İng. Plate Tectonics
Yerbilimlerinde “tektonik” terimi, yerkürenin tarihi boyunca yer kabuğunun deformasyonu (biçim bozulması) sürecinde gerçekleşen olaylar sonucu gelişen yapı ve yer şekillerini kapsamaktadır.1
Levha tektoniği, Dünya’nın kırılgan olan dış tabakasının (yerkabuğu, litosfer) sınırları boyunca yaklaştırıcı, uzaklaştırıcı ve yanal atımlı hareketlerin meydana getirdiği dar ve sürekli sınırlar boyunca birbirlerine göre devamlı hareketli hâlde ve kendi içlerinde katı olan levhalara ayrılmış olduğunu kabul eden bilimsel teoriye verilen isimdir.2, 3 Levha Tektoniği Kuramı, yer sisteminin en önemli elemanlarından birisi olan litosfer kapsamında yerin yüzey ve derinliklerinde gerçekleşen olay (dağ ve havza oluşumu, kıta ve okyanus oluşumu, deprem, volkanizma vb.) ve döngülerin (kayaç, karbon vb.) hepsini karşılıklı etkileşimleriyle anlamamızı sağlayan bütünleştirici bir kuramdır. Levha tektoniği, yerkürenin uzun dönem evrimini, kara ve denizlerde yer alan yerşekillerinin gelişimini ve özellikle de canlı hayatın evrimini kontrol etmiştir. Günümüzde gittikçe hassaslaşan jeofiziksel veriler ile bu levhaların sınırları ve özellikleri detaylı olarak belirlenebilmekte, levhalar ve içlerinde yer alan tektonik blokların hızları da jeodezik yöntemlerle hassas olarak ölçülebilmektedir.
Levha tektoniği, Yerküre’nin uzun dönem gelişimi ve deformasyonunu Manto’daki konveksiyon akımlarının etkisiyle göreceli olarak hareket ederek sınırdaşlarına cm ölçeğinde hızlarla yaklaşan ya da uzaklaşan, küresel ölçekte tanımlanan 14 büyük4 ve detayda çeşitli boyutlarda 38 küçük5 tektonik levha tarafından kontrol edildiğini ortaya koyan, bilimsel ve kinematik bir teoridir.
Kısa Tarihçe
Depremlerin konum, büyüklük ve oluşum mekanizmalarını belirlememizi sağlayan sismografların keşfi ve yaygınlaşması sonrasında özellikle 20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren depremlerin büyük bir oranda (%80) devamlı ve dar zonlar boyunca gerçekleştiği fark edilmiştir. Bu zonlar okyanus ortası sırtlar, transform faylar ve daha geniş bir sismotektonik zon özelliği gösteren çarpışma kuşaklarıdır. Gerçekleşen depremlerin çözümlenen odak mekanizmaları da okyanus sırtlarında genişlemeli, çarpışma zonlarında sıkışmalı ve transform faylar boyunca da yanal yönde hareketin gerçekleştiğini ortaya koymuştur. Benzer bir şekilde yeryüzündeki aktif volkanların büyük bir kısmı özellikle yaklaşan levha sınırları üzerinde yer almaktadır.
20. yüzyıl başlarında Alfred Wegener (ö. 1930) tarafından “kıta kayması” tanımı ile mevcut gözlem bilgi birikimi ve hipotezlerin bütünleştirilmesi ile tanımlanan Levha Tektoniği Kuramı, 1960 yılından itibaren özellikle okyanuslara yönelik araştırmalar ile elde edilen jeofiziksel verilerin yardımıyla bilim camiası tarafından hızla kabul edilmiştir.
Geçmişte dünya coğrafyasının günümüzdekinden farklı olduğu düşüncesi yeni değildir. Keşifler çağının en önemli ürünlerinden olan yeryüzünün haritalanması ile günümüz kıtalarının sınırlarının birbirleri ile uyumlu yap-boz parçalarına benzemesi (özellikle Güney Amerika ve Afrika) Dünya haritasının tamamlandığı 17.yüzyıldan sonra bilim insanlarının dikkatini çekmiş ve kıtaların birbirinden ayrılması sonucu oluştuğu fikri gelişmiştir.
19. yüzyıl sonlarında Avusturyalı Jeolog Edward Suess (ö 1914), Hindistan, Avustralya, Güney Afrika ve Güney Amerika’daki Geç Paleozoyik yaşlı bitki fosilleri arasındaki benzerlik yanı sıra bu güney kıtalarındaki kayaç istiflerinde bulunan buzullaşma kanıtlarının farkına varmıştır. 1885 yılında yayımlanan “Das antlitz der erde”6 (Dünyanın Yüzü) adlı kitabında Suess, güney kıtalarından oluşmuş üper kıtaya Gondwana adını önermiştir. Bu adı kömür yatakları bol miktarda Glossopteris bitki topluluğu fosili bulunduran Hindistan’ın Gondwana yöresinden almıştır. Suess, bu güney kıtalarının birbirlerine bitkiler ve hayvanların göç ettiği kara köprüleriyle bağlandığını düşünmüştü. Suess, aynı zamanda Tetis Okyanusu kuramını da ortaya atan yerbilimcidir.
Alman Meteorolog, Jeofizikçi ve Kutup Araştırmacısı olan Alfred Wegener, 1915 yılında yayınladığı “Kıta ve Okyanusların Kökeni”7 adlı kitabında Kıta Kayması Teorisi’ni açıklamıştır. Wegener, bütün kara parçalarının başlangıçta Yunanca anlamı “bütün karalar” olan Pangea adlı tek bir süperkıtanın içinde birleşmiş olduğu hipotezini önerdi. Wegener, kıtaların kayması ile ilgili büyük düşüncesini, Pangea’nın parçalanması ve çeşitli kıtaların şimdiki yerlerine hareketini gösteren bir dizi haritayla ortaya koydu.
Wegener kuramı aşağıdaki 5 temel kanıta dayanmaktadır.
1. Kıtaların yapboz olarak büyük bir uyumla birleşmesi
2. Jeolojik Kayıtta (stratigrafide) benzerlikler
3. Tektonik hatlarda uyum
4. Buzul çökel ve izleri
5. Fosil delilleri
Varsayımın ana sorunu, granitik bileşime sahip kayaçlardan oluşmuş kıtaların daha yoğun bazaltik bileşimli okyanusal kabuğun içinde nasıl hareket ettiğini açıklayacak bir mekanizmanın olmamasıydı. Bu nedenle teorisi, çağdaş bilim insanlarının çoğu tarafından şüphe ve tepkiyle karşılanmıştır. Bu problemin çözülmesi ise neredeyse yarım yüzyıl almıştır.
Wegener’in kıta yayılması kuramının ilk destekçilerinden olan Émile Argand (ö. 1940), 1924 yılında, “Asya’nın Tektoniği” isimli eserinde8 Apalaş-Kaledoniyen ve Alp-Himalaya dağ kuşaklarının kıta-kıta çarpışmaları sonucu oluştuklarını öne sürmüştür.
Güney Afrikalı Jeolog Alexander du Toit (ö. 1948), 1937 yılında yayınlanan “Gezinen Kıtalarımız” adlı kitabında9 Wegener’in iddialarını daha da geliştirerek kıtaların kaymasını destekleyen daha fazla sayıda jeolojik ve paleontolojik kanıtlar sundu, özellikle Gondvana’nın buzul çökelleri ve Kuzey Yarımküre kıtalarında bulunan eşyaşlı kömür yataklarını karşılaştırdı. Bu belirgin iklimsel farklılığı çözümlemek için Gondvana kıtalarını Güney Kutbu’na taşırken kuzey kıtalarını da kömür yatakları ekvatorda kalacak şekilde bir araya getirdi. Dünya’nın bu yeniden oluşturulma haritasında kuzeyde yer alan ve günümüzdeki Kuzey Amerika, Grönland, Avrupa ve (Hindistan dışında) Asya’dan oluşan kara kütlesine Lavrasya (Laurasia) adını verdi. Lavrasya ve Gondwana kıtaları arasında ise Tetis Okyanusu yer almaktaydı.
