma hesap vermesi, toplum tarafından denetlenmesi ve üniversiteye kaynak ayrılması mekanizmaları, dünya üzerindeki üniversitelerinin tümünün bu konulardaki karar yetkilerini sınırlar. Hesap verme ve denetleme mekanizmalarının bulunmaması, üniversitenin kendi içine dönük olmasına yol açabileceği gibi, öğretim üyelerinin akademik özgürlükleri bakımından da zararlı ve sakıncalıdır. Üniversitelerin topluma karşı görevlerini kim denetleyecektir? Faaliyetlerinin değerlendirileceği ve denetleneceği öğretim üyelerinin kendi arasından seçtikleri rektör mü, yoksa toplumun temsilcisi olarak görevde bulunan hükûmet mi yoksa Yükseköğretim Kurulu benzeri bir üst kuruluş mu? İşte YÖK bunun için kurulmuştur.”

Bu gerekçeler ile istifa eden Doğramacı 10 yılı aşkın başkanlık etmiş, kendisinde sonra Mehmet Sağlam Başkan olarak 15 Temmuz 1992 yılında atanmıştır. Bu döneminin en önemli kararı 1992 yılında 24 yeni üniversitenin kurulması üzerine eksikliği hissedilen öğretim üyesi eksikliğini gidermek için 1200 civarında öğrencinin yurt dışına gönderilmesi olmuştur. Sonraki yıllarda da bu proje devam etmiş, fakat daha sonraki başkan döneminde iptal edilmiştir. Sağlam döneminde bilim yapma özgürlüğünün ve imkanının tabana yayılması, yükseköğretime geçişte sınav sisteminin devamının sağlanması, hükûmet nezdinde akademik personelin özlük ve maaş haklarına dair iyileştirme talepleri bu döneme ilişkin öne çıkan konulardır. Mehmet Sağlam Başkanlığı kendi isteği ile siyasete girmek için 3 yıl sonra 3 Kasım 1995 yılında bırakmıştır.

İki dönem (6 Aralık 1995-6 Aralık 2003) sekiz yıl görev yapan Kemal Gürüz döneminde ise özellikle baş örtüsü yasağı ve katsayı uygulamaları öne çıkmıştır. Bunun dışında lisansüstü eğitim için yeni kriterler getirilmiştir. Yurtdışı denklik diplomalarının incelenmesi sürecine yönelik mevzuat geliştirilmiştir. Mesleki eğitime ilişkin yapılan projeler ve Büyük Öğrenci Projesi kapsamında yapılan faaliyetler dikkat çekmektedir.

Erdoğan Teziç 9 Aralık 2003- 9 Aralık 2007 tarihleri arasında başkanlık yapmıştır. Bu dönemde öncelikli olarak yükseköğretim sistemimizin uluslararası boyutuna yönelik çalışmalar yapılmış, 2005 yılında Uluslararası Yükseköğretim Konferansı düzenlenerek yükseköğretim sistemlerinin deneyimleri tartışılmıştır. Bu dönem Türkiye’nin Bologna sürecine uyum kapsamında çalışmalar yapılmıştır. Yine bu dönemde ilk defa “Yükseköğretim Strateji Belgesi” hazırlanarak kamuoyuna açılmıştır.

Daha sonra gelen Yusuf Ziya Özcan dönemi (11 Aralık 2007-11Aralık 2011 katsayı kısıtının doğurduğu yasal süreçler ve baş örtüsü tartışmaları ile geçmiştir. Bu dönem Kurul’un mağduriyeti giderici önemli çalışmaları olmuştur. Yine bu dönemde, 2010 yılında Yabancı Uyruklu Öğrenci Sınavı’nın (YÖS) kaldırılarak, üniversitelere yabancı öğrenci alma serbesti tanınmıştır. Üniversiteye girişte YGS ve LYS adı altında iki aşamalı sınav sistemine geçilmiştir. Öğrenci Değişim Programı Mevlana sürece sokulmuştur.

Gökhan Çetinsaya ise 11Aralık 2011 tarihinde atandığı Başkanlık görevinden 6 Kasım 2014 tarihinde ayrılmak durumunda kalmıştır. Çetinsaya Döneminde YÖK tarafından yeni bir YÖK yasası taslağı hazırlanmış, ancak Başkanın da muhalefet ettiği bu taslak kanunlaşamamıştır. Yine bu dönemde “Study in Turkey” adlı bir uluslararası program başlatılmıştır.

