İng. Invertebrates
Geçmişte yaşamış canlıların taşlaşmış kalıntı ve \ veya yaşam aktivite izlerine fosil adı verilir. Yaşamlarının hiçbir evresinde, vücuda destek görevi gören bir notokorda (ilkin sırt ipliğine) sahip olmayan canlıların fosillerine ise omurgasız fosiller adı verilir.
Günümüzden uzun zaman önce yaşamış olan bitki ve hayvanlar hakkında morfolojik kanıtlar sağlayan fosiller bir zamanlar yaşamış olan canlıların kayalarda korunmuş kalıntıdır. Terim bazı kaynaklarda canlıların özel olarak Son Buz Devri öncesine ait kalıntıları için kullanılmaktadır.
Canlılar öldükten sonra kemik, diş, kavkı vb. gibi sert kısımları çok az değişiklikle korunabilir. Fosilleşmenin türü ve gerçekleştiği ortam canlı kalıntısının ne kadarının ve nasıl korunacağını belirler. Omurgasızlar arasında eklembacaklıların dış iskeletleri, yumuşakçaların ve brakiyopodlar kabukları, ekinoderm iskeletleri ve çeneleri ile birçok filumdan diğer sert parçalar buna örnek olarak verilebilir.1 Farklı ortamlarda gerçekleşen başlıca fosilleşme olayları şöyle özetlenebilir; Karbonlaşma (kömürleşme), petrifikasyon, yer değiştirme, yeniden kristallenme, yumuşak dokuların korunması yoluyla fosilleşme, organik kapanlar, boşluk ve kalıplar, iz fosiller.2
İlk kez 1845 yılında Georgius Agricola (Agri-Colæ) tarafından “topraktan çıkarılan nesne”3 olarak tanımlanan fosiller kökenlerine göre bitki veya hayvanlara ait olabilecekleri gibi, boyutlarına göre mikrofosil / makrofosil, ya da Omurgalı / Omurgasız oluşlarına göre de sınıflandırılabilirler. Fosilleri belirli bir sistematiğe göre sınıflandırma konusunda ilk çalışmalar Carl von Linné (Carolus vonnus Linnæus) tarafından gerçekleştirilmiştir. Linné bulgularını Systema Naturæ (Doğanın Sistematiği) adlı kitabında yayımlar. İlk basımı 1735 yılında yapılan eserin4 en önemli baskısı Zoolojik Sınıflamanın başlangıcı sayılan 1758 tarihli 10. Baskısıdır.5 Canlıları sekiz sınıfa (klasis) ayıran Lamarck omurgalı ve omurgasız hayvanlar nitelemelerini ilk kez kullanmıştır.
Canlıların sınıflandırılması ilgili yapılan ilk çalışma Aristoteles’e ait olup Aristo, canlıları “Bitkiler” ve “Hayvanlar” olmak üzere iki âleme ayırmıştı. Daha sonra Ernst Haeckel “Bitkiler”, “Hayvanlar” ve “Protistler (Protista - tüm mikroskobik canlıları içeren üçüncü bir âlem)” şeklinde düzenlenen canlı sınıflandırması Herbert Copeland “Bakteriler (Monera)” âlemini Robert Whittaker’ın “Mantarlar (Fungi)” âlemini eklemesiyle sınıflandırma günümüzdeki halini aldı. 1969 yılında Robert Whittaker tarafından yapılan sınıflandırmaya göre canlılar, öncelikli olarak hücre yapıları ve beslenme tipleri ile sindirim şekilleri göz önüne alınarak beş âlem altında toplanır.6 1990 yılında RNA yapısına göre akrabalık derecelerini ortaya koymayı hedefleyen Carl Woese canlıları Bacteria, Archaea ve Eucaria olmak üzere üç “domain” altında topladı.6 Whittaker’ın sınıflamasında Hayvanlar Âleminin üyeleri; gelişmiş bir sinir sistemine ve hareket yeteneğine sahip olan, hücrelerinde kloroplast taşımamaları nedeniyle kendi besinlerini kendileri üretemeyen, bu sebeple de dışarıdan organik besin almak zorunda olan canlılardır. Besin, sindirildikten sonra hücre içerisinde alınır. Heterotrof (ardıbeslek) olan bu canlılar, beslenme şekillerine göre ayrıca otçul (herbivor), etçil (karnivor), hepçil (omnivor), böcekçil (insektivor), vb. olarak gruplandırılırlar. Hayvanlar âlemini, başlangıç olarak Omurgasızlar ve Omurgalılar olmak üzere iki gruba ayrılır.6
Omurgasızlar en basit çok hücreli canlı olarak kabul edilen Trichoplax adhaerens’den itibaren başlayan metazoa âleminin altında incelenirler ve yaşamlarının hiçbir evresinde, vücuda destek görevi gören bir notokord (ilkin sırt ipliği) bulunmaz. Sinir sistemi gelişimi, ilkel gruplarda dış uyarılara bölgesel cevaplar verilmesi şeklindeyken, formların gelişmişlik düzeyine göre değişiklik gösterir. Gelişmişlik düzeyi arttıkça dolaşım, boşaltım ve sindirim sistemlerinin ortaya çıktığı görülür.6
Çok basit olarak; ayırtman özellikleri çıplak gözle ayırt edilebilen fosilleri makrofosil olarak, boyut açısından gözle görülebilir olsalar dahi ayırtman özelliklerinin ortaya konabilmesi için mikroskop gibi cihazlara ihtiyaç duyulan fosilleri ise mikrofosil olarak adlandırabiliriz. Mikropaleontoloji kapsamında tek hücreliler (Protozoa) incelenirken makropaleontoloji ise çok hücrelileri (Metazoa) çalışır. Çok hücreliler, Omurgasız Hayvanlar (İnvertebrata) ve Omurgalı Hayvanlar (Vertebrata) olmak üzere ikiye ayrılır.2 Süngerler (Porifera), Bryozoerler (Bryozoa), Sölenterler (Cnidaria), Ktenoforlar (Ctenophora), Solucanlar (Platyhelminthes - yassı solucanlar, Nematoda - yuvarlak solucanlar, Annelida - halkalı solucanlar), Rotiferler (Rotifera), Brakyopodlar (Brachiopoda) Yumuşakçalar (Mollusca), Eklem Bacaklılar (Arthropoda) ve Derisi Dikenliler (Echinodermata) omurgasız hayvanlardandır.
Sıcaklık, ışık, derinlik, tuzluluk vb. ekolojik faktörler tüm canlı gruplarında olduğu omurgasızları da doğrudan etkiler. Örneğin ekvator bölgelerinde canlı çeşitliliği maksimumda iken kutup bölgelerinde oldukça sınırlıdır. Bunun nedeni ekvator bölgesinde ısı ve ışık faktörlerinin yüksek olduğu sığ sulu bölgelerin varlığıdır.
Kutuplarda ısının çok düşük oluşu ortama adaptasyonu oldukça zorlaştırmakta ve bu bölgelerdeki canlı çeşitliliğinin çok düşük olmasını sonuçlamaktadır. Örneğin Antarktika kıtasında sadece birkaç canlı grubunun varlığından söz edebilmekteyiz.
Çoğunun boyu 2 mm’den küçük olan karasal omurgasızlar Antarktika kıtasının en geniş canlı grubunu oluştururlar. Bu fauna Collembola (yay kuyruklu böcekler) ve Acari (akarlar) ile Nematoda (yuvarlak solucanlar), Tardigrada (su ayıları) ve Rotifera’dır (Rotiferler). Nispeten daha sıcak olan Antarktik Yarımadası ve Subantarktik adalarda yüksek olan canlı çeşitliliği kıtanın daha soğuk olan diğer kesimlerinde daha düşüktür. Kıtada en yüksek canlı çeşitliliği ise Transantarktik Dağlarının buzul sığınaklarında gözlenmiştir.7
Kıtanın geçmişine baktığımızda ise bölgedeki kayaçlarda tespit edilen fosiller durumun çok farklı olduğunu gösterir. Antarktika’nın fosil kayıtları, her zaman bugün bildiğimiz buzlu kıta olmadığını gösteriyor. Antarktika Kıtasında bir zamanlar bol bitki ve hayvan yaşamaktaydı. Antarktika, Gondwana-Land’in bir parçasıydı (Bkz. Gondwana-Land). Jeolojik geçmişte Antarktika günümüz Avustralya’sının güney sınırında ve günümüzdeki konumuna farklı bir açı ile duruyordu. Gondwana-Land’in ~400 milyon yıl önceki hareketi ile Antarktika Güney Kutbundaki yerine doğru hareket etmeye başladı. Yaklaşık 130 milyon yıl önce Gondwana-Land ayrılmaya başladı. Hindistan, Güney Amerika ve Afrika ayrıldı. Avustralya ve Antarktika arasındaki bağlantılar yaklaşık 55 milyon yıl öncesine kadar devam etti. Sonrasında Avustralya hızla kuzeye doğru hareket etmeye başladı ve Antarktika güney kutbundaki yerini almaya başladı.8
Antarktika’da tespit edilmiş olan fosilleri inceleyecek olursak ilk gözümüze çarpan günümüzde soyu tükenmiş Glossopteris ağaçlarından elde edilen iyi kotunmuş fosiller olacaktır. Gondwana-Land kavramı ilk olarak buzul kayaçlarının ve Glossopteris’in yaygın dağılımını açıklamak için önerildi (Bkz. Gondwana-Land). Kaptan Robert Falcon Scott ve adamları Güney Kutbu’ndan dönerken çadırlarında ölü bulunduğunda, yanlarında Güney Viktorya’daki Beardmore Buzulu bölgesindeki Beacon Kumtaşlarından derledikleri Glossopteris örnekleri bulundu. Geri dönüş yolunda neredeyse her şeyi atmış olsalar da, Glossopteris’in önemini fark etmiş ve örnekleri arkalarında bırakmayı reddetmişlerdi. Bu örnekler ~ 280 ila 300 milyon yaşındadır. Güney yarımkürede Tazmanya, Yeni Zelanda ve Güney Amerika’da olduğu gibi kimi soğuk ılıman yağmur ormanlarında günümüzde yaşamakta olan birçok canlı geçmişte (35 milyon yıl öncesine kadar) Antarktika’da da mevcuttu. Hatta kimi çalışmalarda bunun çok daha yakın zamana dek sürdüğünü gösteren başka kanıtlar da var. Buna Güney Kutbu’ndan ~ 400 km. uzaklıkta bol miktarda bulunan 2-3 milyon yıl yaşındaki güney kayını Nothofagus (N. beardmorensis) fosili örnek olarak verilebilir.8 Bunların yanı sıra kıtada Ankylosaurus (zırhlı dinozor), Mosasaurus ve Plesiosaurus (deniz reptilleri) da bulunmuştur. Antarktik Yarımadasının hemen doğusundan James Ross Adasının yanında yer alan Seymour Adası dünyanın en zengin fosil yataklarına sahip bölgelerinden biridir. Doğu Antarktika’daki Vestfold Tepelerinde 4.5-4.1 milyon yıl yaşlı çok çeşitli fosiller bulunmuştur. Bunlardan en bilinenleri fosil yunuslar ve balinalardır. Antarktika kıtasını çevreleyen sularda çok bol miktarda yer alan ve birçok canlının temel besin kaynağı olan Kril’lerin (Euphausia superba) ve Notothenioidea’ya ait Antarktika balıklarının bölgede fosil kaydı yoktur.8