İkinci Dünya Savaşı, görüntüleme teknolojilerinin (özellikle sonar cihazları) geliştirilmesinde önemli bir motivasyon sağlamıştır. Savaşın bitimini takiben bu cihazlarla yerbilimlerinde küresel ölçekte veri üretimi hızlanmış ve okyanus havzalarının geniş ölçüde haritalandığı yeni bir dönem başlamıştır. En meşhur gösterimi jeolog ve okyanus kartografı Marie Tharp (ö. 2006) tarafından çizilen bu haritalarla10 Atlantik Okyanusu’nun orta kısmında yer alan, 65.000 kilometreden daha uzun bir okyanus sırt sisteminin dünyanın en uzun ve geniş sıradağını oluşturduğu açığa çıkmıştır. Princeton Üniversitesi’nden Harry Hess (ö. 1969), 1962 yılında yayınlanan “Okyanus Havzalarının Tarihi” adlı eserinde, 11 okyanusların orta kesimlerinin daha sığ ve çevresindeki Abisal düzlüğe göre 1, 5 km yukarıda olduğunu gözlemleyerek Okyanus Ortası Sırtları’nı; bununla birlikte okyanusların kimi kesimlerinin kıta kenarlarında (Japon Adaları’nın açıklarındaki Mariana Çukuru) 11 km derinliğe ulaşan hendeklerin varlığını tanımlamıştır. Hess, okyanusların belirli çizgisel merkezlerden levha içinden çıkan eriyik malzemenin (bazalt) sırtın etrafında katılaşarak levhayı iki yöne doğru ittiğini böylece okyanus tabanı yayılmasının gerçekleştiğini öne sürmüştür. Hess, okyanusal hendeklerin de levhaların yitim zonlarına karşılık geldiğini söylemektedir.
Günümüzde Kuzey Kutup Dairesi’nde yer alan yerin manyetik alanının kutbu, Jeolojik zaman içerisinde sürekli normal/pozitif (kuzey) ve ters /negatif (güney) olarak değişmiştir. Belirli bir zaman aralığı için manyetik kutbun konumuna “paleomanyetizma” adı verilir ve o zamana ait bir kaya kütlesi içerisindeki manyetik minerallerin yönlenmesinin ölçülmesiyle belirlenir.
Okyanus sırtının her iki tarafındaki okyanusal kabuğun içinde korunmuş olan manyetik anomaliler dizilimi, kıtasal lav akıntılarında daha önce bilinen manyetik terslenme diziliminin aynıdır. Bazaltik magma okyanus sırtlarına sokulduğu zaman kayacın sıcaklığı, Curie sıcaklığının (370 °C) altına düşene kadar soğuduğunda o andaki Yer’in manyetik polaritesini (kutbunu) kaydeder. Deniz tabanı yayılmasıyla önceden oluşmuş kabuk ikiye ayrılır, böylece aktif sırttan iki zıt tarafa doğru itilir. Yinelenen sokulumlar, normal ve terslenmiş polarite dönemlerini yansıtan bakışımlı bir manyetik anomali dizisini gösterir.