M. A. Yekta Saraç döneminde (11 Kasım 2014-20 Temmuz 2021) “Yeni YÖK” başlığı altında bir dizi yapısal değişikliklere gidilmiş ve pek çok proje hayata geçirilmiştir. Saraç’ın başkanlık döneminde yurt dışı örneklerinin pek çoğundan daha özerk bir yapıda ve kanun zemininde Yükseköğretim Kalite Kurulu kurulmuştur. “Araştırma Üniversiteleri” sisteme kazandırılmış, üniversitelerde çeşitlilik oluşturulması maksadı ile Araştırma Üniversiteleri, Bölgesel Kalkınma Odaklı Üniversiteler, Tematik Üniversiteler ve Mesleki Uygulama Ağırlıklı Üniversiteler olarak farklılaşma ve ihtisaslaşmaya gidilmiştir. Yine bu dönemde YÖK 100/2000 projesi ile ilk defa ülkenin öncelikli 100 alanı belirlenmiş ve bu alanlarda çoğu ilk defa açılan disiplinler arası alanlarda küresel yükseköğretimde bir ilk olarak ulusal doktora programları açılmış, YÖK Gelecek Projesi ile bu programlardaki öğrenciler asgari ücret esas alınarak burslandırılmış, mezuniyet sonrası öğrencilerin liyakat temelinde üniversitelere yerleştirilmesine başlanmıştır. Hedef Odaklı Uluslararasılaşma projesi ile yabancı uyruklu öğrenci mevzuatı değiştirilmiş, YÖK’te Uluslararası İlişkiler Dairesi kurularak yine ilk defa beş yıllık Uluslarasılaşma Starateji Belgesi yayınlanmış ve çok sayıda yabancı ülke ile bakan düzeyinde iş birliği protokolleri imzalanmıştır. Bu süreç sonucunda, bu dönemde UNESCO verilerine göre Türkiye, dünyada en fazla uluslararası öğrenciye sahip 10 ülke olmayı başarmıştır. Kalite odaklı büyüme hedefiyle tıp, hukuk, mühendislik, eğitim, mimarlık, eczacılık ve diş hekimliği fakültelerine başarı sıralama şartı getirilmiştir. Talebin çok azaldığı temel bilimler için özel bir planlama ile kontenjan dolulukları yükseltilmiş, bu alanlarda yerleşen tüm başarılı öğrencilerin burslandırılmasına başlanmış, yine dünyada bir ilk olarak ulusal ölçekte üstün başarı sınıfı projesi (YÖK TEBİP) hayata geçirilmiştir. Ayrıca üniversiteye giriş sistemi baraj puanları yükseltilmiş, lisans ve lisansüstü programların açılması için yine kriterler yükseltilmiş, Vakıf Yükseköğretim Kurumlarını araştırmaya ve kütüphanelerini zenginleştirmeye yönelten, kaliteyi yükselten, bu kurumlarda çalışan öğretim üyelerinin özlük haklarını devletteki muadillerini esas alarak iyileştiren, her bir programda yüzde on beş öğrencinin ücretsiz okumasını sağlayan çoğu kanun normunda düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Üniversiteye Giriş Sistemi temel yeterlikler esasında sözel ve sayısal yeterlikler çerçevesinde yeniden düzenlenmiş, alana özgü yabancı dil sınavı başlatılmış, doktora sonrası araştırmacı, belli süreler sonra araştırma izni gibi yenilikler sisteme kazandırılmış, YÖK Anadolu Projesi ile Anadolu’da kurulmuş genç üniversitelerin öğrencilerinin kıdemli büyük üniversitelerin hocalarından ders almaları sağlanmış, üniversitelerin faaliyetlerine ilişkin şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda yıllık üniversite izleme raporları/üniversite karneleri kamuoyu ile paylaşılmaya başlanmış, aynı içerikli benzer veya farklı adlı program karışıklığına son vermek için 941 olan önlisans program türü 253’e, 1289 olan lisans program türü 426’a düşürülerek ad karmaşasına engel olunmuş, akademi teşvik sistemi getirilmiştir. İlgili devlet kurumları ve özel sektör temsilcilerinin de bulunduğu Eğitim Programları Danışma Kurulu ve Meslek Yüksekokulları Koordinasyon Kurulu kurularak karar süreçlerinin paydaşların görüşleri ile şekillendirilmesine önem verilmiştir. Bilindiği gibi bu dönem Devlet tarafından ondan fazla vakıf üniversitesinin kapatılarak öğrencilerinin başkaca üniversitelere dağıtıldığı, ayrıca küresel bir krizin (pandemi) yükseköğretimi de etkilediği bir dönem olmuştur. Daha önce başlatılan Dijital Dönüşüm Projesi’nin özellikle pandemi döneminde büyük yararları görülmüştür. YÖK Sanal Laboratuvar projesi ile ilk defa dijital ortamda deney imkânı sağlanmış, Açık Bilim ve Açık Erişim, Dijital Dönüşüm projesi gibi projeler hayata geçirilmiş ve sonuçları alınmaya başlanmıştır. Liyakat temelli istihdam için YÖK Gelecek ve YÖK Akademik Kariyer Platformu hayata geçirilmiş ve öncelikli alanlarda liyakat temelli, şeffaf süreçli araştırma görevlisi alımına başlanmıştır. Bu dönemin en bariz özellikleri kamucu ve devletçi bir eğitim anlayışının benimsenmesi, devlet üniversitelerinin rekabet gücü artırılması, devlet ve vakıf tüm üniversitelerinde kalite çıtasının yükseltilmesi yönünde düzenlemeler yapılması ve gereken adımların atılması olmuştur.

M. A. Yekta Saraç

Kaynakça


En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi