Sözlüklerde “temiz olma, arıtma, artma, bereket” gibi anlamlarla karşılanan zekât kelimesi terim olarak “dinen zengin sayılan kimselerin Kur’ân’da belirtilen hak sahiplerine vermesi gereken belli miktar malı” ifade eder. Dinî kaynaklarda ilk dönemlerde zekât anlamında “sadaka” kelimesinin de kullanıldığı görülmekteyse de bu kelime daha sonraki devirlerde genellikle zekât dışındaki gönüllü malî ödemeler için kullanılmaya başlanmış, günümüzde de bu anlamıyla yerleşmiştir. Toprak ürünlerinden verilen zekât için uşr (öşür) terimi kullanılır. 

Fakir ve ihtiyaç sahiplerine yardım etme olgusu bütün dinlerde mevcut olmakla birlikte bu hususta ortak bir kavramdan söz etmek mümkün değildir. Zekât, bugünkü şekliyle tamamen İslâm’a ait bir kavram ve uygulamadır. İslâm’ın beş esasından birini oluşturan zekât gerekli nitelikleri taşıyan her Müslüman üzerine farzdır. Mekke döneminde inen ayetlerde zekât kavramı geçmekle birlikte zekâtın nisabı, oranı ve sarf yerleri kesin sınırlarıyla ancak Medine döneminde belirlenmiştir. Hz. Peygamber de açık bir şekilde zekâtın İslâm’ın temel ibadetlerinden biri olduğunu bildirmiştir (Buhârî, “Zekât”, 1). Özel olarak zekâtın farz oluşu, anlam ve önemi, şartları, hangi mallardan ne kadar verileceği, nasıl toplanıp nerelere sarf edileceği gibi konular hadis-i şeriflerde de geniş şekilde ele alınır. 

İslâm dinine göre zekâtla yükümlü olan kişilerde şu şartlar aranır: Müslüman olmak, hür olmak, ergen olmak, akli dengesi yerinde olmak, zengin olmak. Hanefilere göre çocuklar ve akıl hastaları zekâtla yükümlü değilken diğer mezheplere göre yükümlüdür. Zekâtın farz olma sebebi zenginliktir. Kural olarak bir kişinin zekât yükümlüsü olması için sahip olduğu mal ve servetin nisap miktarına ulaşmış olması, bir yıllık borcundan ve temel ihtiyaçlardan fazla olması, tam mülk olması, artıcı özelliğe sahip olması ve üzerinden bir kamerî yıl geçmiş olması gerekir. 

Nisap, zekâtla yükümlü sayılmak için belirlenen asgari zenginlik sınırıdır. Temel mal gruplarının nisap miktarları hadislerde gösterilmiştir. Nisap ölçüsü altında 20 miskal (80.18 gr), gümüşte 200 dirhemdir (595 gr). Toprak ürünleri ve madenlerin nisabıyla ilgili fakihlerin farklı görüşleri vardır. Diğer mallarda nisap, altın ve gümüş nisabına göre takdir edilir. Zekâtın dinen geçerli bir şekilde ödenmesi için zekâta niyet edilmesi ve zekât verilecek malın doğrudan hak sahibinin mülkiyetine geçirilmesi (temlik) şarttır. 

Klasik eserlerde zekât düşen mallar, hayvanlar, altın ve gümüş, ticaret eşyası, maden ve defineler, toprak ürünleri şeklinde beş ana grupta ele alınır. Günümüzde bunlara yeni mal türleri de eklenmiştir. 