Fred Vine ve Drummond Mathews (ö. 1997), 1963’te yayınladıkları klasik makalelerinde, 12 kuzey Atlantik ve Kuzeybatı Hint Okyanusu’nda okyanus ortası sırtlara dik profillerde okyanus ortası sırtından iki tarafa doğru eşlenik uzanan manyetik yönelme anomalilerini bulguladılar. Bu çalışma, uzaklaşan levhalar boyunca mantodan yükselen mağmanın oluşturduğu okyanusal kabuğun merkezden dışa doğru yaşlandığını ortaya koymakla kalmayarak aynı zamanda günümüz okyanuslarının yaşlarının ve tektonik levhaların uzun dönem hareket hızının kestirilmesini sağlayarak tektonik teorisinin en önemli kanıtlarından birini oluşturmaktadır. Bugün paleomanyetizma yöntemi ve radyometrik yaşlandırma yöntemlerinin birlikte kullanılması ile günümüz okyanuslarının Geç Jura (180 milyon yıl önce) döneminde oluşmaya başladığını biliyoruz. Jeolojik zaman boyunca günümüz kıtalarının paleo enlem ve boylamları da paleomanyetizma yöntemi ile belirlenebilmektedir. Böylelikle levhaların zaman içerisindeki konumları, hareket yönleri ile büyük ölçekli dönüşleri açığa çıkarılabilmektedir.
Levha tektoniği ve Wilson Döngüsü olarak tanımlanan kıta döngüsünü yakın dönemde destekleyen bir diğer teknolojik gelişme de sismik tomografi adı verilen bir yöntemdir. Bu yöntem ile Kabuk-Manto-Çekirdek sınırlarındaki anomaliler depremler sonucu açığa çıkan cisim dalgaları (P ve S) yayılması ile Yerküre’nin özellikle de manto-çekirdek sınırına kadar olan kesimindeki anomaliler belirlenebilmektedir. Gittikçe yaygınlaşan bu çalışmalarla mantonun kilometrelerce derinliklerinde geçmiş jeolojik dönemlerde dalıp batan onlarca okyanusal kabuk parçaları belirlenebilmiştir.13
Manto Konveksiyonu
Kıtasal Kayma ve Okyanus Tabanı Yayılması teorilerinin taşıyıcı mekanizması manto konveksiyonu ile açıklanmaktadır. Yer Kabuğu ve Dış Çekirdek arasında yer alan, Yerküre’nin en kalın katmanı olan Manto, 2900 km ortalama kalınlığı ile Yerküre’nin toplam hacminin %84’ünü oluşturur. Üst Manto ise tektonik levhaları oluşturan Litosfer ile ağdalı bir akışkan olan Astenosfer’den oluşur. Manto’nun alt ve üst kesimlerinde 500-900 °C arasında değişen sıcaklık farkı bulunmaktadır. Bu sıcaklık farkı nedeniyle plastik akış özelliği gösteren, kısmi olarak ergimiş kayadan oluşan Magma, Dış Çekirdek’ten kabuğa doğru yükselerek Yer’in yüzeyine doğru hareket eder. Bu esnada soğuyarak dış çeperlere doğru itilir ve sonrasında da yeniden Manto’nun iç kesimlerine, Dış Çekirdeğe doğru batar. Konveksiyon olarak adlandırılan bu ısı transferi sonucu Manto, çok yavaş bir hızla hereket ederek Litosfer ile kabuğu hareket ettirir.
Bu çevrimin doğal bir sonucu olarak Yerküre boyunca üç boyutlu konveksiyon hücreleri oluşur. Bu hücrelerin birbirinden öteye hareket ettiği kesimlerde okyanus tabanı yayılması, yaklaştığı kesimlerde ise dalma-batma gerçekleşir. Tektonik levhalar Yerküre’nin şekli nedeniyle kubbe şekillidir, bu şekillerinden ötürü konveksiyon hücreleri ile kubbe arasındaki geometrik uyumsuzluklar gelişir ve bu uyumsuzluklar da transform faylarca karşılanır.
Levha sınır tipleri
Levhalar arasında temel olarak üç tür sınır ilişkisi bulunmaktadır. Bunlar, uzaklaşan (yapıcı), yaklaşan (yıkıcı) ve transform (muhafazakâr/yanal atımlı) olarak tanımlanmaktadır.14
Uzaklaşan levha sınırları,
Deniz Tabanı Yayılması
Manto’dan yükselen konveksiyon akımlarının oluşturduğu konveksiyon hücrelerinin birbirinden uzaklaştığı kesimlerde levhalar, birbirinden uzaklaşır (Şekil 4). Uzaklaşan levhalar boyunca gelişen yayılma merkezlerine bazaltik magma yerleşir ve volkanizmaya neden olur. Genel olarak riftleşme olarak adlandırılan bu morfoloji, jeolojik evrim boyunca sürekli açılarak kıta içlerinde dar ve derin çizgisel çöküntü alanlarından dar denizlere, son olarak da gelişmiş büyük okyanuslara kadar gelişen bir sistemin oluşması ile sonuçlanır (Şekil 5). Yerküre boyunca birçok bölgede kıta içlerinde güncel rift oluşumu ve ilişkili yapılar gözlenmektedir. Uzaklaşmalı levha sınırları boyunca gelişmiş bu yapılara en güzel örneklere oluşum aşamalarını gösteren sırasıyla Afrika Rift Vadisi, Kızıldeniz ve Atlantik&Hint okyanusları verilebilir (Şekil 5). Bunların yanı sıra oluşumlarının belirli bir aşamasında levha sınırlarının değişmesiyle terk edilmiş riftler de mevcuttur. Bunlara örnek olarak Batı Antarktik Rift Sistemi ve Kuzey Kutup Dairesi içerisinde, Kuzey Amerika ile Grönland arasında yer alan Labrador Denizi verilebilir. Benzer bir şekilde aktif levha sınırında yer almasa bile ilişkili olarak genişleme tektoniğinin görüldüğü alanlarda da riftleşme görünür. Buna örnek olarak Ege Bölgesi graben sistemi, Batı Amerika’da yer alan Havza-Sırt (Basin-Range) sistemi ve kara alanlarındaki en derin çukurluk olarak tanımlanan ve deniz seviyesinden 1200 m derinliğe inen Baykal Gölü verilebilir.
Yaklaşan Levha sınırları, yitim zonları
Yaklaşan levha sınırları ya da yitim zonları birbirlerine belirli bir hızda yaklaşan levhaların çarpışması ile sonuçlanır. Bu durum sonucunda kıtasal levhalara nazaran daha ağır olan okyanusal levhalar dalarak mantonun derinlerine doğru batar. Çarpışma zonları boyunca yüzeyde oluşturdukları yay geometrisi boyunca okyanus tabanında derin hendekler (örneğin Filipin-Pasifik Levhaları arasında oluşmuş Mariyana Çukuru 10.984 m derinliği ile yer yüzünün en derin noktasını oluşturur), levha sınırlarını takip eden yaygın ve aktif volkanizma, büyük ve derin depremler gözlenir. Yaklaşan levha sınırları üç farklı konfigurasyonda gözlenebilmektedir. Bunlar okyanus-okyanus, okyanus-kıta ve kıta-kıta çarpışmalarıdır.
Okyanusal levhaların çarpışması
Yakınlaşan levha sınırları boyunca iki okyanusal litosferin çarpışması sonucunda uzun bir yay geometrisi boyunca yitim gerçekleşir (Şekil 4). Bu konfigurasyonun önemli ürünleri, çarpışma zonunun önünde yay geometrisinde volkanik adaların oluşmasıdır. Pasifik Levhası’nın büyük bir hızla kuzeybatıya doğru hareketi ile Filipin, Avrasya ve Kuzey Amerika levhaları ile çarpışması sonucunda Pasifik Ateş Çemberi olarak adlandırılan ve Pasifik Okyanusu boyunca tüm Kuzey Yarım Küre’de gözlenen aktif volkanik ada yayları gelişmiştir. Filipin, Endonezya, Japonya takımadaları buna örnek olarak verilebilir.