Zekâta tâbi olan hayvanlar senenin çoğunu meralarda otlayarak geçirmeleri kaydıyla deve, koyun ve sığır cinsleridir. Hangi hayvan türünden ne kadar zekât verileceği hadislerde detaylı biçimde anlatılmıştır 

Nisap miktarına ulaşan ve üzerinden bir yıl geçen altın ve gümüşten de kırkta bir oranında zekât vermek gerekir. Günümüzde kullanılan madeni, kağıt ve dijital paraların nisabı da altına göre belirlenir. Başkasında olan alacaklar da belli şartlarda zekâta tabidir. Ticaret niyetiyle elde bulundurulan ve fiilen satışa arz edilen her çeşit maldan da kırkta bir oranında zekât verilir. Toprak ürünlerinin zekât oranı toprağın sulama şekline ve diğer harcamalara göre onda bir veya yirmide bir oranında olur. Ayrıca bunlarda yıllanma şart olmayıp yıl içinde alınan her ürün hasadı için ayrı zekât gerekir. 

Günümüzde, endüstriyel hayvan ve tarım ürünleri, sanayi tesisleri, hizmet malları, nakil vasıtaları, hisse senedi ve tahviller, fikri ve sınai haklar gibi zekâta tabi farklı mal türleri ve gelir kalemleri ortaya çıkmıştır. Bunların zekât matrahı, nisabı ve oranları ile ilgili çağdaş fıkıh bilginlerinin farklı görüş ve değerlendirmeleri bulunmakla birlikte genel eğilim bunlardan ilke olarak ticaret mallarının tabi olduğu esaslar çerçevesinde zekât alınması yönündedir.

Kur’ân-ı Kerim’e göre zekât şu sekiz gruba verilir (Tevbe 9/60): Fakirler, miskinler (fakirden daha muhtaç kimseler), zekât işinde çalışanlar, kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenenler, köleler, borçlular, Allah yolunda olanlar ve yolcular. 

Zekât, sadece hak sahiplerine verilir. Kural olarak zenginlere, anneye, babaya, eş ve çocuklara, Müslüman olmayanlara, Hz. Peygamber’in yakınlarına zekât verilmez. Kişinin, temel ihtiyaçlarından fazla nisap miktarı malı olmakla birlikte bunlar artıcı özellikte değilse, bu kişiye zekât verilmez. Ama onun zekât vermesi de gerekmez; bu kişi sadece fitre vermek ve kurban kesmekle yükümlüdür. 

Zekât malî bir ibadet olup bunun yerine getirilmesinden doğrudan mükellef sorumludur. Ancak İslâm toplumlarında zekâtın toplanıp hak sahiplerine dağıtılması genellikle devlet memurları tarafından yürütülmüştür. Bununla birlikte klasik dönemde zekâta tabi mallar, “açık mallar (hayvanlar, toprak ürünleri, madenler)” ve “gizli mallar (altın, gümüş, paralar, ticaret malları)” şeklinde bir ayırıma tabi tutulmuş açık malların zekâtının devlet, gizli malların zekâtının ise mükellef tarafından ödenmesi şeklinde bir uygulama yerleşmiştir. 

Farz oluş şartları gerçekleştiğinde zekâtın verilmesi gerekir. Zekât borcu haklı ve geçerli bir sebep bulunmaksızın geciktirilmemelidir. 

Malî ibadetlerin en başında yer alan zekât, İslâm binasının üzerine kurulduğu beş büyük sütundan ve onu karakterize eden en önemli kurumlardan biridir. Kur’ân’a göre zekât vermek, takva sahibi erdemli kimselerle kurtuluşa eren müminlerin özelliklerindendir (Lokman 31/4-5). Zekât, müminleri arındırıp temize çıkarır (Tevbe, 9/103). Allah’ın mescitlerini de ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren kimseler imar edebilir (Tevbe, 9/18). 

Zekâtın ibadet yönünün yanında fakirin hakkı olarak birey ve toplum için ahlaki, sosyal ve ekonomik daha birçok yararı vardır. Zekât Allah’ın verdiği nimetlere bir şükür olup, insanı cimrilik, hırs, bencillik gibi ahlaki hastalıklardan arındırıp yüceltir; malını manevi kirlerden temizler, kazancının bereketlendirip artırır; servetin âtıl kalmasını önler; sermayeyi yatırıma zorlar, maddi gücü olmayanlar için sosyal güvence sağlar; sosyal yardımlaşma ve dayanışma ruhunu, kardeşlik duygusunu güçlendirir; toplumda sınıflar arası kutuplaşmayı önler.