Okyanus-kıta çarpışması
Bu konfigürasyonda okyanusal-kıtasal litosferlerin çarpışması sonucunda denizden karaya doğru derin okyanusal hendekler, dağ oluşumu ve buna eşlik eden ortaç bileşimli yaygın volkanizma görülür (Şekil 4). Okyanus-kıta çarpışmasına dair güncel örnekler Güney Afrika Levhası’nın batı ve Pasifik-Kuzey Amerika levhaları sınırlarıdır. Yeryüzünde kayıt altına alınan en büyük depremler bu bölgelerde kaydedilmektedir ve odakları yer yer 300 km derinliğe kadar gerçekleşir. Alaska, Kuzey Amerika (Kayalık Dağlar) ve Güney Amerika (And Dağları) levhalarının batı kesiminde dağ oluşumu boyunca çarpışma zonu sıralı yaygın stratovolkanlar faal olarak yer almaktadır.
Kıtaların Çarpışması, Orojenez
Geçmiş okyanusların uzun süreli çarpışma sonucunda litosferin dalıp-batarak yittiği ve iki kıtasal litosferin karşı karşıya geldiği durumlarda büyük ölçekli dağ oluşumları (orojenez) meydana gelir. Bu durumlarda dar ancak uzun zonlar boyunca oldukça yüksek dağ sıraları meydana gelir. Bu oluşum, Levha Tektoniği Kuramı açısından da kıta çevriminin son aşaması olan süturleşmeyi ifade etmektedir (Şekil 5). Dünya’nın jeolojik evrimi boyunca tanımlanmış birçok orojenez bulunmaktadır. Özellikle Kaledoniyen, Hersiniyen ve Kimmerit orojenizleri, günümüzden yüz milyonlarca yıl önce gerçekleşmiş ve sonlanmasını takiben dış süreçlerin etkisiyle aşınarak günümüzde yüksek dağ sırası görünümünü kaybetse de içerdikleri kayaç grupları ile tanımlanan dağ oluşumlarına örnek olarak verilebilir. Bu orojenezler zaman içerisinde Lavrasya, Gondwana ve Pangea gibi bütünleşik (süper) kıtaların oluşumunu sağlamıştır. Çarpışma zonları boyunca derin ve büyük depremler gözlenir.
Apalaş-Kaledoniyen Orojenezi, Silüryen (419, 2 ± 3, 2 my) ve Devoniyen (358, 9 ± 0, 4) jeolojik çağları boyunca gerçekleşmiş ve Laurentiya, Doğu Avalonya ve Gondwana Kıtası’nın diğer parçalarının çarpışması sonucu oluşmuştur.
Variskan (Hersiniyen) Orojenezi, Geç Paleozoyik Dönem’de (298, 9 ± 0, 15 My) Lavrasya ve Gondwana kıtalarının Pangea Kıtası’nı oluştururken çarpışması sonucu gerçekleşmiştir.
Kimmerit Orojenezi, Geç Triyas Dönemi’nde (240-200 milyon yıl) Orta Asya’da bulunan dağ kuşaklarının oluşumunu kontrol etmiştir. Kazakistan’ın güney kesimi, Kuzey ve Güney Çin, İran ve Türkiye’de bu çarpışmaya kanıt oluşturan jeolojik kayıt ve orojenik kuşaklar bulunmaktadır. Kimmerit Kıtası olarak adlandırılan kıta parçası ile Avrasya arasında yer alan Paleo-Tetis Okyanusu’nun kapanması ile oluşmuştur.
Alpin Orojenezi, Geç Mesozoyik Dönem’den başlayarak günümüzde de devam eden, Neo-Tetis Okyanusu’nun kapanması sürecinde gerçekleşen dağ oluşumudur (orojenezidir). Bu orojenez süresince Atlas, Pirene, Alp, Apeninler, Dinar Alpleri, Karpat Dağları, Karadeniz Sıradağları, Toros Dağları, Kafkas Dağları, Zagros, Pamir ve Himalaya dağları oluşmuştur. Alpin orojenezi Wilson Döngüsü’ne göre orta kesiminde Akdeniz bölgesinde sonlanan, doğuda Zagros-Himalaya dağları boyunca süturleşme aşamasındadır (Şekil 5).
Transform Levha Sınırları
İlk defa Tuzo Wilson tarafından tanımlanan bu tür levha sınırları (Şekil 4) birkaç farklı konfigürasyonda görülebilmektedir. Uzaklaşan levha sınırları boyunca birbirinden ayrılan okyanusal levhaların kubbe yapısı nedeniyle geometrik düzensizlikler oluşur, bu düzensizlikler birbirine paralel gelişmiş, yanal yönde hareket eden faylar ile giderilir. Transform levha sınırları aynı zamanda farklı hızlarda birbirinden uzaklaşan levhalar veya uzaklaşan-yaklaşan levhaların sınırları boyunca görülen geometrik düzensizliği de gidermektedir. Bu tür faylara örnek olarak okyanus ortası sırtlarda birbirine paralel olarak kilometrelerce uzanan okyanusal transform fayları verilebileceği gibi kıta içerisinde gelişmiş, çarpışma sonrası levha hareketinin karşılandığı San Andreas Fay Zonu (Batı Amerika), Kuzey ve Doğu Anadolu Fay Zonları (Anadolu), Pasifik-Avustralya ve Antarktika levhaları arasında gelişmiş Alpin Fayı (Yeni Zelanda) transform fayları da verilebilir.
Yerkabuğunun gelişimi boyunca süregelen levha tektoniği, 4, 6 milyar yıl yaşındaki yerkürenin şekillenmesini son üç milyar yıllık (Prekambriyen) tarihçesini16 kapsayacak ölçüde kontrol etmiştir. Bu, kavraması çok zor olan uzun zaman dilimi içerisinde yer sisteminin en uzun süreli çevrimi olarak tanımlanan kıta çevrimi (okyanusların ve kıtaların oluşması ve yok olması, Wilson Döngüsü) defalarca gerçekleşmiştir.17, 18, 19 Levhaların ve kıtaların Paleozoyik (~600 milyon yıl) sonrası hareketleri yerbilimlerinin uzun süreli araştırmalarının (jeolojik birimlerin haritalanması, tarihlendirilmesi ve paleomanyetizma çalışmaları) ortak bir ürünü olarak modellenebilmektedir (Şekil 6). Yeryüzünde güncel okyanusların tabanında yer alan en eski okyanusal kabuğun 190 milyon yıl, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ın güneybatısında bulunan Tetis Okyanusu’na ait en eski okyanusal kabuğun ise 340 milyon yıl önce oluştuğunu düşünürsek değişimin kapsamını anlamak biraz daha kolay olabilir. Bunun yanı sıra eski oyanus kabuklarına dair jeolojik istifler (ofiyolit seri olarak tanımlanan kayaç grubu) yitim kuşakları boyunca yığışım karmaşıkları ile kara alanlarında izlenebilmektedir. Bu birimlerin haritalanması ve tarihlendirilmesi ile örneğin Asya Kıtası’nın oluşumunda önemli bir yere sahip büyük bir eski okyanus olan Paleo-Tetis Okyanusu tanımlanabilmiştir.20
Kuzey ve Güney kutuplarının günümüz tektonik özellikleri
Güney Kutbu’nda yer alan Antarktika Kıtası Afrika, Avustralya, Pasifik Scotia levhalarıyla çevrili tektonik bir levhadır. Bu levha sınırları %80’e varan oranda uzaklaşan karakterdedir. GPS ölçümleri Antarktika’nın kuzeybatıya doğru doğudan batıya artan bir hızla ilerlediğini göstermektedir (Şekil 7).
Kuzey Kutup Dairesi, Kuzey Amerika Levhası ve Avrasya Levhası arasında 1, 3-1, 8 cm/yıl hızla açılan Orta Atlantik Sırtı ile Gattel Sırtı çevresinde yer almaktadır (Şekil 7).