Zekât teriminin taşıdığı artma ve üreme (nemâ) anlamı dikkat çekicidir. Yoksul zümrelerin eline geçen para her şeyden önce insan onurunu korur, iş gücü kalitesini artırır, bunun yanında artan satın alma gücü sayesinde yükselen umumi talep hacmi ekonomik hayata dinamizm getirir. 

Devlete verilen vergi, aynı maldan verilmesi gereken zekât borcunu düşürmez. Zira zekât dinî bir mükellefiyet ve ibadet, vergi ise tamamen dünyevî çerçevede kalan kamusal borç ilişkisidir. Verginin zekâta benzeyen bazı yönleri bulunsa da, vergiden doğan hukukî ilişki bir borç ilişkisidir. Vergi alacaklısı vergi koyma yetkisine sahip kamu kuruluşlarıdır. Vergi borçlusu ise vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettüp eden gerçek veya tüzel kişilerdir. Mükellef ödenmesi zorunlu vergi borcunu çıkardıktan sonra zekâta matrah olan servetini hesap edip malî bir ibadet olan zekâtını Allah’ın emrine uyarak, O’nun rızâsına kavuşmayı dileyerek gönül hoşnutluğu ve halis bir niyetle yerine getirmelidir. 

Zekât verilirken usul ve âdâbına uyarak hareket etmek gerekir. Zekât ibadeti sadece Allah’ın rızâsına kavuşmak için, “başa kakmadan” ve “rahatsız etmeden” yerine getirilmelidir. Eğer zekât aynî, yani mal olarak veriyorsa, bu malın iyi cinsten olmasına özen gösterilmeli, kişi kendisine verilmesini istemediği malları başkalarına zekât olarak vermemelidir. Zekâtın, ihtiyaç sahibi akrabaya ödenmesi daha faziletlidir. Zekât, öncelikle malın bulunduğu yerde yaşayan fakirlere verilmelidir. Ancak o bölgenin dışında fakir akraba veya daha muhtaç kimseler varsa onlara göndermek tercih edilebilir. 

Hacı Mehmet Günay

Kaynakça

Ânî, Hâlid Abdürrezzâk. Mesârifü’z-zekât ve temlîkühâ fî dav’i’l-Kitâb ve’s-Sünne. Amman: Dâru Üsâme, 1999.

Dumlu, Emrullah. Ticaret Mallarının Zekâtı. İstanbul: Rağbet Yayınları, 2012.

Erkal, Mehmet. “Zekât” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi XLIV içinde. İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2013. 197-207.

Günay, Mehmet. Zekât Kitabı. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2008.

Hâcî, Muhammed Ömer. el-Mesîretü’t-târîhiyye li-tatbîki’z-zekât. Dımaşk: Dâru’n-nûr, 1996. 

İbn Âbidîn. Reddü’l-muhtâr ale’d-Dürri’l-muhtâr. İstanbul: Kahraman Yayınları, 1984.

Karadâğî, Ali Muhyiddin. Buhûs fî fıkhi kazâya’z-zekâti’l-muâsıra. Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, 2009.

Karadâvî, Yûsuf. Fıkhü’z-zekât. Beyrut: Dâru’l-irşad, 1969.

Mevsıli. Abdullah b. Mahmud. el-İhtiyâr li-ta’lîli’l-Muhtâr. Yay. Haz. Şuayb el-Arnaût v.dğr. Dımaşk : Daru’r-Risâleti’l-Âlemiyye, 2009.

En az 3 karakter girmelisiniz.
En az 3 karakter girmelisiniz.
2022 ©
Sosyal Bilimler Ansiklopedisi